Kürsüde Bir Adam, Önünde Kur'ân

Karşımda mütevâzı bir kürsü; bir câmi kürsüsü. Kürsüde, önünde sadece Kur'ân, iki büklüm ağlayan ve anlatan bir adam. Evet, önünde bulunan, sadece Kur'ân. Belli ki ışığını, hızını ve ilhamını o yüce kitaptan alıyor. Belli ki bu adam "Kur'ân Adamı", "Kur'ânlaşan Bir Adam".

Ağlayan bu adam, câmideki cemâatin gözlerinin içine bakıyor, âdetâ bir çiçek bahçesinde dolaştırır gibi gözlerini şefkatle onlar üzerinde süzüyor, odaklıyor; ve ağlıyor, ağlıyor, anlatıyor… Bazen verâlara bakıyor; bakışlarına mahrem bir edâ bürünüyor. Anlatıyor, ağlıyor, anlatıyor, ağlıyor… Önce derin bir saygı ve haşyetle, muazzam bir sükûnet ve huşû içerisinde uzunca bir duayla başlıyor bitevî sözlerine. Ardından konuya esas teşkil eden âyeti, kimi zaman ağlayarak, kimi zaman çok olgun ve dolgun bir ses tonuyla vurgulayarak okuyor… ve yine derin ihlâs tüten ifâdelerle başlıyor söze.

Sözlerinin aralarından "şov adamı" olmadığı rahatlıkla anlaşılıyor. İstemeye istemeye çıktığı her hâlinden belli. Ancak söyleyecekleri de olan biri. Anlaşılıyor ki cemâatin iştiyâkı çekmiş onu oralara veya derûnundaki ızdırabı. Bazen gözlerini yumuyor; bazen iç yakıcı bir iniltiyle ağlıyor, kimi zaman da derin derin iç çekiyor. Konuşmalarda ilim var, mârifet var, Allah Rasûlü'nün (Aleyhisselâm) sevgisi var, Sahabî Efendilerimiz (r.anhüm) var, dâvâ var, ümit var, iştiyâk var.. Her şeyden önemlisi Allah'a büyük bir irtibat var; Peygamber Efendimize (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) karşı müthiş bir saygı var. Bazen yerinde duramıyor, bir ileri bir geri gidiyor. Kabına sığmıyor âdetâ. Fiziği zorluyor, metafiziğin engin dünyasına bir anda sıçramak istiyor; mekân ona âdetâ dar geliyor, zaman ve mekânı yırtmak istiyor, sonsuzluğa yelken açıyor. Işık çağından mesajlar sunuyor bu adam. Bazen yüreklere ürpertiler salıyor, bir arslan gibi kükrüyor. Cemâat huzurda, bütün olumsuzlukları unutmuş, talihine tebessümler yağdırıyor. Çehrelerde itminan, emniyet, mutluluk ve şefkat nümâyan. Bakışlar mânâlı, duruşlar mehâbetli. Huzur-u ilâhide bulunmanın saygı ve edebiyle dopdolular. Hep irticâlî konuşuyor bu seçkin hatip. Ama belli ki konuşulanlar farklı bir tonda, ilginç bir fonda, değişik bir boyutta gün yüzüne çıkıyor. Uzun sözün kısası, ihlâs tütüyor, samimiyet tülleniyor, farklılık belirginleşiyor.

Bazen ince bir tebessüm var, o gül-endâm çehrede. Ama yoğun bir hüzün onda her zaman hâkim unsur. Tebessümün ardında bile bin hüzün ve ızdırap nümâyan. Kur'ân'ın prensiplerine çok bağlı. Konuştuklarını ince eleyip sık dokur bir tarzda ayarladığı kesin. Bazen kısıyor gözlerini. Geriye dönüyor, bin hicap " Hak rahmetinin insan gözünde damla damla olmasıdır gözyaşları" dediğimiz gözyaşlarını siliyor. Efendiler Efendisi'nden (Aleyhisselâm) bahsederken kendisini hiç tutamıyor; ağlıyor, ağlıyor… Başında bazen bir takke, bazen hazır bir sarık, 14 asır arasında mekik dokuyor âdetâ; bir o altın çağlara gidiyor bir de yıkık-dökük çağa, yani günümüze. Ama tüm çırpınışı, " âzamî takvâ, âzamî velâyet, âzamî ihlâs ve âzamî zühd " için. Allah'ı anlatma telâşında bu gözü yaşlı muzdarip insan. Hakkı bulamayanlar adına ağlıyor. Pascal deyince, Jean'ı hatırlayınca, Saîd b. Zeyd'i anınca gözyaşlarını tutamıyor. Belli ki derdi, insanlığın Yüce Yaratıcı'yı ve O'nun Yüce Elçisi'ni bulması.

