• Anasayfa
  • Herkül Nağme - Fethullah Gülen Web Sitesi

Ortak akıl ve İmam-ı Azam hazretlerinin hakperestliği

Fethullah Gülen Hocaefendi, insanın kendi ilmine güvenmemesi, mutlaka ortak akla müracaat etmesi ve düşüncelerini her zaman başkalarına test ettirmesi gerektiğini anlatarak “düşünce redaksiyonu” dediği hususa dikkat çekti.

Öyle birine gönül ver ki!..

Ne güzel bir söz:

Âfitâb-ı hüsn-ü hûbân âkıbet eyler ufûl,
Ben muhibb-i lâ yezâlim lâ uhibbü’l-âfilîn. (Anonim)

“Bütün güzel şeylerin güzellikleri bir gün mutlaka kendileri gibi fena bulur. Ben fânî güzelleri değil, batmayan ve sonu olmayan biricik güzeli severim.” demek olan bu beyitle günün sohbetine başladı Fethullah Gülen Hocaefendi.

Bildiğiniz üzere, bu beyitte geçen “lâ uhibbü’l-âfilîn” ibaresi Kur’an-ı Kerim’de En’am sûre-i celîlesinin 76. ayetinde tevhid peygamberi Hazreti İbrahim’e (alâ seyyidina ve aleyhisselam) ait bir ifade olarak zikredilir. Hazreti İbrahim, putlara tapan kavmine yıldızların, ayın ve güneşin ilah olamayacağını anlattıktan sonra; “Bunların hepsi gelip geçici, fâni şeyler; ben bunlara hiç meyletmem; ben yüzümü bütün bunları yaratan Allah’a çevirmişim!” demiştir. Üstad Bediüzzaman bu manaya 17. Söz’de “vücûd-i hakîkî isteyen vicdan, İbrahimvârî 'lâ uhibbü'l-âfilîn' enîniyle mahbûbât-ı mecâziyeden ve mevcûdât-ı zâileden kat'-ı alâka edip, Mevcûd-u Hakîkî'ye ve Mahbûb-u Sermedî'ye bağlanıyor.”; “... madem ufûl edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahî mecazî mahbublardan vazgeçti. Vicdan dahî fânîlerden yüzünü çevirdi. Sen dahî bîçare nefsim! İbrahimvârî ‘lâ uhibbü'l-âfilîn’ imdadını çek, kurtul!” diyerek işaret eder.

Fethullah Gülen Hocaefendi, bu hususları hatırlatmakla beraber, şu mevzulara da değindi:

  • Alvarlı Efe Hazretleri der ki:

    Öyle bir dildâre dil ver eyleye dilşâd seni
    Öyle bir dâmeni tut ki ede ber-murâd seni!

    Yani, öyle bir sevgiliye gönül bağla ki, gönlünü şâd etsin. Öyle bir eteğe yapış ki, seni muradına erdirsin.
  • Kur’an çeşit çeşit mücevheratla dolu derin bir denizdir ama gavvas olanlar, dalgıçlık bilenler bu mücevherlere ulaşabilirler. Evet,

    Gavvas olana Kur'ân
    Mücevher dolu umman
    Nasipsizdir Kur'ân’dan
    Her müstağni davranan.

  • Allah Teâlâ bir hadis-i kudsîde şöyle buyurmuştur: “Salih kullarıma öyle nimetler hazırladım ki, onları ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insanlardan birinin hatırından geçmiştir.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Paranoyalara karşı tavır ve gayr-ı meşru sevginin cezası

