Uzak Diyar Erbil

Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı Abant Platformu toplantısı için Erbil'e doğru hareket ederken, artık bu netameli coğrafya ile bütünleşmiş resimler aklımdaydı. İntihar bombacıları, sabah akşam her yerde yaşanan patlamalar, kan ve acı. Öte yandan Erbil'in nerede olduğunu harita üzerinden biliyorduk elbette, sınırımızın öbür yanıydı ama bir de zihnimizde oluşan mesafeler vardı.

Oradan baktığımızda Erbil, Amerika'nın herhangi bir kentinden daha uzaktı adeta. Uçakta pilot iki saatin daha altında bir yolculuk süresini söylediğinde bir an bir iç seyahat yapıyormuşum duygusuyla yüzleştim. Zihnimdeki uzaklık ile bu iç yolculuk duygusu birbirine karıştı. Bir kere daha gördüm ki coğrafyaya ilişkin bu manevi uzaklık sadece Erbil'le ilgili değil. Bizler aslında kendimizi çevremizdeki komşularımıza uzak hissediyoruz, özellikle de Ortadoğu coğrafyasına. Bu galiba biraz da Türkiye'nin tarih içindeki yolculuğunda sırtını bu tarafa dönmesiyle ilgili. Ancak coğrafi kader nasıl Avrupa'nın diğer imparatorluklarını geçmişin bir hayaleti olarak takip ediyorsa aynı durum Türkiye için de söz konusu. Sırtını dönmesi ondan uzaklaştığı anlamına gelmiyor.

Erbil'e gece üçte indik. Havaalanının modern ve yeni binasından geçip kafile olarak otobüslerle Erbil'e yöneldiğimizde camdan yarı karanlık içinde yüzünü bana gösteren şehir herhangi bir şehrin suretiydi. Bildiğimiz asfalt yol, kenarda ışıklar, yüksek binalar, vitrinleri sönmüş dükkânlar, karanlığın içinden belirip kaybolan otomobiller... Havaalanından itibaren karşılaştığımız Kürtlerin bizden herhangi bir farkını görmedim. Fark derken, elbette insan insana benzer; ama nasıl bir kültür kendisini kişinin yürüyüşünde, duruşunda, konuşurken sesleri telaffuzunda, jestlerinde ve mimiklerinde ortaya koyarsa, işte bütün bunlar itibarıyla farklı bir diyara geldiğimiz hissini duymadım. Konuştukları dil Kürtçeydi, arada bazı sesleri, kelimeleri kavrıyordum ama anlamın bütününe nüfuz edemiyordum; dile ilişkin bu anlaşmazlık dahi bir yabancılık duygusuna sebep olmadı. Anlaşmak ya da anlaşmazlık, tanıdıklık ya da yabancılık bu pratiğin de işaret ettiği gibi sadece dile indirgenemeyecek kadar daha kapsamlı bir arka plana sahipti.

İlk gün şehirde dolaşırken insanların işinde gücünde olduğunu gördüm. Buralarda savaş haline benzer bir durum yaşanmıyordu. Çarşıda pazarda alışveriş yapanlar, kenarda bekleyenler, ellerindeki cep telefonlarıyla hararetli bir şekilde birilerine konuşanlar hepimizin gündelik hayatından bilebileceği sahnelerdi. Yine de alttan alta bir güvenlik kaygısını sezmemek mümkün değildi. Biz görmedik ama şehrin etrafının derin hendeklerle çevrildiği söylendi. Böylelikle şehrin giriş kapıları tüm girişler için mecburi istikamet haline getirilmiş. Girişlerde ise ciddi kontrollerin olduğunu gördük. Beton bariyerler araçları yavaşlamaya sevk ediyor, sonra da kontrol gerçekleşiyor. Uygulama, araçlarla yapılan bombalı saldırılara karşı tedbir olarak açıklandı. Bugüne kadar Erbil'in ciddi bir saldırı ile karşılaşmamasında bunun da bir payı olmalı. Kendisiyle program çerçevesinde tanıştığımız çok dirayetli bir valisi var Erbil'in. Sıcak, insani, nazik ve işinin ehli bir adam. Çevresinde bir saygı halesi doğuruyor tüm üst kademe yöneticileri gibi ama bundan da fazla sevgi bağları oluşturduğuna şahit oldum. Yönetici profiline ilişkin eğer evrensel birtakım vasıflardan bahsedeceksek Erbil valisinde bunların çoğunun bulunduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Bilmeyenler için söylemem gerekirse, Abant toplantıları açılış töreninin ardından genellikle iki gün, dört veya altı oturum şeklinde düzenlenir. Her oturumda konuşmacılar sunum yaptıktan sonra müzakereciler söz alarak konuya ilişkin görüşlerini ifade ederler ve sorularını sorarlar. Herkesin konuşması, meramını dile getirmesi için fırsatlar tanınmaya çalışılır. Açılış töreninde karşılıklı sıcak sözler ifade edildi, dostluktan ve yakınlıktan bahsedildi. "Yabancı bir ülke" diye çıkılan yolun sonunda "eve gelmiş olmanın şaşırtıcı duygusu"nu ifade eden konuşmacılar nezaketin ve diplomasinin ötesinde bir gerçekliği bildiriyorlardı. Hatta bu tür sözler fazlasıyla egemen hale gelince, bir an kendimi "Bu bölgedeki sorun neydi?" sorusunun anlamsız boşluğunda buldum. Hepimiz kanatlanmış melekler olduğumuza göre sorunları önümüze sürenler kimlerdi? Yakınlık, sıcaklık, dostluk, kendimizi evimizde hissetmek, bunların hiçbirisi yanlış değildi fakat tüm bu repertuvarın yok edemeyeceği sorunlar da vardı aramızda. Üstelik bu sorunların kaynağında "dış güçler, yabancılar"dan önce doğrudan kendimiz vardık. O sırada henüz, bunu anlamak için öğleden sonraki oturumun başlamasını beklemek durumunda olduğumuzu bilmiyorduk.

