Cemaatler Kürt meselesinden sarfı nazar edebilir mi?

Sistemin temel sorun alanlarından biri olan Kürt meselesiyle ilgili onlarca yıldır herkes ve her kesim görüş açıklamakta, çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Bu meseleyi önemli bir sorun olarak algılayan ve gündeme taşıyan kesimlerin başında İslamcılar ve İslami oluşumlar gelmektedir. Genel olarak İslami cemaatler bu meseleye öncelikle insani ve vicdani boyuttan bakmışlar; inkarcı, baskıcı, ayrımcı politikaları desteklememişlerdir. Milliyetçilik tonu fazla olan muhafazakâr kesimlerde sorunun terör ve etnik milliyetçilik gibi tezahürlerine yönelik eleştirel bakış açısı olsa da, Kürtlüğü inkâr veya Kürtleri dışlama gibi olumsuz bir tavır ortaya çıkmamıştır. Sağcı, devletçi, statükocu, milliyetçi muhafazakârlık ile değişimci, demokrat ve özgürlükçü muhafazakârlığın birbirinden ayrışmasıyla İslamcılık kategorisi öne çıkmıştır. İslamcılar ise hiçbir zaman klasik sağcı-statükocu perspektifle olaylara bakmamıştır. Yakın geçmişte İslamcılık ve bugünkü anlamda muhafazakâr demokratlık kesinlikle ırkçı, ulusalcı, ayrımcı olmamıştır.

Sorunlara duyarlılık göstermek veya çözüm önermek önemli bir erdemdir, ama bu sorunu yaşatmamak ve sorunun parçası olmamak daha önemlidir. İslami oluşumlar bu anlamda sorunu üreten veya derinleştiren bir parçası hiçbir zaman olmamışlardır.

Siyaset mi duyarlılık mı?

Cemaatlerin, büyük kutuplaşmalar meydana getiren siyasi sorunlara bakışı her zaman teenniyle olmuştur. Cemaatler araştırma merkezi, düşünce kuruluşu, strateji merkezi veya siyasi dernek-cemiyet değildir. Bu tür kronik siyasi konularda cemaatlerin aktif rol oynamasını beklemek, cemaatleri tanımamak anlamına gelir.

Cemaatler, bir siyasi görüş etrafında toplanan insanlardan oluşmazlar. Bugün bile birçok cemaat siyasi tavır belirlemekten kaçınmakta, belirlenen tavır ise herkesi bağlayan ortak bir duruşa dönüşememektedir.

Ülkenin can yakıcı sorunlarına ilgi gösterip açıklama yapmamak ‘duyarsızlık’ olarak, sorunlara ışık tutup çözümler önermek ise ‘siyaset yapmak’ olarak nitelendirilmemelidir. Her cemaatin ülke meselesine aynı düzeyde ilgi göstermesini istemek nasıl yanlışsa, ilgi gösterenleri farklı bir konuma oturtmaya çalışmak da yanlıştır. İçinde büyük mağduriyetler, haksızlıklar ve acılar barındıran Kürt meselesine duyarsız kalmamak, insani, İslami ve demokratik duyarlılığı olan herkesin en tabii yükümlülüğüdür. Dini cemaatlerin de bu konuya ilgisiz kaldığını düşünmek doğru değildir. Türkiye’deki cemaatler dinin sosyal-kültürel boyutunu öne çıkarmakta, değerler zaviyesinden gelişmelere bakmaktadırlar.

Cemaatlerin Kürt meselesinde öne çıkmamasıyla ilgili birçok sebep sayılabilir. Uzun zaman ayakta kalma mücadelesi veren cemaatlerin kendi birlik ve bütünlüklerini koruma kaygısı etnik milliyetçiliği kutsayan anlayışlara karşı bir teyakkuz hali üretmiştir. Etnik milliyetçilik pek tabii olarak ‘ayrıştırıcı’ etkisi sebebiyle müteyakkız olunan bir konudur. İçinde Kürtleri, Boşnakları, Arapları, Çerkezleri, Zazaları ve farklı etnik kökenden insanları barındıran cemaatler kendi bütünlüklerini tehlikeye atacak her gelişmeye karşı daha hassas ve mesafeli durmuşlardır. Siyasi tarafgirlik de bu şekilde ayrıştırıcı bir konu olarak görülmüştür. Kitleselleşen cemaatler, içinde farklı siyasi eğilimdeki insanların varlığı sebebiyle açık siyasi tutum takınmamışlardır. Birçok cemaat, Kürt meselesi gibi siyasi muhtevası yoğun olan konulara ilişmemeyi siyaset yapmamak, siyasi tarafgirlik göstermemek gibi görmüşler, kendi ilgi alanı dışında tutmaya çalışmışlardır. Tasavvuf ekolleri veya iman hakikatleri üzerinde yoğunlaşan gruplar, her türlü siyasi konuyu arka plana atmışlardır.