  • Sürekli iyi düşünmek, güzel görmeye çalışmak ve iyi şeyleri ikâme etmeye bakmak lazım. Yoksa bazı kimselerin yaşadıkları paranoyalara paranoya ile mukabele eder, “Falanlar bize karşı şöyle duruyorlar. Onlar bizim hakkımızda şöyle düşünüyorlar. Biz de şunu şöyle, bunu böyle yapalım!” vehimlerine binaen benzer paranoyalara bağlı stratejiler üretmeye kalkarsak, bu bizi öyle meşgul eder ki yapmamız gerekli olan hizmetleri yapamayız.
  • Biz başkalarının paranoyalarına hiç aldırış etmeden doğru bildiğimiz işleri yapmaya devam etmeliyiz. Doğru bildiğimiz işlerin başında, Allah’ı kullarına sevdirmek, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’i herkese tanıtmak ve elimizden geliyorsa insanların hepsini Cennet’e yönlendirmek gelir. İşte biz bu doğruları gerçekleştirmeye kilitlenmeliyiz.
  • İlahî Beyan’da raûf ve rahim olarak tavsif edilen Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları ebedî hüsrandan kurtarma dâvasına o kadar gönülden bağlanmıştı ki, Kur’ân-ı Kerim, O’nun bu konudaki ızdıraplarını, “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” (Kehf, 18/6) diyerek dile getirmektedir. Hem ta’dil ve tembih hem de takdir ve iltifat ifade eden bir başka ayet-i kerimede de Cenâb-ı Allah, Rasûl-ü Ekrem’ine “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin” (Şuara, 26/3) şeklinde hitap etmektedir. Benzer ayetler mü’minlere beşerin ebedî saadetini düşünmekten kaynaklanan bir hüzün yolunu göstermekte ve bize yaşatma duygusuna kilitlenme gereğini işaret etmektedir.
  • Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyor: “Allah’ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin!..” Fakat, biz bunu gerçekleştiremedik. Belli bir dönemde insanlığa fetret devrini biz yaşattık. Kendimize takılmaktan vazgeçip dünyanın dört bir yanına açılarak İnsanlığın İftihar Tablosu’nu kendi ihtişamıyla tanıtamadık. Bir kabul etme ve “Bu çok büyük bir insan” deme bile çok önemlidir. Bunu derlerse, Allah onlara bir adım daha attırır ve “Muhammedun Rasûlullah” da derler.. der ve kurtulurlar. Ne var ki, insanlığa fetreti biz yaşattık. Belki onların da bunda tesirleri vardı; duyarsızlıklarının, önyargılarının, âbânın (yönlendiren, fikir veren, yol gösteren babalarının) ifsadının tesirleri vardı. Fakat, biz azıcık tanıtabilseydik, konuştuğumuz kadar tavırlarımızla da İslam’ın güzelliklerini sergileyebilseydik, belki böyle karanlık bir dünyayla karşı karşıya kalmayacaktık.
  • Size yakın, hatta çok yakın, aynen sizin gibi düşünen, başını yere koyan, Allah karşısında iki büklüm olan insanlar bile sizin hakkınızda ne düşünürlerse düşünsünler.. paranoyalarına bağlı ne türlü planlar yaparlarsa yapsınlar Bize düşen şey, evvela Allah’ı ve Peygamberi sevip sevdirmek.. sonra da Allah’tan ötürü insanların birbirlerini sevmesini sağlayıp bir barış ortamı oluşturmaya çalışmaktır. Bunu gerçekleştirebilmemiz için öncelikle dağınıklıktan kurtulmamız ve elin âlemin medya yoluyla sürekli ortaya atıp insanları meşgul ettikleri iddialara, isnatlara takılmamamız lazım.
  • İhtimallere binaen planlar oluşturmaktan sakınmak lazımdır, zira onun arkasında çok büyük bir su-i zan vardır. Herkesin kötülük yapabileceği ihtimaline bağlı plan ve projeler oluşturmak çok ciddi bir su-i zan ihtiva eder. Su-i zan da bazen insanı tepe taklak götürebilecek bir günahtır.
>

“Gayr-ı meşru muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir.”

