Bir sen eksiktin, hiç şaşırmadık...
Yangına körükle gitmek dedikleri bu olsa gerek... Bir defa, evet sadece bir defacık, İslam'ın aydınlık yüzünün dünyaya tanıtılmasına İran'ın katkısı olsa gam yemeyeceğim.
Aksine, dünyadaki İslam imajına en çok zarar veren ülkelerin başında geliyor İran...
Attığı her adımda, 'İslam'la terörü' eşdeğer göstermeye çalışan çevrelerin ekmeğine yağ sürüyor, işlerini kolaylaştırıyor. Dünyada İslam karşıtı algının derinleşmesine katkı sunuyor.
Fethullah Gülen'in, Amerikan büyükelçisinin de hayatını kaybettiği Libya'daki saldırının istihbarat örgütlerinin işi olabileceği öngörüsü yabana atılmamalıdır.Peygamberimiz Hz. Muhammed'e hakaret içeren ve Libya'dan Mısır'a, Yemen'den Tunus'a kanlı ayaklanmalara yol açan provakatif filmin sancıları sürerken, can kayıplarına da neden olan bu tür olaylara bir çeşit meşruiyet kazandıran adım yine İran'dan geldi.
İran, Şeytan Ayetleri kitabının yazarı Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rüşdi'nin kellesine koyduğu ödülü 500 bin dolar daha artırarak 3.3 milyon dolara çıkardı.
Ne zaman?
İran'ın ISNA haber ajansının servis ettiği habere göre, dün...
Ne anlama geliyor bu karar?
Salman Rüşdi'nin kellesine konulan ödülde olduğu gibi, dinine hakaret edildiğini düşünen herkesin, eğer isterse bunu yapanların cezasını bizzat kendisinin de verebileceğine dayanak teşkil ediyor. İran'ın aldığı son karar, şu anki mevcut iklimde böyle algılanmaya çok müsait.
Nitekim ödüldeki son artırmanın, Libya'da ABD Büyükelçisi'nin de öldürüldüğü olayları tetikleyen 'Innocence of Muslims' (Müslümanların Masumiyeti) adlı filme başta Kuzey Afrika ülkeleri olmak üzere, İslam dünyasının tepkiden ayağa kalktığı bir dönemde gerçekleşmesi bize hiç şaşırtıcı gelmedi.
Batılı ülkeler filme gösterilerin tepkilerin dünya kamuoyunda nasıl algılanmasını istiyorlarsa, İran aldığı son kararla, bu tür algının oluşmasına katıksız destek sunmuş oldu. Yani gösterilerin demokratik bir tepkiden öte, doğrudan cezalandırmaya yönelik eylem olduğu algısının yerleşmesine zemin hazırladı.
Tepkilere neden olan filme sadece, 'sapık bir yönetmenin aşağılık bir komplosu' şeklinde yaklaşmak son derece sığ kaçar. Amerika Birleşik Devletleri'nde sinema, en başından itibaren ülke çıkarları açısından iç ve dış kamuoyu inşasında belirleyici bir rol üstlenmiştir. Sürdürülen tüm politik harekâtların öncesinde ve sonrasında algıların yönetilmesinde en önemli aktörlerden biri olmuştur.
Hollywood, ABD lehine küresel çapta askeri ve politik sonuçlar doğuran bir zemin oluşmasına sınırsız imkân sunmuştur. Günümüzde de Hollywood sineması, devasa bir sektör olarak, ABD çıkarları doğrultusunda ürün vermeye her zamankinden daha fazla devam ediyor.
Nitekim 11 Eylül 2001 saldırıları gerçekleştiğinde ABD Başkanı Bush'un Beyaz Saray'da ilk ağırladığı ekip Hollywood film yapımcıları olmuştur. Bush onlara, 'Amerika'nın kırılan onurunu tamir etmek size düşüyor' demiştir.
11 Eylül saldırıları öncesinde pek çok filmde, Müslüman olduğu yansıtılan Arap teröristlerin Dünya Ticaret Merkezi'ni bombalama teşebbüsü perdeye aktarılmıştır. Bu filmlerden birinde Arap terörist, son anda bombalayamadığı Dünya Ticaret Merkezi kulelerine uçağın kokpitinden arkasına dönüp bakarken, 'yine geleceğim' demiştir.
Neticede, 11 Eylül saldırılarında uçaklardan birini kulelere çaptıran Muhammed Atta isimli teröristin pasaportunun aynı gün on binlerce ton enkaz molozunun arasında bulunduğu iddia edildiğinde, dünya kamuoyu bu tür bir bilgiyi daha dünden kabul etmeye hazır vaziyette bekliyordu. Amerikan sineması olası failleri zihinlere çok öncesinden kazımıştı.
Şu an yaşanmakta olan senaryonun filmin sadece çekimi ile sınırlı olduğunu düşünmek hata olur. Tepkilere neden olan filmin çekiminden yayınlanmasına, tepkilerin belli hedeflere yöneltilmesinden dünya kamuoyunda oluşan algıların yönetilmesine kadar sistematik bir plan dâhilinde işlerin yürüdüğünü düşünmek daha gerçekçi olur.
Şu an sadece tepki gösterilmesi gereken bir filmle değil, ustaca oynanan bir oyunla karşı karşıyayız. Karşı tarafın istediği ise, tam da onların arzu ettiği türden tepki vermemiz. Bu nedenle, Sayın Fethullah Gülen'in, Amerikan büyükelçisinin de hayatını kaybettiği Libya'daki saldırının istihbarat örgütlerinin işi olabileceği öngörüsü yabana atılmamalıdır.
Libya'daki saldırının, Suriye'deki mevcut rejimin bu hali ile birkaç yıl daha sürmesine göz yummaya uzanacak kadar uluslar arası etkilerinin olabilmesi bile söz konusu...
Üstelik birçok ülkenin arkasına sığındığı gerekçelerden biri olan, 'Suriye'de mevcut rejim giderse, yerine ne konulacak ki?' sorusunu daha güçlü sordurarak, 'varsın bu hali ile kalsın, yoksa durum Libya gibi olur' algısını güçlendirecek bir hamle gibi de görünüyor.
Yani altı üstü bir film deyip geçmemeli...
Görünen o ki, senaryo sadece filmin çekiminden ve yayınlanmasından ibaret değil. Her karesi adım adım hesaplanmış bir strateji var karşımızda.
Tam şu aşamada Salman Rüşdi'nin kellesine konulan ödülün artırılmasından ABD Büyükelçisinin öldürülmesine, bir iki yıldır Arap âlemini saran yalancı baharın sonbahara evrilmesinden Suriye'de giderek derinleşen belirsizliğe ve ülkemizde tırmandırılan teröre kadar, paket bir programla karşı karşıyayız.
Şu aşamada yapılacak en büyük hata ise, yapbozun ve senaryonun bütününü görmeden bizden beklenen anlık rollere soyunmak olur.
Türk halkının üst üste yaşadığı onca olaya rağmen sağduyusu ise hakikaten tebrik ve takdire şayan.
Gösterilen bu aktif sabır, uzun vadede kesinlikle ülkemizin hayrına ve yararına olacaktır.
- tarihinde hazırlandı.