Takdim
Fethullah Gülen Hocaefendi, sağlık sorunları nedeniyle gurbette, Amerika’da. Doktor kontrolünde sürdürdüğü çileli hayat, onu okumaktan, düşünmekten, düşüncelerini paylaşmaktan alıkoyamıyor. Onca meşakkate rağmen, kendini iyi hissettiği birkaç dakika içinde bile sorulara cevap veriyor. Önce internet sayfalarına yansıyan ve büyük ilgi gören bu bereketli sohbetler, “Kırık Testi” başlığı altında toplandı. Neden Kırık Testi? Hocaefendi, şiirlerini topladığı kitabına da “Kırık Mızrap” adını vermişti. Bu teşbihlerin özünde engin bir tevazu gizli, ilkin onu görmek gerekiyor; bir de ifadesi tam mümkün olmayan düşünce çilesini... Kırık bir mızrapla dile gelen sazın, kalbin en derin noktalarından derlenen nağmeleri bihakkın terennüm etmeye gücü yetebilir mi? Bunu en iyi o derin noktalarda çok boyutlu seyahat eden gönül fatihleri bilir...
“Kırık Testi” önemli bir teşbih, üzerinde durulması gereken bir sembol... Sızıntısına ancak muttali olunabilen bir âb-ı hayatın remzi. Sathî nazarlar için o, cılız bir sızıntıdan ibaret. Hâlbuki o küçücük emare, iz sürmek içindir yol bulup gerçeğe erişmek isteyenlere... Bu açıdan bakıldığında yazarın tevazu ile bezediği sembolden öte, okurun ihtiyacı çıkar ortaya.
“Kırık Testi” benzetmesi, kültür atlasımızda yer alan diğer motiflerle birlikte de düşünülmeli. Ruh inceliğinden tebellür etmiş bu sembol, mânâ dünyamızın mimarları tarafından daha önce kristalize edilen başka sembollerle kesişiyor. Yunus’un diline pelesenk olmuş “dertli dolap” ne anlam ifade ediyor acaba? Niçin yalap yalap akan su, bir inlemenin ve o inleme içinde “Böyle emreylemiş Çalap” demenin sırrı oluyor? Kaderin çizdiği yol bu çünkü. “Sular gibi çağlamadan / Eyyub gibi ağlamadan / Ciğergâhını dağlamadan” ahvalin sorulmuyor...
Su, bereket demek; aynı zamanda sancı demek, çile demek... “Başını taştan taşa vuran su” üzerine kaside yazanlar, o nebevî özlemi yüreğinde duyanlardır. O ruh tecrübesini tadanlar çok iyi bilir ki, kalbin en derin yerlerinden yükselen med-cezirler, ancak küçük titreşimler çağrıştıran sembollerle anlatılabilir. O yüzden mukaddes ızdırap, Mevlâna’nın dilinde yanık bir neye dönüşür. Kâinatın ruhuna hasret üfler bu ney iniltilerle. Aslında o hasret, bir vuslat arzusudur; “vatan-ı aslî”ye doğru kanatlanan yüreklerin özlem dolu çırpınışıdır.
Bu sancı, asla ayrılığın feryadı değildir. “Derdim bana derman imiş…” diyen kalbi kırık gönül erleri, asla şikâyet etmez hâllerinden; çünkü bu mukaddes inilti, hüzün içinde huzur, itminan içinde elemdir.
Duymanın, duyup da tam ifade edememenin “Dili bağlı kalbimin, bundan pek bîzarım…” demenin yeni bir sembolüdür “Kırık Testi”.
Gurbet gölgesi düştü bu kitabın üzerine. Sağlık nedeniyle başlayan hasret günlerine, yeni bir süreç ekledi. Bu kitabı okurken o hüznü hep duyacaksınız, içiniz burkulacak... Kırık Testi “Volga Nehri’nin hazin şırıltıları”na doğru alıp götürüyor okuru kimi zaman. Kâh Erek Dağı’nın eteklerinde duyulan “Davam!” sözü yankılanıyor kitapta, kâh Ararat Dağı’nın müthiş infilakı içinde rüyalara sızan bir cümle: “Ana korkma, Cenâb-ı Hakk’ın emridir; O, Rahim’dir ve Hakim’dir!” Yüreklerimize su serpiyor bu cümle. Umutsuzluğa kapıldığımız an “Çiçekler baharda gelir. Öyle kutsî çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir…”[1] sözleri elimizden tutuyor; Bozyaka’ya, Altunizade’ye kadar götürüyor bizi. Ve gurbet ufuklarına raptediyor nazarlarımızı. Beşinci kat geleneğinin itminan ve sekine dolu atmosferi, diyar-ı gurbette daha bir uhrevîleşiyor. Sonra mehîb iki siluet, tek bir şahs-ı mânevîye dönüşüyor ve çağı kucaklıyor şefkatle. Şefkatin aşktan daha keskin bir iksir olduğunu bir kere daha öğreniyoruz böylece...
