Burada Ölsem Ne Güzel Olur!

Vefatından iki gün önce bir dostuna derinden derine iç geçirerek "Burada ölsem ne güzel olur!" demişti. Aslında bu kutlu mekâna adımını attığı günden bu yana, ölüme hayattan bir adım daha yakın bir ruh haleti içinde etrafındaki herkesten helallik diliyordu.

Adeta yalvaran bir ses ve seda ile: "Geçmişte iyi-kötü günlerimiz oldu. Ne olur hakkınızı helal edin." Kim bilir kaç kişiye demişti bu sözü son üç-beş gün içinde. Bu helallik dileği sizin vicdanlarınıza neyi fısıldıyor, zihninizde nasıl bir ruh haletinin canlanmasına vesile oluyor bilemem ama büyük fotoğraf bu; özellikle hukukunun olduğu herkesle helalleşmek. Helalleşmek deyip geçmeyin, Kırık Testi'nin Mimarı günümüzde cihada benzer bir mülahaza olarak bakıyor buna.."

Ahmet TaluBu büyük fotoğrafı oluşturan kareler var: "... Bey de gelecek mi? Onunla da bir helalleşsem." Bir başka kare; vefat ettiği mekâna geliş gayesini teşkil eden Zat ile bu bağlamda özel olarak görüşebilmek için randevu talebi. Hem de üç-dört defa. "Beni özel görüştür. Helallik dileyeceğim kendisinden." Bu hususi görüşme talebi geri dönüş gününe çok olduğu için ölümüne kadar ertelenmiş. Ama kimse merak etmesin, işte herkesin gözü önünde, yaşlı gözlerle, "siz de dünya-ukba şahit olun" tembihatları ile söylenen helallik: "Talebeliğinden bu yana tanırım. Olumsuz bir şeyine şahit olmadım. Olduysam bile şu an hatırlamıyorum. Hakkım varsa, helal olsun!"."

Bu fotoğrafın en net karesi ise vize görüşmesinde. 9 yıldır tam 8 defa otağında yetiştiği, kucağında büyüdüğü Kutlu Zat'ın ocağına bir kere daha kevserlere bedel zemzem misal sohbet sularından kana kana içebilmek, dünya gözüyle rehberini, rehnümasını bir kez daha görebilmek, O'nun şefkat dolu, merhamet dolu kucağına o koca bedeni ile bir kez daha oturabilmek ve mübarek ellerini öpüp "Hakkını helal et Hocam" demek için vizeye müracaat ediyor. Ama sonuç her defasında ret. Tabii ki bu ret'ler onun elemine ayrı bir elem, kederine ayrı bir keder, hüznüne ayrı bir hüzün, gurbetine ayrı bir gurbet ilave ediyor. Bu ret'lerden kaynaklanan manevi ızdırap, ona yıllardır süren ve kendisini adım adım kabre götüren amansız hastalığının verdiği acıdan daha fazla acı veriyor.."

Vize görüşmesinde konsolosun, "8 defa ret yemişsin. Neden hâlâ bu ısrarın?" sorusuna verdiği cevap büyük fotoğrafın en önemli karesi: "O, benim 30 yıllık Hocam. Son bir defa görmek, kendisi ile helalleşmek istiyorum." Bu söz, gönül sazının bam teline keskin bir mızrapla dokunmuş gibi tesir meydana getiriyor muhatabın vicdanında ve 9 yıldır 8 defa reddedilen vize talebi kabul ediliyor. O, bu taraflara İzmir'den iki dostu helallik almaya ya da ölmeye gelirken, havaalanında ilk günlerden bu yana ismini taşıdığı Mustafa'ya (sas) layık olmak için gönüllüler hareketine destek veren, hizmet dendiği an Ok gibi yerinden fırlayan ağabeyinin ölüm haberi ile sarsılır. Hayıflana hayıflana, iç geçire geçire 10 saatlik yolculuğunu tamamlar.."

Aslında kendisi çam yarması gibi devâsâ bir insandı. Vefatından 3 gün önce gördüğümde, 8 yıldan beri görmemiş olmanın da şaşkınlığı ile, "Abi çok zayıflamışsın." demiştim kendisine. "Bu benim 27 kilo almış halim." karşılığını vermişti bana. Gerçekten maddeten devâsâ birisiydi; ama dünya ona küsmüş ve bu hallere düşmüştü. Fakat bu düşüşün düşüş değil, yükseliş olduğunu helallik dilemek için kilometrelerce öteden yanına geldiği Zat'ın ağzından dökülen şu sözlerle öğrenir: "Bazen dünya insana, bazen de insan dünyaya küser. Dünyanın insana küsmesi Allah'ın bir iltifatıdır." Böyle der ama hemen arkasından "Bir konsültasyon heyeti kurulsun. Doktorlar ona benim gözümdeki kıymeti ile baksın. Aşçılar yiyebileceği yemekleri özel olarak yapsın." ilavesiyle sebeplere riayet adımını atar. Öyle zannediyorum ki ister yapılan bu tesbit, isterse esbaba müracaat adımının ardından yapılan iltifatlar onun gönlüne ayrı bir inşirah vermiş, belki de bütün bütün çektiklerini unutturmuş, Rabbisine hamde sevk etmiştir.."

Evet; o hissetmişti ölümü. Bu kesin. Hastalığını, hastalığının ciddiyetini hafife alıp, alabildiğine uzun seyahati bütün sıkıntıları ile göğüslemesi bunun göstergesi olduğu gibi, misafir kaldığı mekânda hep ölüm eksenli konuşmaları da ayrı bir göstergedir. "Bu hastalığın dermanı yok. Siz tabutumu taşımaya gelin." diyor ölümünden bir gün önce, "İstediğin yemeği yaptırırım, evim şurada." diyen eski bir dostuna. Yakından tanıyanlar bilir; kendisine has bir üslubu vardı merhumun; o üslubu içinde: "İlaç alsan ne olur, almasan ne olur. Ölüm gelince imamın kayığına binip gidersin." demişti ölümünden birkaç saat önce. "Ne oldu abi! Emekli olmuş gibi konuşuyorsun." denildiğinde yine aynı üslupla: "Tabii ki emekli olduk ve geriye çekildik. Zıpkın gibi gençler yetişti, onlara yol açmamız gerekiyordu."

Yazının sonunda hâlâ kimden, kimlerden bahsediyorsun diyorsanız; zeval vaktinde güneşi gösterme olarak algılansa da söyleyeyim: Biri öğretmenlik hayatında kendisi gibi nice yüzlerin-binlerin üzerinde emeği olan merhum Ahmet Talu, diğeri ise dünyanın dört bir yanında insanlığın imdadına koşan, insanları insanlık mertebesine çıkması için her türlü fedakârlığa katlanan binlerce-milyonlarca Ahmet Talu'ların Hocaefendi'si, mürşidi, mübelliği Fethullah Gülen Hocaefendi. Başınız sağ olsun, ateş önce beni, sonra düştüğü yeri yakan diyen Hocam! Başınız sağ olsun Ahmet Talu Ağabeyimin mualla eşi ve çocukları! Başınız sağ olsun onun eşi, dostu, akrabaları ve tüm sevenleri. Ve zenbin mağfur, amelin ve niyetin makbul, makamın cennet olsun Ahmet Ağabey! Ölümünden bir-iki saat önce bir dostuna "Ben ölürsem bana hatim okur musun?" demiştin. Endişen olmasın, gözün arkada kalmasın, dünyanın dört bir yanında, ruhuna ahiret yolculuğunda enis olmak için yüzlerce-binlerce hatim sıraya girdi. Farkındasındır, eminim.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.