Devlet de Yanılabilir
İzlenim
Gülen ve Saygı
Gülen'le hem misafirhanede hem de New Jersey'de yeğenlerine ait kaldığı evde konuştuk. Buradaki ev daha sade. İçindeki eşyalarla, eşyaların dizaynıyla tipik bir Türk evi. İnsan yeniden düşünmeden edemiyor, bir insan nasıl olur da kapalı bir mekânda bu kadar uzun süre kalabilir? Gülen çok farklı bir kişilik, onu anlamak, analiz etmek çok zor. Gülen, fikrini ifade ederken, hislerini saklama gereği duymadı konuşurken. Gülen'in dikkat çeken yanlarından birisi; kimsenin kendisine ayağa kalkmasına izin vermiyor. Odaya girdiğinde misafirlerden o hassasiyetini bilmeyenler saygıdan ayağa kalkıyor, o ise her defasında, memnuniyetsizliği yüzüne yansıyarak, "Yapmayın, acemlerin büyüklerine ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın" diyor ve ancak oturduklarında odaya giriyor. Bu durum onda anlaşılması zor bir mahcubiyet oluşturuyor.
Adınız çoğu zaman devletle anıldı. Nedir sizin için devletin karşılığı?
Ben, 'Devlet lazımdır, yıpratılmamalıdır' gibi ifadelerle devlet hakkında takdirlerimi -takdir kelimesini tercih yerinde kullanıyorum- dile getirirken, 'en kötü devlet bile devletsizlikten iyidir' kaydını mutlaka düştüm; devleti kutsal görenler gibi takdis etmedim. Böyle bir tercihi de lüzumlu görüyorum, çünkü, devletin olmadığı yerde anarşi, kaos ve başıbozukluk hâkim olur. O zaman fikirler saygı görmez, din-vicdan hürriyeti kalmaz, hakka saygıdan bahsedilemez. Ayrıca bazı zamanlarda insanımız devletsizlikten çok çekmiştir. İşte bu gibi sebeplerden dolayı devletin yanında olmayı aynı zamanda vatandaşlık görevi olarak görüyorum.
Eğer bir de size saygı duyan, sözlerinize ve düşüncelerinize itibar eden insanlar varsa, onları yanıltmamak, ifrat ve tefrite düşmelerine mani olmaya çalışmak gibi bir vazife de ayrıca karşınızda duruyor demektir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır: Güzel görüp, güzel düşünme, güzel değerlendirmelere varma yolunu tutuyorsak, meseleyi –günümüzde bazı muhaliflerin yaptığı gibi- sürekli tenkide, tahribe, muhalefete, kine, düşmanlığa nefrete bina etmekte fayda mülahaza etmiyorsak, bu bazı yanlışları görmemize rağmen, onları sinemize çekerek yaptığımız bir tercihtir. Yoksa, 'devlet masumdur, peygamberane bir ismet içindedir, ne yaparsa isabetlidir, asla hata yapmaz' gibi mülahazalarım hiçbir zaman olmadı. Onlar da yanılabilirler.
Sizi fazla devletçi bulanlar olduğu gibi devleti ele geçirmek için planlarınız olduğuna inananlar da var. 1999'da yayımlanan kasetler delil gösteriliyor. Sizin için devlet, ele geçirilmesi gereken bir hedef mi?
Devlete talip olanların hangi yoldan gideceği bellidir. Eğer böyle bir talebim olsaydı, bu milletin bir ferdi olarak ben de o yoldan gidebilirdim. Bağışlarsanız burada sadet harici bir hususu ifade etme lüzumu hissediyorum: Bu tür konularda açıklama yapmak bir yönüyle nefis tezkiyesi (temizlemek) manasına geldiği için çok sıkılıyorum. Çünkü, nefis tezkiyesinde bulunmak, temelde benim düşünceme ters düşüyor. Bu sebeple, sıkılarak diyorum ki, acaba, altmışını geçmiş bir insan hakkında bu tür vehimlere kapılanlar, 'bu insan nasıl yaşamış? Tercihlerini hangi istikamette kullanmış?' diye hiç düşünmüyorlar mı? Arkadaşlarım –bazen açık bazen kapalı ama her zaman- 'dünya ile alakamızı keselim, hayatımızı Cenab-ı Hakk'ın rızasını kazanmaya adayalım, Allah'ın ve Hz. Peygamber'in adını etrafa duyurmaktan başka gayemiz olmasın' demişimdir. Eğer ben dünyaya talip olsaydım, devletin başına geçmek isteseydim, gençliğimden itibaren bu tür taleplerin gerçekleştirilebileceği yerlerde bulunmaya bakardım. Halbuki benim tercihlerim bellidir. Gençlik heveslerinin galeyanda olduğu günlerini bir cami penceresinde, -bugün bile hatırladıkça burnumun kemiklerini sızlatan- bir tahta kulübede geçirmiş bir insan ne düşünmüş olabilir ki? Kaldı ki, o dönemde sevenlerimiz, sempati duyanlarımız adına bazı teklifler de geliyordu.
Siyasi anlamda mı?
Hem siyasi manada hem de daha farklı, benim boyumu aşacak, hiçbir zaman yapamayacağım işler de teklif edildiği olmuştur. Bağışlayın, bunları açıklamaktan sıkıldığım için tasrih (açıklama) etmeyeceğim.