  • Dengede kusur etmemek lazım; herkes ne kadarsa, o kadar alaka göstermek lazım. Delice, divanece alaka gösterilecekse şayet o Allah’a, İnsanlığın İftihar Tablosu’na, Hulefâ-yı Râşidîn’e ve derecelerine göre Ashab-ı Kirâm’a karşı gösterilmelidir. Toplumda ihya edilmesi gerekli olan duygular bunlardır.
  • Biz Allah sevgisi mahrum-zedeleriyiz.. biz Peygamber sevgisi mahrum-zedeleriyiz. Kaç insan gösterebilirsiniz eskiden olduğu gibi camilerde Hazreti Ruh-u Seyyid’il-enâm bahis mevzuu edildiği zaman bayılıp düşüyor, kalb masajı yapıp onu yeniden hayata döndürüyorlar. Hiç gördünüz mü böyle birisini!..
  • Anlatılan gerçeklerin, vicdanlarda ma’kes bulmasının bir tek yolu vardır; o da, gönülden inanmak ve inandıklarını yaşayıp anlatmak. Cenâb-ı Hak Hazreti İsa’ya, Ey İsa! Önce kendi nefsine nasihat et; o, bu nasihatı tuttuktan sonra başkalarına hayırhâh olmaya çalış; yoksa benden utan.” buyurur.

Rabb-i Rahîm’den selam ve cahiliyede şâir

Dinleyeceğiniz bölümde özellikle şu ayet-i kerimelerin tefsirlerine dair bazı nükteler bulacaksınız:

لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
“Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir. Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır.” (Yâsîn, 36/57-58)

وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُبِينٌ
“Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.” (Yâsîn, 36/69)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Reyhanlı şehitleri ve vahşetin çaresi

Fethullah Gülen: Reyhanlı şehitleri ve vahşetin çaresi

Reyhanlı’da ortaya konan canavarlığı hayvanların bile yapmayacağını bir örnek vererek dile getiren Fethullah Gülen Hocaefendi, şefkatli anaların yurdu olan ülkemizi dört bir yandan saran şer odaklarının onu canavarların yurdu haline getirmek istediklerini belirterek “Allahım öyle bir şeyin rüyasını bile bize gösterme!” diye dua etti.

