Keşf ü Kerametin Değil, Allah’ın Kulu
Soru: Bu dünyada herhangi bir keşif ve keramete mazhar olmadan, sadece azimet ile İslâm’ı yaşayan birisi, keşif ve keramete mazhar olan kişilerden daha yüce makamlara ulaşabilir mi?
Cevap: Allah (celle celâluhu), keşif ve kerametle bazı insanların kalblerine bir şeyler duyurur. Bu insan, farkına varmadan bir kısım meseleleri beyan eder. Karşısındakinin içinden geçen bir kısım şeyleri söyler; değişik ahvale nigehbân olur. Başkalarının aklının eremeyeceği yerlerdeki hâdiseleri görür ve bazı şeyleri vukuundan önce haber verir. Bütün bunlar bir ikram-ı ilâhidir. Böyle bir insan, konumunun farkında ise Allah’a itimadı artar ve O’na şükreder.
Kerametin değişik şekilleri vardır. Bunlardan biri, meselâ ehl-i keramet bir zatın, duasıyla, yümün ve bereketiyle, onulmaz zannedilen bir kısım dertlerin izalesine vesile olmasıdır. Kerametin diğer bir nev’i ise ilim alanında cereyan eder. Bazen bir kimse, keramet-i ilmiyeye mazhar olduğunda, bir avuç ilmiyle deryalar kadar vâridâta sahip olur. Şöyle ki, onun bir orta mektep talebesi kadar kimya bilgisi vardır fakat kimyaya dair kanunlar ortaya koyacak kadar malumat sergiler. Fıkhın sadece bazı bahislerini okumuştur ama fıkhın neresinden sorulursa sorulsun bunları bilir ve doğru cevaplar verir. Bu bir keramet-i ilmiyedir. Yani Allah (celle celâluhu), o kimsenin birini bin yapmıştır ki bu hâl, tamamen kalbin Rab ile münasebetine bağlıdır.
Asrımızdaki mü’minlerin seviyesi ile mütenasip olan, keramet-i ilmiyedir. Asrımız, İmam Rabbânî’nin de işaret ettiği gibi, daha ziyade keramet-i ilmiyenin hükümferma olduğu bir asırdır. Bundan sonra –inşâallah– büyük kimselerin büyüklüğüyle mütenasip daha ziyade bu türlü meselelerin şerh ve izahına şahit olunacaktır.
Söz buraya gelmişken şunu ifade etmeliyim ki, keşif ve keramete talip olmamak esastır. Hakiki ehlullah bunları çerez olarak değerlendirmişlerdir. Ehl-i tahkik, keşif ve keramete gönlünü bağlayan hak yolcusuna sâkıt (düşük) nazarıyla bakmışlardır. Kulluktan hedef ve gaye Allah iken, o kulluğunu, fevkalâde şeylere mazhariyet için yapar. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, bu tür kimseleri “abdü’l-lezze” (lezzetin kulu) diye isimlendirmiştir. Yani onlar, Allah’a kulluk şerefini idrak edemeyip keşfin, kerametin, zevk ve lezzetin kulları hâline gelmişlerdir. Önemli olan “Abdullah” yani “Allah’ın kulu” olmaktır ki, Allah Resûlü ve ashabının yolu da budur.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), en hayırlı asrın öncelikle kendi yaşadığı asır, daha sonra ise peşinden gelen iki asır olduğunu ifade etmiştir.[1] Bu üç asırdaki velilerin hayat ve menkıbeleri, Ebû Nuaym el-İsfehânî’nin Hilyetü’l-evliyâ’sı ve İbnü’l-Cevzî’nin Sıfatü’s-safve isimli kitabı gibi eserlerde anlatılmaktadır. O eserlere bakıldığında, bu zatların keşif ve kerametlerinden daha çok ibadet hayatları ve Allah yolunda yaptıkları hizmetlerinin anlatıldığı müşahede edilir. Evet, onların hayatlarında, gece bin rekât namaz kılma, bin tane hadis ve tefsir talebesi yetiştirme, Allah’tan çok korkma gibi hususlar vardır. Müsaadenizle bir iki misal vermek istiyorum:
Fudayl İbn İyâz’ın evinde üç gün üst üste ocak yanmamış, aş pişmemişti. Böyle bir dönemde devrin halifesi Harun Reşid onun kapısına gelir ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorar. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:
Fudayl İbn İyâz: Rabbimle ibadetimde beni niçin rahatsız ettin?
– Bir ihtiyacın var mı, diye sormaya geldim. Varsa tedarik edelim.
– Edemezsin ki! Benim ihtiyacım Rabbimedir.
Harun Reşid dışarı çıkarken bir kese altın verir. Bunun üzerine Fudayl İbn İyâz:
– Ben seni doğru yola çağırıyorum; sen ise beni ateşe atıyorsun, diyerek altınları kabul etmez. Bu sırada hanımı âh u zâr ederek,
– A be efendi, altınları niye almadın? Üç gündür ağzımıza bir lokma koymadık, deyince Fudayl İbn İyâz,
– Beni kurbanlık bir hayvan gibi boğazlamak mı istiyorsun, der.
İşte o devrin velisi böyleydi. Fudayl İbn İyâz’ın ne keşfi ne de kerameti vardı; ama halkın kapısına koştuğu İbrahim Edhem bile, “Biz Allah’a giden yolu onda gördük.” diyordu. Onlar, keşif ve kerametle meşgul olmamışlardı. Nitekim keşif ve keramete bağlanma, zayıf, fakir ve kalben yoksun insanların işidir.
Bu vesileyle bir de şu hususu ifade etmek istiyorum. Benim kendime en yakın gördüğüm insan, Hak adına konuştuğumu ve hareket ettiğimi düşündüğünden ötürü, bir kardeş olarak yanımda duran, bu yola sadakatle bağlı, hayatının sonuna kadar sıradan bir insan olarak dine hizmet etme azmi içinde bulunandır. Kendince beni farklı manevi makamlarda görüp de bu sebeple bana karşı sevgi gösteren kişi gönlümden uzaktır. Beni, köylü Şamil’in torunu olarak, Kur’an’a hizmet ediyor diye seven ise mahbûbum ve makbûlumdür. Bizler keşif ve kerametsiz olarak hizmet yoluna çıktık. Keşfe ve keramete bağlanıp Allah’ı (celle celâluhu) unutanlardan uzağız.
[1] Buhârî, şehâdât 9, fezâilü ashâb 1, rikak 7, eymân 27; Müslim, fezâilü’s-sahâbe 210-215.
- tarihinde hazırlandı.