Daha önce sivil düzeyde Kuzey Irak Kürt yönetimi bölgesi ile ne tür Abant benzeri toplantılar yapıldı ve neler yaşandı bilmiyorum. Ancak benim gördüğüm olup bitenleri dile getiren, sorunlara temas eden, geleceğe uzanan yaklaşımlar, ne söylediğinden çok daha önce kullandığı dil itibarıyla problemler doğuruyordu. Bu duruma Türkiye'den örnek verebilirim. Yetmişli yıllarda "sorun mu mesele mi" dediğine göre insanın tüm politik konumunun deşifre edildiği düşünülür ve hikâyenin geri kalanını dinlemeye gerek görülmezdi. Dile ilişkin abartılı bir sembolizm söz konusuydu. Kavramlara işaret fişeği niteliği atfetmek sonradan Kürt sorunu çerçevesinde bir daha gündeme gelmişti: "Soruna ne diyorsun?" Daha baştan adlandırmana bakılır ve ona göre repliğin bilindiği varsayılırdı. Benzeri bir ortam toplantı salonunda mevcuttu. Adeta "Kürdistan" kelimesine sihri bir anlam atfedilmişti ve bölgenin adlandırmasında bunu kullanmak ya da kullanmamak, tebliği sunan kişinin ne söylediğinden daha fazla öne çıkıyor gibi görünüyordu. Bu dikkatin anlaşılır nedenleri var muhakkak. Tarihten beslenen kolektif muhayyile, yaşanan çileler, acılar, "Kürdistan" kelimesine tüm bu süreçlerde yüklenen mistik anlam vs. Ancak yine de bu hassasiyetin ve rahat olamamanın oynak bir zemin üzerinde bulunma duygusuyla sıkı bağları olmalı. Kürt veya Kürdistan kelimesini kullanma konusunda herhangi bir kaygı duymayan, Irak'taki mevcut hukuki statü esasında adlandırmalara müracaatta herhangi bir sakınca görmeyen kişiler dahi kelime üzerindeki bu hassasiyeti anlamakta zorlandılar.

Bir başka sorun alanı ise şu idi: Malum okuryazarlar anlamı birbirine gönderme yapan kavramlara dayalı bir düzen içinden çıkartırlar. Kavramların bu bağları ve sonuçta teşekkül eden anlamları itibarıyla da arada farklar vardı. Mesela, çıkara değil ahlaka dayalı bir dünya düzeninden bahseden konuşmacının ahlak ile ne kastettiği hususu uzun uzun sorgulandı. Oysa Türkiye'de bunun ne olduğunu hepimiz bildiğimizi düşünürüz. Mantalite farkı olarak da adlandırılabilecek bu durum çok dramatik boyutlarda olmasa da mevcut ve önemli. Konuları karşılıklı müzakere edebilmek en başta bir ortak bağlama ihtiyaç duyar. Bağlamın teşekkülü ise daha uzun ve kapsamlı görüşmelerin ürünü olabilir.

Neler konuşuldu, tartışıldı, onlar başka bir yazının konusu. Şu kadarını söyleyeyim: Sorun alanlarına yönelik karşılıklı bu tür sivil müzakereler çok hayati ve değerli. Buradan elde edilecek sonuçlar siyaset ve diplomasi için de çok verimli olabilir. Abant Platformu, Türkiye'deki çok sesliliği yakın coğrafyamıza taşıyarak hepimizi ilgilendiren temel sorun alanlarında serbest düşüncenin önünü açıyor ve çok hayırlı bir iş yapıyor. Ümit ederim ki bundan sonraki adım çevremizdeki diğer ülkelere yönelik olarak atılır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.