Sabahın müjdecisi karanlıklar ve erdiğini bilmeyen kahramanlar

  • Itrî Mustafa Çelebi (Buhûrizâde) ne hoş söyler: “Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr'sun / Mihr-i âlem-gîrsin baştan ayağa nursun!” Böyle sözler söyleyen ve Allah Rasûlü’ne muhabbetini ifade eden insanlar, sadece bizim tarafımızdan değil, melekler, ruhânîler ve mü’min cinler tarafından da yâd edilirler. İnsanlığın İftihar Tablosu, zaten kazanmış gitmiştir; O’nu böyle yâd edenler, o senalarıyla kendileri kazanırlar.
  • Her nimet hamd ü sena ve şükürle karşılanmalıdır ki yeni nimetlere davetiye çıkarılmış olsun.
  • En olumsuz hadiseler karşısında bile Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetinden hiç ümit kesmemek lazım.. hep bir kapı aralığı bırakmak lazım. Belalar ve musibetler o kapıların arkasına gelseler, girseler, sonra da üst üste sürgüler vursalar, ne yapıp yapıp yine bir aralık bulmalı ve hep Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetine bakmalı.
  • İnsan hangi hadiseyle karşı karşıya kalırsa kalsın, Hazreti Adem gibi hemen doğrulmasını bilmeli, sair enbiyanın yaptığı üzere halini Allah’a arz edip boğucu mülahazalardan sıyrılmalıdır.
  • Gece gündüz hep birbirini takip edegeldiği gibi bela ve safa, mağlubiyet ve mansuriyet tenavübiliği (nöbetleşmesi) de söz konusudur. Yer fiziğindeki değişimler gibi, milletler tarihinde de sürekli, dönüşüm “devr-i dâimler”i yaşanmış ve her zaman zirveler düşüşlerle noktalanmış, çukurlar da şâhikalarla nefes almıştır. Yani hadiseler hiçbir zaman aynı çizgide cereyan etmemiş, aksine geceleri gündüzler, kışları da baharlar takip edegelmiş; yer yer bazı milletler, bayramlarla-seyranlarla kucaklaşırken, bazıları da mâtemlerle, inkisarlarla kıvrım kıvrım yaşamış.. ve zaman gelmiş her şey tersine dönmüş; gülenler ağlamış, ağlayanlar da gülmüş... Bu husus, insanın şahsi hayatında da benzer şekilde cereyan etmektedir. Zaten, dünden bugüne hemen her zaman bizde, ümit daha önde, beklentiler ilâhî inâyet destekli; yeis ve inkisar ise, birkaç adım geride ve Allah’tan kopuk kalblerin isi-pası olarak bilinegelmiştir. Evet yeis her türlü kemâlâtı engelleyen bir mânia, iradeyi felç eden bir maraz ve insanı boğan bir bataklıktır.
  • “Âbistan-ı sefâ u kederdir leyâl hep / Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar ” (Geceler hep safa ve kedere gebedir. Gün doğmadan gecenin dölyatağından neler doğar.) (Rahmî)
  • Her sıkıntı bir kolaylığa gebedir ama haml müddetine sabretmek gerekir. İmam Sühreverdî ne hoş söylemiştir: “Karar kararabildiğin kadar! Karar ki, karanlığın açılması en çok koyulaştığı zaman başlar.” Karanlık oldu diye onun içinde gömülüp gitmemeli; o karanlığın içinden bile sürekli ışığa yollar vurmalı.. Allah varken, niye karanlığın içinde ışık olmasın ki?!. Tabiat hâkim değil ki!.. Tabiat O’nun bir kitabıdır; O’nun tasarrufu altındadır; kapkara şeyleri siler bembeyaz şeyler yazar onlar yerine!..
  • Nimetlerle küstahlaşmamalı, musibetler içinde de boğulmamalı!.. Nimetler karşısında hamd ü sena ile gürlemeli; beriki olursa da Allah’ın o mevzudaki takdirine rıza göstermeli!..
  • En güzel ermişlik, erdiğinin farkında olmayanlarınkidir. Erzurumlu olup Ege’de yaşayan Kurban Dayı ve Abdülhamid Han hazretlerinin yaveri Medet Efendi öyleydiler.
  • Henüz 12-13 yaşlarında iken, Abdülhamid Han hazretlerine yaverlik etmiş Medet Efendi diye bilinen bir şahısla beraber aynı binada kaldım. İttihatçılar 31 Mart hâdisesinde Abdülhamid’i tahttan indirince onu da deli diye tımarhaneye atmışlar. Tuhaf hâlleri vardı.. Alvar İmamı onun hakkında, “Bu, ermiş; fakat farkında değil.” derdi. İşte onunla kaldığımız dönemlerde her gün bana pardösüsünün cebinden portakal çıkarır verirdi. Çocukluk bu ya.. bir gün “Bu cep bu kadar portakal alır mı?” dedim ve elimi o cebe soktum; bir de ne göreyim, cebin dibi delik!..

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Seçkin kullar ve engin duyuşlar

Seçkin kullar ve engin duyuşlar

Taklit; başkasının fikir ve düşüncelerini doğruluğunu test etmeden kabullenmek, onun hal ve hareketlerini tekrarlamak, ona benzemeye çalışmak ve bir şeyin “kalp”ını yapmak demektir. Bir insanın, bir hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden, anne-babasından ve çevresinden görüp işittiği şekilde inanmasına ve inandığı esasların doğruluk derecesini ve hakikatini araştırmadan onları kabul etmesine “taklîdî iman” denir.

Sev ve şefkat et ki gerçek Müslüman olasın!..

