Kamusal Alan Takiyyecileri
Üstünden epeyce zaman geçti, tarihi net olarak hatırlamıyorum.
Bir TV tartışma programında diğerlerine göre kendisini göreceli olarak 'özgürlükçü' bildiğim bir üniversite hocası, başörtüsü konusunda ağzından şöyle bir cümle kaçırdı: 'Tamam eğitim hakları ellerinden alınmasın; ama bir izin verilirse bunlar çoğalırlar ve sokakta kendi ailem de etkilenir, sayıları artar.' Tam olarak böyle olmasa da bu mealde cümleler kullanmıştı. Enteresandır o esnada stüdyoda bulunan bir yabancı gazeteci şöyle demişti: 'O zaman açıkça söylemelisiniz ki, siz başörtülülerin hiçbir yerde bulunmasını istemiyorsunuz. O halde niye sadece üniversiteleri bahane olarak öne sürüyorsunuz ki?'
Profesörün buna verecek bir cevabı yoktu elbette...
Hep söyleriz, yazarız: Bir insan inançlı olabilir, inançsız da. Örtünür, örtünmez, içki içer-içmez. Demokratik ülkelerde kimsenin buna bir diyeceği olamaz. Kendi fikrini açıkça savunur, bu yolda mücadele de verebilir. Buna ancak saygı duyulur.
Beni rahatsız eden şey, bu mücadeleyi yapan insanların sözlerinde samimi olmayışları. Bir çeşit postmodern takiyye yapmaları.
Misal; başörtüsüne karşıdır; ama kırk dereden su getirir, Batılı ülkelerde alakasız uygulamaları alır bize örnek diye sunmaya kalkar.
Ne acı ki Türk medyası bu tür insanlarla dolu. Hatta bir ileri aşama vakıası var ki, onlar daha içten pazarlıklı. Aslında sıkıntıları inançla, dinle, Allah ile olmasına rağmen kimisi inancı geleneksel olarak uygulayanları bahane olarak gösterip salvolarda bulunuyor, kimisi başörtüsünü bahane ederek mücadelesini yapıyor. Olan üniversite kapısında perişan edilen bir nesle oluyor!
Bu anlık dışavurumlar dışında, pek ketumlar ve haklarını teslim etmek gerekir ki, çok iyi rol kesmeyi beceriyorlar. Zaman zaman zorlansalar da demokrat ve özgürlükçü bir görüntü sergilemeye devam ediyorlar.
Ancak öyle bazı anlar oluyor ki, bir çeşit suçüstü durumu oluşuyor. Artık gaza gelip içlerinde tutamadıklarından dolayı mıdır, yoksa 'zikri ne ise fikri odur' durumunun açığa vurmasından mıdır bilinmez, bu anlarda ortaya çıkan tablo hayret verici boyutlara ulaşıyor.
Hatırlarsınız Fethullah Gülen röportajı yayınlandı bu gazetede günlerce. Röportajın bir yerinde Gülen, Kur'an'ın 'Allah'ı inkar edenin cezası ebedi cehennemdir' gerçeğini söylemişti. Bu, gayet açık bir malumu ilamdı. Yani Kur'an'ın hükmüydü bu ve bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm İslam alimlerinin altını çizdiği İslami bir realiteydi. Şimdi diyeceksiniz ki, 'Gerçekten ateist olan biri, neden bundan rahatsız olsun ki? Zaten ona göre Allah da yoktur, cennet de, cehennem de!'
Bir gazeteci bu kadar basit ve bilinen bir gerçeği kalkıp 'Hoca ateistlere cihat açtı' başlığıyla verdi. Tamamen bir bilinçaltının dışavurumundan başka bir olay değildi bu aslında. Zira muhatap Gülen değil Kur'an-ı Kerim olmalıydı ve yazarın bir sıkıntısı veya rahatsızlığı var ise İslamiyet ile olmalı, sorununu onunla çözmeliydi. Bir gerçeği aktaran Gülen ile değil.
Benzeri bir suçüstü durumu da Radikal'in M. Kırıkkanat isimli yazarında ortaya çıktı. Bayan yazar, bir toplantıda yaptığı tartışma esansında, 'Kamusal alanda Allah olmaz, biz onu kamusal alandan çıkarmaya çalışıyoruz.' deyiverdi. Dürüst bir inançsız ya da laik ne derseniz deyin eğer bu fikrinde samimi ise savunmasını beklersiniz. Ancak öyle olmadı ve aynı gazeteci bir 'kamusal alan asparagası' ile Milliyet gazetesinde ortaya çıktı. İddiasına göre başını örtmüyor diye bir kadının saçı yakılmıştı. Aklı sıra kendisine argüman üretiyordu; ama haber elbette yalanlandı, işin örtünmeyle ilgisi olmadığını hem aile, hem çevirmen hem de tutanaklar gösterdi. Ancak bayan yazar çok büyük bir pişkinlikle 'İslamcılar'ın olayı çarpıttığını söyledi. Tıpkı kendisinden bir süre önce benzeri bir asparagası yapan Özdemir İnce gibi.
Dediğimiz gibi Türk medyası ne yazık ki bol miktarda kamusal alan takiyyecisi barındırıyor. Buna ancak üzülebiliriz…
- tarihinde hazırlandı.