Sistemin iki sorun alanı olan İslam ile Kürtlüğün aynı anda ortaya konması, her zaman en büyük korku olmuştur. İslami mesajları sebebiyle büyük sıkıntılar yaşayan bu oluşumların Kürt meselesiyle ilgili söylemlerde bulunması ikinci bir sıkıntıya dönüşmüştür.

Cemal Uşşak’ın samimi hissiyatını dile getirmesiyle başlayan tartışma geciken bir sorgulamayı gündeme taşımıştır.

Kürt meselesiyle ilgili İslami camia içinde çok sayıda tartışma yapılmış, ciddi öneriler geliştirilmiştir. Dindar kesimler arasında gerek Mazlumder gibi insan hakları örgütlerinin gerçekleştirdiği Kürt sorunu sempozyumlarıyla, gerek Kürtçe Nubihar dergisi çıkaran bir Nur cemaatinin gerçekleştirdiği panel ve sempozyumlarla, gerekse Abant Platformu’nun düzenlediği tartışma programlarıyla mesele her daim gündemlerinde tutulmuş, çözüm önerileri getirilmiştir.

Nitekim İslamcı camiada çıkan Yeni Zemin, Girişim, İzlenim, Değişim, Kitap, Nehir, Bilgi ve Düşünce, Sözleşme gibi birçok dergi bu meseleyi tartışma konusu yapmış, İslami mütefekkirlerin çözüm önerilerini Türkiye gündemine sunmuştur. Kürt meselesine sahip çıkan İslamcılar hem devlet tarafından, hem PKK tarafından hedefe konulmuş, bazı dini oluşumlar tarafından da ‘Kürtçü’ diye eleştirilmiştir. Bu çerçevede aşılması gereken önemli bir set de bilinçaltındaki kaygı ve korkulardır. Nitekim Kürt meselesine yönelik hassasiyet gösterenlerin gayretlerini ‘onlar zaten Kürt kökenli aydınlardı’ imasıyla küçümsemek, böyle bir çelişkiyi öne çıkarmaktadır. Bu insanlar insani ve dini duyarlılığıyla mı hareket etmiştir, yoksa Kürtlük bilinciyle mi? Kürt olanın Kürt meselesinden daha fazla muzdarip olması ve bunu gündeme taşıması tabii ki ayıp olarak görülemez. Statükocu sistem muhafızlarının etiketleme yanlışının dindar kesimler içinde de tekrarlanması, aşılması gereken çok eşik olduğunu göstermiştir. Kürt meselesine duyarlılık gösteren Türklerin bile ‘Kürtçü’ olarak damgalanması, Kürt meselesinden sarfı nazar edilmesinden daha vahim bir durumdur.

Kürt meselesinde bazı seslerin düşük çıkmasında terör örgütü ve ırkçı ideolojik yaklaşımın Kürtleri savunma söylemiyle paralel düşmeme kaygısı da rol oynamıştır. Terör örgütünün savunulamaz eylem ve söylemleri, Kürt meselesini konuşmayı da zorlaştırmış, farklı çevrelerin duyarlılıklarını gölgede bırakmıştır.

