Erdoğan pragmatizmi ve savrulmalar

Erdoğan pragmatizmi ve savrulmalar

Demokrasi, sade ve kimseyi diğerine karşı yüceltmeyen bir basitlik içerir. Normal bir demokraside politika yapıcı olarak başbakan ile seçmen olan vatandaş arasındaki ilişki, bir asıl-vekil ilişkisidir.

Asıl olan, seçmen; vekil olan, başbakandır. Seçmen, başbakanı, kendisini devlet denilen aygıtın zorbalığından koruması için vekil olarak seçer. Ancak Türkiye’de aksi şeyler oluyor. Başbakan Erdoğan, bir vekil olarak, bilmesi gerekenleri öğrenmediği gibi olanlardan ders almayı da bilmiyor. Sandığı, ilgili ilgisiz her şeyin önünde ve demokrasinin geri kalan tüm diğer kurumlarını, seçimlerin gerisinde görerek, kendisini taşıdığı Kafdağı’nın ardında bir tür siyasal sanrı yaşıyor ve bunun gerçekliğine herkesin iman etmesini bekliyor. Güçlerin ayrılığı içindeki denge ve denetim ihtiva eden her türden uygulamaya ve sivil toplumun gereği her türden çok sesliliğe, millet hesabını sandıkta verecek diyerek, milli irade istismarı yapıyor ve böylece, kendine verilen yetkinin hilafına, sadece devlet eliyle bir canavar inşa etmekle kalmayıp, sandığı da tanrılaştırmış oluyor. Sonra da Kafdağı’nın ardındaki o dokunulamaz makamından, varlık sebebi olan asıllarının ölümüyle sonuçlanan olayları, ‘borsa ve kur da etkilenmedi canım’ edasıyla karşılayabiliyor.

Yazık ki, AK Parti seçmeni de aslında Başbakan’ın yapıp ettiklerinin ne anlama geldiğinin farkında olmasına rağmen, seçimlerde destek vermek üzere kendini zorluyor. Başbakan’ın da ayar vermesiyle, sözde ekonomik ve politik başarıya bakarım, yolsuzluklar ve temel insani değerlerdeki zaaflar beni ilgilendirmez diyor. Başbakan ve ekibi de buna ve günahlarının bedelini ödetme noktasında bir can simidi olarak son anda ortaya çıkan Cemaat üzerine oynayarak, oyları tekrar toplamak için müthiş bir performans sergiliyor. Şimdiden tamamen menfaat ilişkisine dayalı bir koalisyon inşa etmiş durumdalar. İlk hedef, Cemaat. Bu uğurda her kesimden koalisyon üyesine rol düşüyor. Sözüm ona demokrasi havarisi, ama şimdilerin anket sever ve mahcup gazetecileri, seçmene ayar verme gayreti peşinde koşarken sergiledikleri entelektüel ilkesizlik yanında, anket sonuçlarının istatistiki sonuçlarını, dört işlem basitliğine indirgeyip yorumlayarak, seviyeyi yer yer şark kurnazlığından, sirk cambazlığına vardırabiliyorlar. Bu kadar düştükten sonra, herkesin yanıldığını ve tek doğru analizcinin kendisi olduğunu sayıklamak zorunda kalmak da cabası oluyor. Bazı önde giden liberallerin, liberal demokrasinin tüm ilkeleri ayaklar altına alınırken, lafı geveliyor olmaları, ibretlik bir hikâye olarak siyaset tarihimizde yerini alıyor. Siyasal İslamcılar ise malzeme bulmakta epey zorlanıyor ve bunları kullanmakta yalan ve iftiralara başvurarak saçmalıyor olsalar da, Cemaat ile olan hesaplarını görmek için buldukları bu eşsiz fırsatı sonuna kadar kullanma gayretiyle, aslında İslam’ı siyasete alet etmenin bedelini ödemek üzere kendileri için kabarık bir dosya oluşturuyorlar. Diğer İslami gruplar ise tarihin tekerrürden ibaret olduğunu gösterme gayretiyle bu defa, her taşın altında Cemaat var yalanına bel bağlamış durumdalar.

