Bir festivalin daha ardından
Bir festival daha bitti. Los Angeles şehrindeki Anadolu Kültür ve Yemek Festivali'nden (The Anatolian Cultures and Food Festivals) bahsediyorum. Bu sene üçüncüsü düzenlenen bu festivale daha önce Amerika'da kalmama ve fırsatım olmasına rağmen katılamamış, içten içe hayıflanmıştım. Bu sene çok uzaklardan gelip katılınca hayıflanmamın haklılığını anladım. Anadolu beşiğinde dünden bugüne yaşanmış ve halen yaşanan kültür mozaiği hemen her yönüyle aksettirilmeye çalışılmış. Festivale katılan misafirler Hititlerden Urartulara, Frigyalılardan Lidyalılara, Perslerden Bizans'a, Romalılardan Selçuklu ve Osmanlılara kadar Anadolu coğrafyasında tarih sahnesine çıkmış pek çok medeniyet ve kültüre ait bilgi edinme imkânı buldular. Bu medeniyetlerin kendine has mimari özelliğini taşıyan tak kapılardan festival alanına girerken her kapıda bir bay ve bayan sizi o medeniyetin kostümleri içinde selamlıyor. Geniş bir alanda kurulmuş festivalde neler yok ki... İstanbul, Konya, Antalya, Mardin ve Van için genişçe hazırlanmış mekânlarda İstanbul Boğazı'nı, Ağrı Dağı'nı, Aspendos Antik Tiyatrosu'nu, Mevlânâ Müzesi'ni, Mardin'in taş evlerini ve Akdamar Kilisesi'ni görmeniz mümkün. Kızkulesi, Topkapı Sarayı kutsal emanetler de dahil, orijinaline yakın kurulmuş vaziyette. Hatta kutsal emanetlerde tıpkı Türkiye'deki gibi hafızlar sırayla Kur'an okuyor. Derken muhteşem bir ezan ve namaz kılmak isteyenler için hazırlanmış, Sultanahmet misal genişçe bir mekân sizi karşılıyor.
Ortaya bir sebil konmuş, tıpkı III. Selim çeşmesi... Bir dolar veriyorsunuz, çeşmenin dört bir tarafında filikeler var. İster limonata, ister ayran, ister buzlu çay... Ne canınız çekiyorsa sebil... Ankara, Rize, Hatay, Burdur, Isparta, Mardin, Çorum ve daha pek çok şehre ait stantlarda oralara ait meşhur şeyler sergileniyor ve satılıyor. Burdur'un ceviz ezmesi, Hatay'ın defne yapraklı tabii sabunu ve künefesi, Çorum'un leblebisi, Rize'nin çayı Los Angeles'ta size servis ediliyor. Yaklaşık 100 ayrı stantta satışlar yapılıyor. Derken bir anons.. Mardin şehrinde müzik ve halk dansı gösterisi var, isteyen misafirlerimiz katılabilir. Türk'ü, Kürt'ü, Arap'ı, Amerikalısı, Ermeni'si, Rum'u yan yana halay çekiyor. Müthiş bir mozaik... Gündüz bir grup Türk sanat ve halk müziğinden popüler müzikleri çalıyor. Grupta, kabak kemaneyi çalan Amerikalı, kanun ve vurmalı çalgıları çalanlar Türk. Bir başka zaman, bir grup, Van yöresine ait yanık türküleri hem çalıyor hem söylüyor. Grubun ses ve saz sanatçısı Türkiye asıllı, Amerika'da yaşayan bir Ermeni. Hasılı, akılalmaz bir renklilik var.