Sevmek için bilmek lazım geldiğine değinen Fethullah Gülen Hocaefendi, hilkatteki manaları anlayan insanların Cenâb-ı Hakk’ın sanat eseri olmaları açısından her mahluka sevgi ve şefkatle bakacaklarını, hatta bazen ağaca sarılıp, çiçeği öpüp koklayıp “Bu da O’ndan!.” diyeceklerini ifade etti.

Şefkatin bir tabiî (insanın özünde bulunan) bir de iradî çeşidinin bulunduğunu dile getiren Hocaefendi, tefekkür, tedebbür ve tezekküre bağlı iradî şefkatin daha kıymetli olduğunu belirtti.

Alvarlı M. Lutfî hazretlerinin “Sakın incitme bir cânı / Yıkarsın arş-ı Rahman'ı” sözünü hatırlatan Hocaefendi şu hususları seslendirdi:

  • Madem ‘Allah ahlakıyla ahlaklanın!’ buyuruluyor. Öyleyse, Allah şefkat ediyorsa, siz de şefkat edin. Allah’ın rahmeti gazabına sebkat etmişse, sizin de öfkeleriniz, hiddetleriniz, şiddetleriniz, nefretleriniz, kinleriniz mülayemet hissiniz altında preslenmeli, ezilmeli ve sesini çıkarmamalı. Sizin şefkatiniz, re’fetiniz, merhametiniz içinizdeki olumsuz duyguları baskı altına almalı; ‘Hayır efendi, konuşamazsın, burada ben varım!’ demeli.
  • İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalatü vesselam) sahabîlerle oturduğu bir yerde yılan görüyorlar. Sahabeden bazıları o yılanın üstüne yürüyünce yılan bir deliğe kaçıp saklanıyor. Bunun üzerine Efendimiz “O sizin şerrinizden kurtuldu, siz de onun şerrinden kurtuldunuz!” buyuruyor. Yılan için “sizin şerrinizden kurtuldu” diyor.
  • Cenâb-ı Hak kâinata nasıl, ne denli ve ne keyfiyetle tecellî etmişse, bütün bu tecelliler bir yönüyle insanda vardır. Bu vaziyetiyle insan, kâinatın bir nüsha-i kübrâsı, bir misal-i musağğarı mahiyetinde ve Allah’ın bütün esmâsının nokta-i mihrakiyesi şeklinde görülür. Bir yönüyle, Allah’ı tanımak için insana bakmak kâfidir. Binaenaleyh insan, Allah’ın bir mir’âtı/aynasıdır. Bu açıdan da her mü’min ve derecesine göre de diğer insanlar aziz bilinmelidir.
  • Bir mü’min başkalarına bakarken meseleyi insan yörüngesinde ele almalı ve her şeyden evvel “insan” demelidir. Şu ırktan, şu bölgeden, şu coğrafyadan, şu anlayıştan demeden evvela “insan” deyip onu insan yörüngesinde ele almalıdır.
  • Bir savaş sonrası esirler arasında çocuğunu arayan bir kadın, sağa sola koşuşturup durmaktadır; koşturup durmakta ve kendi çocuğu diye bazı çocukları alıp bağrına basmaktadır. Kendi çocuğu olmadığını görünce onu da bırakıp aramasını sürdürmektedir. Arayan bulur fehvâsınca nihayet o da çocuğunu bulur, onu bağrına basar ve koklamaya durur. İşte o esnada Allah Rasûlü, sahabilerine bu tabloyu gösterir ve “Şu anneyi görüyor musunuz? O, bağrına bastığı bu çocuğunu hiç Cehennem’e atar mı?” der. Ashab cevaben, “Atmaz yâ Rasûlallah.” derler. Bunun üzerine Allah Rasûlü de, “Allah kullarına karşı o anneden daha merhametlidir.” buyurur.
  • Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin!”
  • Zikredilen hadis-i şerifin bazı rivayetlerinde şu cümle de naklediliyor: “Yeryüzünde başkalarına merhamet ve şefkat kucağı açanlara Allah (celle celaluhu) da rahmet kucağı açar.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.