Önünde nûrânî ve ledünnî bir cemâat. Günebakan çiçekleri gibi ona bakıyorlar. Uyanık, heyecanlı, canlı ve zinde. Onunla ağlıyor, onunla tebessüm ediyorlar. Ama dikkatle dinliyorlar besbelli. Başlarında temiz ve bembeyaz bir namaz takkesi, çoğunun. Hepsinin yüzünde derin bir hüzün. Ama şu kürsüde duran muhterem insanı görme heyecanıyla mutlular, hepsinin de kalbi şevkle atıyor. Câminin atmosferi onları da bürümüş, kuşatmış, ciddi şekilde etkilemiş. Söz hiç bitmesin istiyorlar. Belki geceden câmiyi doldurmuşlar. Aradıklarını bulmuş olma sevinçleri yüzlerinden okunuyor. Kovalarını doldurma peşindeler ân-be-ân; testilerini doldurma arzusundalar her zaman. Çünkü karşılarındaki, hiç bitmeyen bir çağlayan. Câminin atmosferinden istifade etmeye çalışıyorlar ve bir ibâdet şuuruyla/neşvesiyle konuşulanları dinliyorlar. O ağlayınca onlar da ağlıyor ve kimisi yüzünü saklıyor hicaptan. O dua edince içten bir "âmîn" diyorlar. Bazıları kendini tutamıyor, yanıyor yakılıyor. Belki bazıları huzurun havasına kendisini kaptırmış olmanın sekriyle sermest olmuş bir tarzda sesini yükseltiyor, yükseltiyor... Teveccüh etmişler, teveccüh görmüşler.

Eskimeyen bir dostu görüyorum aralardan. O da tâlihliler arasında. Genç ve dinç. Gerçi o, her ne kadar yaşlansa da ruhu hep aynı, belki gün geçtikçe gençliği ve delikanlılığı daha da tazeleniyordur... "Ruhlarımız fedâ olsun!" diyor, bazen heyecanlanıyor. Zıplar gibi bir tavırla yerinden oynuyor ve o şekilde sözlerini arzediyor. Sesini yükseltiyor olanca tonuyla, haykırıyor. Âyetleri okuyuş tarzı ise bambaşka. Elfâza çok dikkat ediyor, tıpkı meânîyi önemsediği gibi. Geçiştirmiyor. Bir âyet ağırlığında okuyor okuduklarını. Bazen tekrar ediyor, anlaşılmayı kolaylaştırıyor. Eski ifadelerin yenisini de ekliyor hemen ardından. Tane tane konuşuyor tıpkı Efendiler Efendisi'nin sünnetinde olduğu gibi. Ama heyecanın dozu yükselince âdetâ bir yaylım ateşi gibi geliyor cümleler. Sancı, inleme, gözyaşı, âh-ü efgân… Izdırap her şeyin başı. Tekrar etmek istediği şeylerde "müsaade eder misiniz" diye izin istiyor bu büyük nezâket adamı.

Bendenize de yıllar evvel bu güzel mev'izelerin bâzılarına gitmek nasip olmuştu. Onlardan bir kısmını bir nebze olsun yaşamıştım öğrencilik yıllarımda. Bununla kendimi hep bahtiyar hissederim. Sonraları daha farklı lütuflara mazhar olsam da o günlerin ayrıcalığı ve sıcaklığı herkes gibi benim de hâtırâtımda çok farklıdır. Biliyorum, o günleri tekrar yaşamak çok zor. Her ne kadar o güzel hatîb, kerâmeti cemâate verse de öncelik herhalde ona âitti. "Hey gidi günler!" dediği vaazda beraber inlemiştik. İşte şimdiden o günleri özlüyor ve "Hey gidi günler!" diyoruz. O günler, ışıktan bir zaman dilimiydi bizler için. O sırlı sesi dinlemek, onun teveccüh tufanında banyo yapmak müthiş bir bahtiyarlıktı. O günler, tadına doyulmaz günlerdi. Kubbeler ve duvarlar o altın sesle yankılanıyordu. Güzel insanların hıçkırık sesleri kalplere işlerdi. Yağmur gibi dökülürdü hatîbin teveccüh yüklü iltifatları. Cemaat arasında müthiş bir duygu tufanı yaşanırdı. Ağlardı herkes, hatiple beraber ağlardı.

O günleri kısmen yaşadım. Ancak şimdilerde onları tekrar yâd ediyorum. Hem de bir bir. Aynen o eskideki günlerde olduğu gibi hatîbin huzurunda kendimi hissediyor, aktif bir dinleyişle onları tekrar süzüyorum. Notlar alıyor, duygu ve düşüncelerimi bir bir kaydediyorum. İşte bir kısmını şimdi sizlerle paylaştım. Biliyorum, "Orada Uzakta Bir Câmi" başlıklı yazı o günleri en muhteşem şekilde târif ediyor. Ancak bendeniz o yazıyı da birkaç kez okumakla beraber, tekraren o günleri bizzat yaşamak istiyorum. Hem de hatiple baş başa. Çağrışımları, duygu ve düşüncelerimi paylaşmaya inşallah devam edeceğim.

Bizler gözlerimizi o günlerde açmıştık. Rabbimizden ümit ve niyâzımız odur ki, yine öylece gözlerimizi kapayalım. İnşallah ebedî âlemde, Cennet'in bitevî uğultusunun yanı başında, o kutlu câmilerdeki âh-u efgân dolu altın sesi dinlemek, yeniden nasib olur.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.