Şimdi, gençliğinde ayağına kadar gelmiş bu tür fırsatları elinin tersiyle itip tahta kulübesine yönelmiş bir insan, her geceyi 'bu gece son gecem olabilir' mülahazalarıyla geçirdiği dönemde neden ona talip olsun ki? Zannediyorum, bu iddiaların hepsi birtakım garazlardan doğuyor.
Peki neden bu kadar uzak duruyorsunuz? Bir mahzur mu görüyorsunuz?
Hayır, Bir mahzur gördüğümden değil. Eğer devleti yönetme arzum olsaydı ben de bir yerden adaylığımı koyardım ve kimsenin de bir şey demeye hakkı olmazdı. Ama daha evvel de arz ettiğim gibi, benim gönlümü dolduran, hayallerimi süsleyen şeyler başka. Ben Ahmet Serhendi'lerin, Gazzali'lerin, Harrani'lerin, Akil Mübenci'lerin yaşadığı gibi yaşamayı, onların izini sürerek Hz. Peygamber'in hayat tarzına ulaşmayı ve o yolla Rabbimin rızasını tahsil etmeyi tercih ediyorum. Ülkemizde bulunan kalbi selim, aklıselim, vicdanı engin ve aklı eren vatandaşlarımızdan bu işe talip olanlar çıksın, devleti yönetsin. Biz de fikren onlara destek olalım. Faydalı olabileceğimiz noktalar olursa onların istifadesine sunalım. Zaten böyle olursa maksat hasıl olur.
Devletin başında sizin görüşlerinize ters düşen birisi olursa?
Olabilir. Ben bu mevzuda hiçbir zaman saplantı yaşamadım. Devletin başına kim geçerse geçsin aklen de, vicdanen de onu kendi devletim kabul ettim. Mesela, benim devleti ilk tanımam, gençlik dönemimde, merhum Menderes'le oldu. Konuşmalarını hayranlıkla dinlerdim… Anadolu insanıydı, bizim gibi konuşuyordu, civanmertti; haksız yere idam edilişinin inkisarını yaşadım hep.. Demirel devletin başına geçtiği zaman bir yönüyle onu da takdirle karşıladım; fikren de olsa her zaman destek olmaya çalıştım, bir ölçüde destek olunduğunu da zannediyorum.
Turgut Özal ve Bülent Bey geldiği zaman onları da takdirle karşıladım. Zaten ondan sonrasını biliyorsunuz; Mesut Bey'le de, Tansu Hanım'la da görüştüm. Hatta, o zaman bir kısım kargaşaların yaşanma ihtimalini yüksek gördüğüm için, ikisinin bir araya gelmesi halinde yüksek bir oy potansiyeli olacağını ve kargaşanın önünü alma imkânının doğacağını anlatmaya çalıştım. Bu görüşmelerin şahitleri de var. Hasılı, devleti idare eden kim olursa olsun, 'milletimiz kargaşa yaşamasın, anarşiye sürüklenmesin' gibi mülahazalarla her zaman onların yanında olmaya çalıştık. Bizim derdimiz, devletimizin saygınlığının korunması, dinimize dokunulmaması, dinimizi yaşayabilme imkânlarının sağlanmasıdır.
"Fethullah Gülen hedeflediği teokratik diktatörlüğe yumuşak geçişi sağlamak için başkanlık sistemini destekliyor" diyenler olabilir demiştim. Fakat net bir cevap almadım?
En gelişmemiş toplumlarda bile insanlar sözleri ve yaptıklarıyla yargılanır ve bunlara bakılarak haklarında hüküm verilir. Bütün yaptıklarım ve sözlerim tam 40 yıldır halkın ve hükümetlerin gözü önünde cereyan ettiği gibi, yazdıklarım da ortadadır. Eğer öyle bir mülahazam olsaydı, onlarca senedir hiç olmazsa birkaç kelimeyle o düşüncemin izleri ortaya çıkardı. Gizli hesapları olan bir insanın 40 yıl boyunca ima ve işaret yoluyla dahi bunları sızdırmadan gizleyebilmesi mümkün müdür? Oysa, bazı başka garazları olan marjinal bir kesim haricinde hiç kimsenin bu mevzuda bir şey söylemesi mümkün değildir.
Hem bir ayağı mezarda bir insanın, o mevzuda gerçekten bazı istekleri olsa bile bunu nasıl yapabilir ki! Mukaddimatı hususunda hiçbir başlangıcı yok. Bir köy muhtarlığı ölçüsünde bile hazırlığı yok. Böyle bir iddia ehl-i insafı güldürür. Bu konudaki bütün iddialar tamamen vehimlere ve muhtemellere dayanmaktadır ki, -bir başka röportaj vesilesi söylediklerimi tekrar edeyim- böyle bir mantık veya mantıksızlıkla, her solcuyu totaliter komünist idare özlemcisi, her ülkücü milliyetçiyi ırkçı ve şovenist, hatta faşist veya nazist idare taraflısı olmakla suçlamak gerekir. Böyle bir paranoyaya ise deliler bile güler.
- tarihinde hazırlandı.