Fikrin namusu, düşünce adamını dimdik durmaya mecbur ediyor. O yüzden fikrin dedikodusunu yapmıyor Kırık Testi. Günlük telaşlara kapılmıyor, zalim tahriklere boyun eğmiyor. Vicdan kültürünü sadece hissedilerek elde edilebilen tecrübe olmaktan öteye götürüyor. Tasavvuf bahçelerinden çiçekler derliyor ve her bir çiçeğe yansıyan güzelliğin asıl kaynağına çağırıyor herkesi. Kitap ve Sünnet başta olmak üzere, dinin özünü oluşturan referanslar, herkesin anlayabileceği ve anlama ufkuna göre istifade edebileceği metinler hâline dönüşüyor Kırık Testi’de. Fethullah Gülen, tasavvufun sırlarını, kavram ayrıntılarından kaçınmadan telif ettiği Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde şerh etmişti. Halen devam eden o “zümrüt tepeler”deki seyahat, her geçen gün avamdan havâsa doğru derinleşmekte, havâsın da sınırlarını zorlayarak ehass-ı havâsın anlayabileceği yeni buudlar kazanmakta. Tasavvufun temel kavramları üzerine yoğunlaşan bu fikrî serüven, İslâm dünyasına zenginlik katan tarihî bir kitaba dönüşürken, konulara, hatta terminolojiye hakkıyla vâkıf olamayanlar için de bir boşluk meydana getirme riskini taşıyordu. İşte Kırık Testi bu açıdan da bir boşluk dolduracak. Bir yandan her yeni cildinde daha bir derinlik kazanan Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki seyahat devam ediyor. Diğer yandan, inceden inceye işlenmiş konulardaki mânâ farklarını anlama zorluğu çekenler için Kırık Testi âdeta küçük bir rehbere dönüşüyor. Bu rehber, kavramları ve onların vicdanlara yansıma biçimini basite indirgemiyor; aksine yalın bir dille tercüman olduğu gerçekleri daha derinden araştırmaya sevk ediyor. “Daha yok mu?” diyenler için, daha derinlemesine analizler barındıran eserlere çağırıyor... İlâhî hakikatleri gönül zenginliğine odaklayarak kaleme alan eserler, coşkun duyguların oluşturabileceği riskler de taşıyabilir bünyesinde. O yüzden büyük mütefekkirler, aşk u şevkin bağrında oluşabilecek iltibaslara dikkat çekmiş; mânevî âlemin yansımalarını temâşâ esnasında oluşabilecek his yanılgılarına karşı “vartalar” mührüyle uyarıda bulunmuşlardır.
Kırık Testi, itidalin, daha açık bir ifadeyle sırat-ı müstakîmin kristalize edilmiş bir örneğini sunuyor; tepeden tırnağa iç kontrolüne, nefis muhasebesine davet ediyor.
Bir yandan hizmet şevkini mayalıyor gönlümüzde muştularla; diğer yandan ilâhî mahkemenin her bir ferdi tek tek hesaba çekeceğini hatırlatıyor, kalblerimizde ürpertiler hâsıl ediyor. Havf ve recâ arasında yaşadığımız ölüp dirilmeler, bizi Rabbimize daha çok yaklaştırıyor; O’nun şefkatine, merhametine, inayetine sığınıyoruz. O sığınmanın bahşettiği huzur, bu kitabın satırları arasından yayılıyor yaralı gönüllerimize ve bizi yeni ufuklara taşıyor.
Bu mutluluğu bize lütfeden kitabın müellifi M. Fethullah Gülen’e ve bu kitabın hazırlanması aşamasında emeği geçen herkese sonsuz şükranlarımı arz ederim.
[1] Bediüzzaman, Mektubat s.415, 417 (Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Mesele).
- tarihinde hazırlandı.