Seminerlerin festivale katkısı
Bu sene bana göre çok yerinde olan bir başka organizasyon ise seminerlerdi. Açıkçası ben katılabildiğim kadarıyla çok istifade ettim. Gelenlerden aldığım intiba da öyleydi. Kerim Balcı, Türkiye-İsrail ilişkilerini değerlendirdi. Çok öz olarak tarihten günümüze geldi. Bugünkü durumu da değişik gazeteci ve araştırmacıların yorumlarıyla objektif olarak ele aldı ve her iki ülkenin de ilişkileri germekten öte iyileştirme adına gayret sarf etmesi gerektiğinin önemine değindi. Mustafa Akyol'un iki seminerine katıldım. İlkinde, İslam dünyası olarak kabul edilen ülkelerdeki gelişmelere değinen Akyol, Müslüman milletlerin özgürlük arayışına değindi. "Arap Baharı" denen gelişmelerin cereyan ettiği ülkelerin hemen hepsinin diktatörlükle idare edildiğini, bunların hiçbirinin İslam devleti olmadığını, aksine hepsinin seküler idareler olduğunu, yani bütün bu diktatörlerin seküler idareciler olduğunu dile getirmesi ve bugüne kadar olanlarda suçu İslam'a yüklemenin haksızlık olacağını belirtmesi salonda bulunan herkesten alkış aldı. İkinci seminerde, Türk-Ermeni ilişkilerini konu alan Akyol, kendinden çok emin bir tarzda dinleyenleri aydınlattı. Olabildiğince objektif bir yaklaşım sergiledi. Çarpıcı cümleler şunlardı: "Bugün Türk tarafının eksik kaldığı nokta bana göre, olup biten her ne ise bunun için Ermeni camiasına, 'Acınızı paylaşıyoruz...' diyemeyişidir... Ancak bu noktada olup bitene 'soykırım' tabirini kabul etmek mümkün değil, belki 'etnik temizlik' denebilir... Şunu da bilmekte fayda var. Siz her ne kadar Ermeniler acı çekti deseniz de, Türk insanının hafızasında da o döneme ait Türklerin büyük acılar çektiği bilgisi mevcuttur. Bu da bir realite, herkes bir diğerinin acısını görmeli. Fakat biz okullarımızda eğitim alırken, katiyen Ermeni düşmanlığı alarak eğitilmiyoruz. Benim atalarımın bir kısmı da Kafkaslar'da kıyıma uğramış ve Anadolu'ya göçmüşler... Bu, dünyanın her yerinde olagelmiş bir olay... Bu işi biz kendi aramızda görüşerek konuşarak halledebiliriz. Fransa gibi alakasız bir üçüncü veya dördüncü ülkenin tavassutuna hiç gerek yok..." Evet, bu sözler de büyük alkış aldı...
Amerikalı James C. Harrington, "Wrestling with Free Speech, Religious Freedom, and Democracy in Turkey: The Political Trials and Times of Fethullah Gulen" isimli kitabının tanıtımını yaptı. Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında Amerika'daki idarede, işin başında oluşan bir önyargıdan bahseden Harrington, bunun tamamen tanımamadan kaynaklandığını, nihayet gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, bu zatın ortaya koyduğu eserlerle herhangi bir yazar veya ilim adamı olmaktan öte, bütün insanlığı kucaklayan fikirlere sahip büyük bir mütefekkir olduğunu anladıklarını dile getirdi.
Katharine Branning ise yaklaşık 35 yıllık Türkiye ile olan ilişkilerini ve Türk kültürünün renkliliğini anlatttı. Yakında çıkan "Evet, bir bardak çay daha lütfen" anlamını taşıyan "Yes, I would love another glass of tea" kitabını anlattı. Türk çayını yorumlayan Branning, "Türk çayı sıcaktır, bu Türk insanının sıcaklığını gösterir. Kaşıkla şeker karıştırılır ve musikisi vardır, zira Türk kültüründe musikinin çok büyük yeri vardır. Türk çayı yalnız içilmez, bu da Türk kültüründe birlik ve beraberliğin, paylaşmanın önemini gösterir. Türk çayı ikram edilir, bu da onlardaki cömertliği, misafirperverliği gösterir vs." Daha buna benzer birbirinden tatlı yorumlarıyla bir Türkiye hayranıyla karşı karşıya olduğumu fark ettim ve içten içe sevindim.
