Suçlu Oluşturmak Üzere Çalışan Organizeli Teşekküller
Yöntem farkı olmasa söylenecek çok şey var. Ama milletimizin bir kısmını devlet düşmanı ilan ederek çatıştırmaktan medet umanları da sevgi ve samimiyetin sıcaklığıyla eritebilmenin bir imkânı ve zamanı olduğunu bilmek sabır ve ümitleri kamçılıyor…
Soğuk savaşın ardından iki akım ortaya çıktı. Birincisi, post-modern dünyanın mikro milliyetçiliği harekete geçirici etkilerine karşı birlik ve bütünlüğü sağlayabilmek için başlatılan diyalog çalışmalarıydı. İkincisi de toplum mühendisliğine soyunanların "yeni dünya"ya uygun bir "Türk milleti" tasarımında atlama taşı vazifesi görsün diye icat edilen "iç düşman oluşturma" gayretleriydi.
Diyalog hareketi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kuruluş konuşmasında geldi gündeme. Vakfın onursal başkanı Fethullah Gülen Hocaefendi, "Artık demokrasiden geriye dönüş olmayacaktır." demişti. Demokrasi farklı fikir ve grupların bir arada yaşama imkânı açısından önemliydi ve dünyanın daha gelişmiş demokrasilere doğru ilerlemesi önemli görülüyordu. Vakıf, diyalog faaliyetleriyle ünlendi ve toplumun çok farklı kesimlerini bir araya getirdi. Diyalog düşüncesi "herkesi kendi konumunda kabullenmekten" hareket ediyordu. Yani "Sen kendini nasıl tanımlıyorsan ben de seni öyle kabul ediyorum" diyordu.
Toplum mühendisliğine soyunanlar ise ikisi inanç birisi de etnik olmak üzere üç ana şerit takip etti. Etnik şeritte PKK terör örgütünün temsil ettiği ayrılıkçı düşman vardı. Zaten habire dökülen kardeş kanlarıyla düşmanlıklar körüklendiğinden, o hatta ekstra bir şey yapmaya ihtiyaç yoktu. Bölgeye bakan yönüyle küresel tasarımları daha fazla ilgilendirdiği için PKK terörü tarih olarak soğuk savaşın bitiminden önce devreye sokulmuştu.
İnanç kanallarına ait iki hattan birisinde İslam'ın Sünni çizgisindeki yükselişini engelleme, diğerinde ise Alevi çizgiyi kesin hatlarıyla İslam'dan ayırmak yer alıyordu. Bu ayrımla elde edilmek istenen şey, devlet kurumlarını Alevi kadrolaşma ile -tabir yerindeyse- sigortalayıp Sünnilerin nüfus çoğunluğuna sahip olmaktan doğan avantajlarının iktidara dönüşmesi hâlinde Sünni-Alevi gerilimini aynı zamanda iktidar-devlet gerilimine taşımaktı. ABD sistemi üzerinden söylenecek olursa, bu tasarımda, Aleviler Cumhuriyetçilerin, Sünniler de Demokratların konumuna yerleşiyordu. ABD sistemini buraya antrparantez sokmanın sebebi toplum mühendislerinin diyalog diyenleri ısrarla Amerikacı gösterme çabalarıdır.
Aleviler, Seyfi Oktay ve Mehmet Moğoltay'ın Adalet Bakanlığı döneminde iktidar üzerinden hızla devlet kadrolarına yerleştirilirdi. Diğer taraftan Madımak Oteli yangını ve Gazi olaylarıyla icbar edilen Alevi vatandaşlarımız yüreklerini yakan olayları protesto amacıyla yaptıkları yürüyüşlere, farklı görünse de biri diğerinin aynısı iki slogan boyasını çalıyordu: "Türkiye laiktir laik kalacak!", "Kahrolsun şeriat!"…
"Şeriat" aslında "Sünniliğin" gayr-i resmî ikinci adı olarak kullanılıyordu. Sünnilik de "Arap" İslam'ı denilen şeyin… Yüz yıllık geçmişe sahip "irtica" kavramı alabildiğine sosyolojik soslarla karıştırılarak "Arap İslam'ı" namında kocaman bir yafta olarak Sünnilerin boynuna asılmak isteniyordu. Ve on dört asırlık gelenek Türkleri Araplaştırıp aslından uzaklaştıran bir sistem oluveriyordu birden!