Bediüzzaman’ın Kürtçe hassasiyeti

PKK’nın yöntemi ve felsefesi, kendisi için doğal bir sınırlılık oluşturmakla birlikte, meselenin halli yolunda da zorlaştırıcı bir etki yapmaktadır. PKK’nın Kürtlerin kabul etmekte zorlanacağı üç özelliği vardır. Bunlar, ayrıştırıcı etnik milliyetçilik, terör ortaya çıkaran silahlı mücadele yöntemi ve dini dışlayan Marksist Leninist ideolojidir. Bunlar örgütün kitleselleşmesine sınır çizmekte, marjinalliği dayatmaktadır. Burada kritik soru şudur: Bir kısım Kürtler örgüte hangi sebeple destek vermiştir? Bu noktada söylenebilecek birinci husus, sistemin uyguladığı yanlış politikalar ve inkarcı-dışlayıcı paradigmadır. İkinci olarak hak ve özgürlük arayışlarıyla, kimlik vaadi, örgüte istismar zemini oluşturmuştur. Yoksa bölge halkının ne ırkçılığa, ne de dinsiz bir Marksist ideolojiye destek çıkması mümkün değildir. PKK’nın büyümesinin sebebi doğru yöntemi kullanması ve kabul edilebilir bir anlayışa dayanması değil, devletin yanlış yöntemi kullanması ve kabul edilmesi zor bir felsefeyle hareket etmesiydi. PKK’nın terör üzerinden meseleyi gündeme taşıması, Kürt meselesinin meşru ve insani zeminde ele alınma çabalarını zehirlemiştir. Kürt meselesini savunmanın, Kürtçülüğe savrulmak gibi algılanması, cemaatlerin işini de zorlaştırmıştır. Hizbullah terör örgütünün işin içinde olduğu kirli bir tezgahla canice katledilen Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım’ın Kürt ve Müslüman kimliği büyük bir tehdit olarak algılanmıştır.

İşi bu sorunla ilgilenmek olan siyasi partiler bile soruna yönelik gündem oluşturmakta zorlanmışlardır. Bu çerçevede en büyük cesareti gösteren ve en büyük riski alabilen parti AK Parti olmuştur. AK Parti’nin demokratik açılım süreci MHP tarafından ‘yıkım projesi’ olarak nitelenmiş, sorunu görmezden gelmeye alışan birçok milliyetçi kesim durumdan rahatsız olmuştur. Kürt etnik milliyetçilerinin silahlı yöntemiyle gelinen nokta büyük bir kaos ve tıkanmadan başka bir şey değildir. Onbinlerce insan ölmüş, kin ve nefret tohumları ekilmiş, sorun daha da derinleşmiştir. Buna karşı İslami camianın ortaya koyacağı yaklaşım son derece değerli ve önemlidir. Bugün cemaatlerin Kürt meselesine ilgi göstermesini ‘siyasallaşma’ olarak görmek de bu süreçte yapılabilecek önemli katkıları örseler. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin şu sözleri doğru algılanmalıdır: “Hazreti Bediüzzaman ta Meşrutiyet yıllarında Medresetü’z-Zehra adıyla Van’da bir üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapçanın farz, Türkçenin vacip ve Kürtçenin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda Kürtçenin de öğretilmesine fırsat verilmedi?” Gülen Hareketi de diğer oluşumlar gibi sosyo-kültürel muhtevadadır, ama ülke meselelerine yönelik de bir duruş ve tavır sahibidir. Özellikle son dönemde yaşanan demokratikleşme mücadelesinde herkes taraftır ve duyarlılığını ortaya koymak durumundadır. Bunu siyaset yapmak olarak değil, demokratik duruş sahibi olmak şeklinde görmek daha yerinde olacaktır.

İslami camianın ortaya koyduğu din kardeşliği veya dini içerikli çözüm yaklaşımlarının PKK’nın alanını yeterince daraltmamasının sebebi, statükocu sistem tarafından cemaatler üzerinde uygulanan baskı olmuştur. İslamcılığı da Kürt hassasiyetini de bastırmak öncelikli görev bilinmiş, İslami camianın Kürt meselesini sahiplenmesi ise iki kat büyük bir tehlike olarak algılanmıştır. Cemaatlerin Kürt meselesiyle ilgilenmesinin önünde PKK ve yöntemi engel olduğu kadar PKK ile tokuşturmak için göz yumulan Hizbullah’ın yöntem ve anlayışı da bir bariyer olmuştur.

İslami hassasiyete sahip kesimler dün de bu meseleye eğilmiştir, bundan sonraki süreçte de ilgileneceklerdir. Bu katkı, doğru istikameti belirleyecek bir ışık olarak da görülebilir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.