Seminer serilerindeki ilginç bir olay ise Ermeni asıllı bir Amerikan olan Edvin Minassian'ın gelmesi ve konuşma yapmasıydı. Avukatlık yapan Minassian'ın programa katılması şüpheli idi; çünkü program öncesi tehdit almıştı, fakat geldi. Belki tehdit edenler de geldi. Onu dinlediler. Anadolu'nun tarih sahnesinde Ermenilerin varlığına değindi. Minassian, müzik ve yemek başta olmak üzere, Anadolu'da yaşanmakta olan renkli kültüre Ermeni kültürünün katkılarını anlattı...
Gezerken gözüme OC (Orange County)'nin yerel televizyonu, abc7 kanalı, TRT ve STV'nin muhabir ve kameramanları da ilişti. Hele mehter grubu, fuar alanını velveleye verip, Topkapı Sarayı'nın kapısında oturan Sultan ailesinin önüne gelip konserini verirkenki heyecanlarını görmeye değerdi. Pek çok köşe yazarı ve gazeteci de gözüme ilişti. Otelde akşam gerçekleştirilen ekonomi formundan çıkarken gördüğüm Mehmet Altan, yorgun gibiydi ama memnuniyeti her halinden belliydi. Oral Çalışlar da neşeyle salondan çıkıyordu diğer gazetecilerle birlikte. Nilüfer Narlı ve Ergün Babahan'la aynı uçakta gelmiştik. Cengiz Çandar da vardı ve bir sözünü arkadaşlar nakletti ki enfesti: "Eğer, bu çapta bir festival Türkiye'de yapılmak istenirse, bunu ancak buradaki ekip başarabilir, başkası altından kalkamaz..."
Sükûnet kahramanları
İşte, benim bu festivalde altını çizmeyi arzu ettiğim en önemli husus da bu.. yani festival sayesinde Türkiye'nin ve Türk kültürünün Amerika'nın en önemli şehirlerinden birinde en üst seviyede tanıtılmış olması değil.. Türkiye insanının güzelliklerinin koca bir dünyada gösterilmiş olması da değil.. Ermeni diasporasının en güçlü bulunduğu bir yerde buzların erimesine yaptığı akılalmaz katkı da değil.. birbirinden seçkin gazeteci ve akademisyenleri davet ederek üst seviyede bilgilendirme ve tartışma ortamıyla aydınların ufkuna yaptıkları katkılar da değil.. orada yaşayan Türklere hasretini çektikleri pek çok şeyi gösterip tattırmaları veya Türkiye'den gelen seçkin misafirlere gurbette yaşanması çok zor güzelliklerle göğüslerini kabartması da değil... Benim gördüğüm ve gözlerimi dolduran şey, yaklaşık 300 gönüllünün yoğun olarak bir ay, ancak geceli gündüzlü bir hafta festival alanının kurulması, düzenlenmesi, yemeklerin hazırlanması -ki, yemeklerin pek çoğu gönüllüler tarafından pişirildi ve satıldı- Türkiye'den her gelenin ayrı ayrı karşılanıp Hotellere yerleştirilmesi, kaldıkları süre içinde şehir gezileri, yemekler ayarlanması, fuar alanında her şeyin tıkırında gitmesi için oturmayı, yemeyi ve hatta uyumayı unutmaları.. müthiş bir dayanışma ve fedakârlık örneğinin sergilenmesi.. kadınıyla erkeğiyle dehşet bir özverinin sergilenmesi ve bütün bunlar olurken de sükûnetlerini, olgunluklarını muhafaza etmeleri... Bilmem ki ne demeli, harika ötesi bir şey bu... Emeği geçen herkese can-ı gönülden teşekkürü bir borç biliyorum...
Dr. Ali Ünsal Cakarta İslam Üniversitesi Gülen Kürsüsü Başkanı
- tarihinde hazırlandı.