Bu arada Gazi olaylarının ardından ilginç bir kare yaşadık hep birlikte. Şimdilerde kazanmış olduğu muhteva ile daha iyi anladığımız o ilk karedeki görüntü şöyleydi: O devirde ölen militanlarının cenazesini, cemevlerinden kaldırmaya çalışarak Aleviliği terörle bütünleştirmek isteyen örgütler Gazi olaylarında da sahnedeydi. Polisle çatışıyor, taş atıyorlardı. Bu arada hadiseleri önlemede polisin yetersiz kalacağı öngörülmüş olacak ki bir askerî birlik geldi olay yerine. Askerler araçlardan iner inmez polisi kovalayan, taş atan kitleler alkışlamaya başladı. Asker geldi, kavga bitti…
Böylece, yargı başta olmak üzere atanmışlar, asker ve Aleviler güya devletçi olarak bir tarafta; seçilmişler, polis ve Sünniler de karşı tarafta yer alıyordu tasarıma göre… Daha sonra bu çizgiler iyice belirginleşmeye başlayınca daha kapsayıcı isimler bulundu. Bu yapılanma etnik fay hattında yer alan milliyetçileri de yanına alabilmek için yeni bir açılım hamlesi yaptı. Kürtlüğün karşısına dikilen Türk milliyetçiliğini Araplığın, dolayısıyla da Arap İslam'ı denilen Sünniliğin karşısına dikebilmek için yapılan bu esnemeye "ulusalcılık" ismi münasip görülmüştü. Milliyetçilerin kendileriyle aynı ırktan olan Sünnilerden Arap düşmanlığı vasıtasıyla ayrılıp, önemli bir kısmı Türkmen olan ama Milliyetçilerle aynı şekilde inanmayan Alevilerle bütünleşeceği öngörülüyordu. Aslında tasarımcılar sadece Aleviler üzerine bina edilecek bir hareketi yeterince güvenli bulmuyor, Alevi payını azaltarak gerektiğinde çatıştırabilecek yeni bir ortak getiriyordu. Ulusalcılık denilen şeyden güya Türk ırkını esas aldığı için Türkmen Aleviler ile Türkçü Sünnileri birleştirip, atanmışlardan oluşan yapıyla bütünleştirerek, su katılmamış bir devletçilik çıkarması bekleniyordu. Aleviler üzerindeki Marksist etkinin ırk eksenini fazlasıyla değiştirmesinden doğan yan tesirin Milliyetçiler üzerinde başkalaştırıcı etkileri muhtemelen iyi hesaplanmıştı.
Zaman ilerledikçe hesap edilemeyen durumlar gelişmeye başladı. Ya da az düşünülmüş ulusalcılık başkalarının hesabını güçlendirmeye başladı. "Sünniliğin, Türklüğü erozyona uğratan bir Arap kültürü" olarak düşman ilan edilmesi Avrupa ülkelerine ilham verdi. Onlar da Avrupa'da yaşayan Türkler için Türkiye'den gelen imamları tehlikeli görmeye başladılar. Türkiye'nin Avrupa'daki Türklerle ilgili çalışmalarını entegrasyona mâni görme temayülü gelişti. Yani Türk İslamı'na özenerek Avrupa İslam'ını dillendirmeye başladılar. İlginç olan taraf, onların da Alevileri tezlerine en uygun kitle olarak belirlemesiydi!
Sivas ve Gazi olaylarıyla Alevi kitlenin tepkilerini yönlendirme tecrübesini edinenler bu sefer de hükûmete karışı toplumsal eylemler yaparak taleplerini elde etmek isteyen Alevi liderlere suikast tertibine gitti. Diyalog taraftarları milletimizin bağrına saçılacak bu fitne tohumunu ifşa edince ilk tepki suikasta maruz kalacak kişilerden geldi. Kısa bir zaman sonra Ergenekon sanıklarının evinden çıkan suikast planlarını gören Ali Balkız şoke olduğunu söyledi.
