"Sükûtun Çığlıkları"nı Duymak!..

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, Sızıntı Dergisi'nde neşredilen son yazısını (sessiz çığlıklarını) acı, hüzün, elem ve biraz da hayretle okudum. Acı, hüzün ve elemle okudum; zira, iftira ve yalana kilitlenmiş azınlık bir kesimin "düğmeye basma"sıyla başlayan yaklaşık dört sene önceki "karalama ve bitirme kampanyası" bir kere daha hayalimde canlandı bütün çirkinliğiyle. Zihnimdeki o bühtan dönemine ait nahoş sahnelerden kurtulunca da hayrete kapıldım. Muhterem Hocaefendi'nin o günlerde ve sonrasındaki üslubu, tavır ve duruşu, kendine yakışır tutumu ve onun bu hâline rağmen, ifsada açık ruhların hiç insafa gelmemesi, "yanılmışız" diyememeleri karşısında şaşakaldım.

Hocaefendi bir diyalog sürecine öncülük etmişti. Onun gayretleri sayesinde, uzun bir dönemden sonra ilk defa sevgi günlerinin şafak emareleri belirmişti millet semâmızda. Birbirimizle kucaklaşıyor, birbirimizden haberdar olmanın, birbirimize kavuşmanın, hatta birbirimizi bir kere daha keşfetmenin inşirahıyla hep sevgi türküleri söylüyorduk. Sevenler ve sevilenler olarak teneffüs ettiğimiz sımsıcak hoşgörü atmosferinde, derin bir şefkat ve merhametle yürüyorduk kinin, nefretin bulunmadığı günlere.. sevgiyi sevme, nefretten nefret etme ve sînelerimizdeki düşmanlık duygusuna karşı tavır alma istikametinde ümitle yol alıyorduk. O döneme ait gazete sayfaları dostluk fotoğraflarıyla pırıl pırıl; haber bültenleri "herkesi kendi konumunda kabul" anlayışının aydınlattığı diyalog toplantılarından anekdotlarla apaktı.

Heyhat! Sayıları az da olsa ülkemizde "huysuz ruhlar" da yok değildi ve onlar, birer gulyabâni gibi her köşe başını tutmuşlardı. Hayatını şiddete, hiddete, kine, nefrete bağlamış ve düşmanlıktan başka bir şey düşünmeyen bu marjinal kesim, dostluk, sevgi ve kardeşlik istemiyordu. Onların emel ve arzusu, bu millet fertlerinin sürekli kavga etmesi; pozitif enerjisini, birbirleriyle vuruşmak suretiyle tüketmesiydi.

Hemen harekete geçtiler; "hoşgörü", "diyalog", "sevgi", "herkesi kendi konumunda kabul etme" ve "kavgasız bir dünya".. gibi kavramlara karşı âdeta savaş ilân ettiler. Milletin değişik kesimleri arasına sûizan ve kuşku tohumları saçtı; sonra da akla–hayale gelmedik iftira ve tezvirlerle hoşgörü temsilcilerini karaladı; onların en samimî davranışlarını dahi evirip–çevirip hiç olmayacak bir kısım gayelere, hedeflere bağlayarak bütün hayırlı işleri âdeta kundakladılar.

Bir daha dirilmez sandığımız bütün kötü duygu ve fena tutkuları yeniden hortlattı; bir Karmatî hezeyanıyla her şeye saldırdı, bir Hâricî mantığıyla her fikir ve düşünceye muhalefette bulundu; bir anarşist tavrıyla her hayırlı faaliyete tecavüz etti; kinin, nefretin, gayzın, öfkenin güdümünde vahşetten vahşete koştu; sevgiye, hoşgörüye uzanan köprüleri yıktı, seven ruhları sindirdi, muhabbetle çarpan sînelere nefret aşıladı, birlik ruhunu kesip biçti; dahası, en yararlı sözleri, beyanları sağa–sola çekti, böldü, parçaladı, montajlarla farklı kalıplara soktu ve tahribin en utandırıcı örneklerini sergilediler.

Asil Duruş...

Peki, bunlar karşısında Hocaefendi ne yaptı? Tabii ki, yapılan onca güzel iş ve gayretin baltalanması ve onca olumlu gelişmenin tahrip edilmesi karşısında çok üzüldü; olup bitenler ne zaman aklına gelse, hayalinin yüzünü başka tarafa çevirmeye ve bir "kâbus" olarak düşündüğü realitelerden kaçarak hafakanlarını bastırmaya çalıştı. Uzaklarda olmasına rağmen, zihnine akan meş'ûm bilgilerle inledi, kıvrandı ve kim bilir günde kaç defa Rabbisine el kaldırıp, "Rabbenâ feracen ve mahracen." deyip sızladı.. Her mazlum gibi, önce Allah'a sonra da Anadolu insanının temiz vicdanlarına sığındı. Bağırıp çağırmadı, hak iddiasına düşmedi, kötü sözlere aynıyla karşılık vermedi; hatta çok uzun bir dönemde ancak temelleri atılan dostlukların bir çırpıda iftiralara kurban verilmesine karşılık muhataplarına darılmak şöyle dursun, aksine onları mahcup etmemek için hususi gayret gösterdi. Yazdığı makalelerinde sürekli "Gelin Bir Kere Daha Kendimiz Olalım", "Gel Gönüllerimizle Konuşalım" çağrısı yaptı; atf–ı cürümlerde bulunmadı, "Ey nefis" deyip bitevî kendini sorguladı. Ve o kendine yaraşanı yaparak hem bir üslup ve edep dersi verdi; hem de duyabilenler için "Sükutun Çığlıkları"yla konuştu.