Her grup kendi pragmatizmi içinde savrulurken, Başbakan, ustalığını esirgemeyerek, ontolojik olarak asla bir araya gelemeyeceği grupları bile koalisyona dahil etmekten çekinmedi. Ergenekon salıvermeleri ile en azından Cemaat’i bitirme aşamasında darbeci ve Kemalistleri de bu koalisyona dahil etmek hedeflendi, ama bu zevat, zaman kısıtından dolayı önceliğini değiştirip, AK Parti’ye yöneldiği için şimdilik koalisyonun bu kısmında yer almadı. Halbuki tarih, onları da aynı koalisyon içinde böyle yarım yamalak yazmamalıydı, yazık oldu. Ancak koalisyondaki şu garabete bakın ki, zamanında Cemaat’i; İslami olmayan bu demokrat, liberal ve gayrimüslim gruplara yakın olmakla ve bu nedenle de neredeyse münafıklıkla suçlayan İslami gruplar ile bu zümre birden doğal bir müttefik oluverdi. Neden gazetenizde, televizyonunuzda ve etkinliklerinizde bu İslami olmayan akımlardan gelen adamlara yer veriyorsunuz denilen kim varsa, Başbakan’ın ‘Propaganda Bakanlığı’ mensupları kabilinden gazete ve televizyonlarda köşe yazıyorlar, röportaj veriyorlar veya Cemaat organları içinden lojistik destek vererek, Erdoğan pragmatizmine kullanışlı birer malzeme oluyorlar. Entelektüel vasattaki seviyesizlik ve menfaat arasındaki değiş tokuş en azından açıklanabilir duruyor, ama İslami referanslara göndermelerle bu işi yürütme gayreti, mensuplarını pek acınası bir konuma sokuyor.

Çünkü ortada, bırakın yolsuzluk meselesini, çok basit temel hak ve hürriyet ihlalleri var. Başbakan, demokrasinin tüm kurumlarını hasır altı etme yolunda ilerlerken, ne yazık ki her şey, keşke hiç ortaya çıkmasaydı denilebilecek, yolsuzluk soruşturması ve yargı darbesi yalanı altında görmezden geliniyor. Başbakan, kendinden olmayan bir medya istemiyor. Bunun gereği neyse yapıyor. Kendi seçmeni dışındakilerin, gösteri, itiraz, balkondan tepki verme ve Atatürk posteri gösterme gibi her türden basit veya sorunlu eylemini yok saymak için, hem tehdit ediyor hem de kendi menfaatine olacak şekilde kanuni düzenlemeler yaparak sindirebiliyor. İnternet düzenlemeleriyle, iletişim hakkını elinizden alırım; HSYK düzenlemeleriyle, en temel güvence alanınız yargıyı tamamen kendime bağlayabilirim; MİT yasasıyla, devletin en kirli yapısına öyle yetkiler veririm ki, soluk alıp verdiğinize şükretmek zorunda kalırsınız diyor. Vatandaşlarının öldüğü gösterilerin anlamını, borsa ve kur üzerindeki etkisi üzerinden okuyarak, bir insanlık dersi veriyor. Yaptıkları karşısında, gösteri ve tepki değil, minnet bekliyor. Memleketi ihya ettiğini düşünüyor ve buna da herkesin inanmasını istiyor. Bir gecede kişiye özel kanun çıkarılabiliyor, ama kendi yönettiği ülkede, katiller ve darbeciler, kendi düzenlemelerinin neticesinde serbest kaldığı halde, bunun gereğini yapmak yerine, kendine destek sağlayan koalisyonuna malzeme yapmak üzere kullanabiliyor. Spor kulübünden, işadamlarının davalarına ve suni gündem oluşturmaktan, ekonomiyi manipüle etmeye kadar her türden meseleyi bizzat dizayn etmek istiyor ve bununla övünüyor. Şimdi bu kurumsal yapı altında hadi diktatörlük lafı rahatsız ettiği için kullanmayalım, ama demokrasinin tüm kurumlarını rafa kaldıran veya manipüle eden bir sistem dizayn ettiğini teslim etmek gerekiyor. Çünkü yukarıda sözü edilen ihlallerin neredeyse tamamı, anayasal haktır ve hepsi Başbakan’ın keyfi düzenlemeleri ve davranışı yoluyla ihlal edilmektedir. Eğer bunlar Çin’de veya Kuzey Kore’de yaşanıyor olsaydı, geri kalan özgürlüklerimize bakıp memleketimizde demokrasi var diyebilirdik. Ama kendini hukukun üstünlüğüne göre tanımlayan bir iktidarın ülkesinde, bunlar olduğunda, tanım için diktatörlüğü seçmemek için çok zorlanmak gerekiyor.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.