Bu süre içinde toplumun bütün kesimleriyle diyaloglar geliştirme, farklılıkları anlayıp, kabullenerek bir arada yaşamanın yollarını açma çabaları da hızla ilerliyordu. "Bölünmez bütünlüğümüz" için soydaşlarımızı, Kürtleri ve Alevileri ortak değerlerimizde buluşturabilecek; azınlıkları kucaklayıp, insaniyet noktasından tüm beşeriyeti kapsayabilecek genişlikler yakalayabilmenin uğraşı veriliyordu. Milletimizi kaynaştırabilmek için vesileler arıyor; devletin önemini vurgulamaktan, devletimizin güçlü olması için her yolu değerlendirmekten geri durmuyordu.
Toplum mühendisi ulusalcılar diyalog taraftarlarını "düşman" durumuna düşürebilmek için her yola başvuruyor, onlar da düşmanlıkları gevşetip kaynaşabilmek için tüm vesileleri değerlendiriyorlardı.
Düşmanlaştırma hamleleri ordudan "irticacı" gerekçesiyle personel atmakla başladı. Atılan personelin kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılmaması, hatta onlara iş veren şirketlerin bile damgalanması isteniyordu. Arkadan üniversiteler ve bürokrasi geldi. Üst düzey devlet görevlileri fişlendi. Toplumun ana omurgasını oluşturan kesimler pres üstüne pres yiyordu. Haksızlıklara maruz kalanlar geriliyor, "Maruz kaldıkları bu zulme daha ne kadar katlanmak zorunda olduklarını" kendi kendilerine soruyorlardı. Tasarımcılar bu sıkışmışlıkları da değerlendiriyor, onlara sabır ve mülayemet tavsiye edenleri "takiyyecilikle", "devletin damarlarına sızmakla" itham ederek "devlet düşmanı" ilan ediyorlardı. Masum insanları suçlu durumuna düşürmek için oluşturulan şebekeler kumpas üstüne kumpas kuruyordu.
Her şeye rağmen samimi diyaloglar meyvelerini veriyordu. Kürtlerle de Alevilerle de kucaklaşan bu milletin has evlatları farklı din ve kültürlere mensup insanlarla buluşmanın yollarını bulup, onların ülkelerinde güvenilen insanlar olarak güzel işler yaptılar. Onların tezleri başarıya koştukça tasarımcılar daha da çıldırıp tertiplerini artırdılar. Sadece Türkiye'de değil, ellerinin yetiştiği bütün ülkelerde bu milletin evlatlarını suçlamak, karalamak için her şeyi yaptılar.
3 Mart 2009 günü başlayan ve Ergenekon kapsamında ulusalcı ideolojik yapının TSK içinde illegal örgütlenmesini ifade eden Karagâh Evleri davasını kapatmak ve tutuklulara suç olmasına rağmen sözlü emirle para toplayanları deşifre etme ithamıyla yargılanan astsubayın Habertürk Gazetesi'nde "F-Tipi Astsubay" başlığıyla verilmesi tertiplerin hız kesmeden devam ettiğini gösterdi. Çünkü orada neler olup bittiği, bir hafta boyunca avukatlar ve sanıkların yakınları tarafından basın toplantılarıyla herkese duyurulmuştu. Sorguda hukuk dışı yollar, işkence ve baskılar uygulandığı adım adım duyurulmuştu. Buna rağmen baskı altında dikte ettirilen cümleler "itiraf" olarak sunuluyordu haberde.
Ulusalcı yapı, tasarımları için hâlâ düşman icat etmekle meşgul yani. Diyalogu önemseyenler de bu hendekleri atlamakla…
Yöntem farkı olmasa söylenecek çok şey var. Ama milletimizin bir kısmını devlet düşmanı ilan ederek çatıştırmaktan medet umanları da sevgi ve samimiyetin sıcaklığıyla eritebilmenin bir imkânı ve zamanı olduğunu bilmek sabır ve ümitleri kamçılıyor…
- tarihinde hazırlandı.