Şöyle diyor son makalesinde: "Yıllar var ki, sükûtun çığlıkları hep sesimin önünde uğulduyor; zulmü lanetlemek, zalimin yüzüne tükürmek, müfterîye ağzının payını vermek, mütecâvizin sesini kesmek, komplocuya "yeter artık" demek tâ dilimin ucuna kadar geliyor ve tabiatımın cidarlarını zorluyor; ama, kimseye bir şey diyemiyor/demiyor; Allah'ın görüp bildiğini düşünüyor, olup bitenleri kaderin mutlak adaletine bağlıyor, bir iki yutkunuyor; sonra da yeniden bütün hiddet ve şiddetimi her zaman muhabbetle çarpan kalbime emanet ediyor; karakter, düşünce ve üslûbumun hatırına herkesin yalan–doğru sesini yükselttiği durumlarda ben bir "Lâ Havle" çekip "buna da eyvallah" demekle yetiniyor, hayret ve dehşet televvünlü sessizliğime gömülüyorum."

Sessizliğe Gömülen Vicdan

Hocaefendi'nin sessiz gibi duruşu, –kendi ifadesiyle, her mü'minde olması gereken– bir karıncayı bile incitmeyecek kadar incelik ve şefkatinden, emniyet ve güven felsefesinden, insanî değerlere saygısından, herkese merhametinden ve her işini Allah'a havale etmesinden ileri gelmektedir.

Aslında, onun ruh dünyasında her zaman birbirinden daha ürpertici hüzün resimleriyle, milletini içinde bulunduğu gâilelerden kurtarma humması iç içedir; hafakan ve ızdırapları dâim, beyin fırtınaları ve diriliş hamleleri de mütemâdîdir. Onun gönlünün ezelî şiiri, daha doğrusu sessiz çığlıkları hemen her zaman ışığa çağrı ve karanlığa karşı da aydınlatma ruhuna bağlı cereyan etmektedir.

Bundan dolayı, mezkur yazıda şöyle demektedir: "Başkalarını yaşatma ve ebedî saadete hazırlama adeta tutkumuz oldu; biz hep "yaşatma" diyecek ve gerçek insanî ufka kilitlenerek her yanda insanlığı "ba'sü ba'del mevt"e götürecek mülahazalarla nefes alıp verecek.. horlanıp hakir görülmelere aldırmayacak.. irtica yaygaralarına pabuç bırakmayacak.. iftira, tezvîr ve çeşit çeşit isnatlarda bulunanlara küsmeyecek, gönül koymayacak.. en amansız ve imansız tecavüzleri, tasallutları dahi sinelerimizde yumuşatacak, içimiz ağlarken gülmesini bilecek.. ve kimse incinmesin, insanlar rahatsız olmasın diye hafakanlarımızı içimizde baskı altına alıp sustuğumuz aynı anda his dünyamızdaki mağmaların gürültüleriyle oturup kalkacak ve hemen her zaman insan olarak yaratılmış olma özel konumuna göre bir duruş içinde bulunmaya çalışacağız..."

Evet, Hocaefendi hakkındaki mahkemeler neticelendi; iddiaların birer iftira ve yalandan ibaret olduğu, "düğmeye basanlar"ın hoşgörüye tuzak kurduğu, diyaloğu komploya getirdiği ortaya çıktı. Fakat, Hocaefendi, yine de müfterilerin suratlarına tükürmedi; onlara kanıp da dostluk köprülerini atanların suçlarını yüzlerine vurmadı.

Keşke onlar da, "Sükûtun Çığlıkları"nı duysa ve yapıp ettiklerinden utansalardı!.. Hadi, milletimizin gelişip büyümesini istemeyen bazı dış güçlerin piyonluğuna soyunmuş zavallılardan böyle bir nedamet ve hakperestlik beklemeyelim; beklenmez de.. Ama ne olurdu, hiç olmazsa onlara kanıp ardlarına takılanlar, o marjinal grup tarafından kandırılıp Türkiye'nin aydınlık geleceğini karartma hususunda onlarla beraber çalışanlar bu çığlıkları duysalardı. N'olaydı, milyonda bir ihtimali dahi değerlendirip diyalog gayretlerinin altında menfi garazlar arayanlar, müsbet düşünmeye hiç yanaşmayan ve dolayısıyla önlerindeki binlerce güzel örnekten hiçbirini göremeyenler –eğer milletin menfaatini düşündükleri hususunda samimi iseler– bir kerecik olsun "Sükutun Çığlıkları"na kulak verselerdi!..

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.