Hicretin günümüze bakan yönü

Mikro plânda, kıyamete kadar olacak hemen her şey Saadet Asrı’nda tablolaştırılmıştır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir yönüyle, diğer peygamberlerde gelen şeyleri tafsil, bir yönüyle de ümmetinin yapacağı şeyleri icmal etmiştir. O’nun icmal ettikleri, değişik devirlerde kendilerine uygun yollar bularak tekrar tafsil olunacaktır.

İşte evvela hicreti yorumlarken çıkış noktamız bu prensip olmalıdır. Zaten hiçbir hâdise aynen tekrarlanmaz. Hâdiseler arasında benzerlikler söz konusudur ve biz bunları tarihî tekerrürler kabul ederiz. Tarihî maddeciler bu önemli hususu kavrayamamışlardır. Evet, onlar, tarihî olaylara aynı hâdiselerin tekrarı şeklinde yaklaşırlar. Hâlbuki, ayniyle iki kere cereyan etmiş hiçbir tarihî hâdise göstermek mümkün değildir. Bu, aslında Kur’ân’da Cennet ehlinin ifadesi olarak aktarılan: “Bu, daha önce rızıklandığımız şeylerdendir.”[1] benzetmesi kabîlindendir. Yani, Cennet ehline herhangi bir meyve getirildiğinde onlar, bunu dünyada yedikleri bir meyveye benzeteceklerdir. Ama oradaki meyvenin dünya meyvesiyle sırf bir benzeyişten öte hiçbir münasebeti yoktur. Öyleyse Asr‑ı Saadet’te olan ve yaşanan hâdiseler daha sonra “saadetçik” asırlarında benzerleriyle ele alınıp değerlendirilmelidir. Tabi ki burada bir kısım takdimler, tehirler ve farklılıklar da söz konusu olabilecektir.

Hicret, Asr‑ı Saadet’te önemli bir hâdisedir. Son kerpiç, son taş gediğine ancak hicretle konulmuştur. Çok rahatlıkla diyebiliriz ki, hicret olmasaydı, Asr‑ı Saadet’in bir yanı eksik kalırdı. Elbette öyle olmadığına göre böyle bir eksiklik de mevzubahis değildir.

Asr‑ı Saadet’te iki hicret bir arada yaşanmıştır. Bana göre bu iki hicreti müşterek görmek çok önemlidir. Bu da yine hicret hadisinde anlatıldığı şekliyledir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Gerçek muhacir, Allah’ın yasaklarından mübah kıldığı şeylere hicret eden insandır.”[2] buyurur. İlerideki büyük mücadele, büyük tekevvün için de böyle bir hicret zarureti söz konusudur. Hatta denilebilir ki, maddî hicret, insan derinliklerindeki bu hicrete dayandığı zaman gerçek değerine ulaşır. Ruhun hicretinde açıklar ve eksiklikler varsa, o insanın maddî hicreti de bir ölçüde zedelenmiş olur. Nitekim hicret hadisinde, hicret ancak Allah ve Resûlü için yapılana denmiştir.[3] Bu da iç sıhhatine, iç derinliğine, insanın kendi içinde kendini keşfetmesine, Allah’la irtibatın çok kuvvetli olmasına bağlıdır. Hâlık‑mahlûk, Mâbud‑abd irtibatı ki buna, gözlerini açıp kapayıp her yerde O’nu heceleme irtibatı da diyebiliriz. Eğer böyle olmayıp da hicrete başka mülâhazalar karışmışsa böyle bir hicret tam ve uhrevî buudlarıyla gerçekleşmiş sayılmaz.

Eğer insan, yurdunu, yuvasını, evlad u iyalini, yakın akrabasını terk edecekse, bence bunu çok pahalıya satmalıdır. İşte Allah (celle celâluhu), bize o pahalı hedefleri gösteriyor. Nedir o pahalı hedefler? Cennet’tir, ondan da öte cemalullahtır. Evet, eğer insan bir şeye talip olacaksa bunlara talip olmalıdır. Öyle ki bu noktada, gaye‑i hayal hep önde bulunmalıdır. Diyelim ki bir insan hicret ediyor; ama ya bir ticaret veya kadın düşüncesi onun gayesini bulandırmıştır. Hiçbir zaman bu insan, sırf Allah ve Resûlü için hicret edenin hicretten elde edeceği uhrevî pâyeleri elde edemez. Ve buna hakkı da yoktur. Zaten hicret hadisinde de bu son noktaya işaret edilir. Ve kimin niyeti hicret ederken ne ise, o insan, o şey için hicret etmiş sayılır.

Hicrette iç dizayn, iç kontrol çok önemlidir. Sahabe, Mekke’den Medine’ye hicret ederken bu iç dizaynı en kâmil mânâda gerçekleştirmişti. Yani onlardaki rabıta tamdı. Evet, eğer rabıta tamsa hicret o rabıtaya ayrı bir buud ve derinlik kazandıracaktır.

Hicret, içteki duygu ve düşüncenin aksiyona dönüşmesidir. Sahabe, fedakârlık ve itaatini; ve bir mânâda İslâm’a bütünüyle teslim oluşunu hicretle fiilen isbat etmiştir. Zaten, hicretle elde edilecek neticeler onlara hiç söylenmemişti. Yani onlar, böyle bir netice için değil, sadece emredildiği için hicret etmişlerdi. İşte onlardaki bu saflık ve duruluktu ki, hicretle onları en yüksek seviyeye çıkarmıştı.

Eğer hicretimizin bizi de hicretle elde edilecek seviyelerin en yükseğine çıkarmasını bekliyorsak, maddî hicretin yanında ruh hicretini de tamamlamak zorundayız. Bu da büyük ölçüde Cenab‑ı Hak’la irtibatın kuvvetlendirilmesine bağlıdır. O’ndan ne gelirse gelsin, bütün gelenlere rıza göstermek bu işin en önemli rükünleri arasındadır. Celâlinden gelen cefa, cemalinden gelen vefa, bize hep safâ olmalıdır ki, her iki hicreti bir arada ve aynı dengede yapmanın hazzına erelim. Yani Cenab‑ı Hakk’ın celâlinden cefa geldiğinde sabretme ve geleni hoş karşılama, cemalinden de vefa geldiği zaman şımarıklığa düşmeme ve her şeyde O’nun rızasını, O’nun hoşnutluğunu arama.. işte bunu becerebilenler, her iki hicreti de yerine getirmeye muvaffak olmuş sayılırlar; dünküler de bugünküler de...

[1] Bakara sûresi, 2/25.
[2] Buhârî, îmân 4, rikak 26; Ebû Dâvûd, cihâd 2; Nesâî, îmân 9.
[3] Bkz.: Buhârî, bed’ü’l-vahy 1, îmân 41, ıtk 6, menâkıbü’l-ensâr 45, eymân 23, hiyel 1; Müslim, imâret 155.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.