• Anasayfa
  • Basından
  • Haberler
  • Fethullah Gülen Hocaefendi: Lenin ezip öldürdüğü insanlara o kadar küfür lafı etmemiştir

Fethullah Gülen Hocaefendi: Lenin ezip öldürdüğü insanlara o kadar küfür lafı etmemiştir

Fethullah Gülen Hocaefendi: Lenin ezip öldürdüğü insanlara o kadar küfür lafı etmemiştir

Fethullah Gülen Hocaefendi, "Ne Kadar Halimsin Rabb'imiz!.." başlıklı son sohbetinde yakın zamanda Hizmet Hareketi'ne yönelik yapılan küfür ve hakaret içerikli ifadelerin başka hiçbir dönemde yapılmadığına dikkat çekti. Hocaefendi, bazen mustarip bir ruhun inlemesi ile Allah'ın topyekûn bir ümmeti bağışlayacağını ifade etti.

Herkul.org internet sitesinde yayınlanan Bamteli sohbetinde Fethullah Gülen Hocaefendi, "Bir seneden beri tam 400 tane küfür lafı var. İnanın Lenin, Allah'ı inkâr ettiği halde, o ezip öldürdüğü insanlara o kadar küfür lafı etmemiştir." dedi. Hitler'in merhametsizliğine ve gaddarlığına rağmen 400 tane küfür kullanmadığını dile getiren Hocaefendi, “Bunlara belki dense küfür müçtehidi denir. Oturup kalkıp sürekli kafalarını o istikamette kullanmak suretiyle kafalarında küfür üretiyorlar ve lisanları da ona tercüman oluyor.” ifadelerini kullandı. Mukaddes değerler için ıstırap çekmenin önemini vurgulayan Hocaefendi, “Bazen mustarip bir ruhun inlemesi ile Allah topyekûn bir ümmeti bağışlar. Günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey de odur.” ifadelerini kullandı. Hocaefendi'nin, "Ne Kadar Halimsin Rabb'imiz!.." başlıklı sohbetinin tam metni şöyle:

Bazen mustarip bir ruhun inlemesi ile Allah topyekûn bir ümmeti bağışlar

“Gülsem de içimden ağlarım ben / Sızlar yüreğim yüzüm gülerken!” (Tokadizâde Şekip) Öyle olmak, millete tebessüm sadakasından geri durmamak lazım. İnsanlığın İftihar Tablosu'nun sine-yi mübareklerinde değirmen taşları dönüyordu; fakat O, ıstırapla kıvrım kıvrım olduğu zaman bile tebessüm bekleyenlerden de tebessümünü hiç eksik etmiyordu. Birinin yüzüne bakarken, içindeki o ıstırapları aksettirmemek için iradesinin hakkını vererek, Allah'ın izniyle onları bastırıyordu. Ne için ıstırap duyuyordu? İnsanlığın başını alıp cehenneme doğru önü alınmayan bir sele yelken açmasından dolayı içinde ıstırap duyuyordu. İnsanlığın cennete giden yolları tıkadığından dolayı içinde yaşadığı ıstıraptı. Nasıl o kadar güzelliklere karşı insanlar kapalı kalırlar? Nasıl olur da bu kadar fezâi ve fecâyi'e (korkunç bela ve musibetlere) karşı açık dururlar? “Akıllarını başlarına alsalar!” der ve bununla adeta ölür ölür dirilirdi. O'nun tek ıstırap çekmesine binlercenin canı kurban olsun. Evet, O olmasaydı hepimiz ölüydük. Fakat buna rağmen sürekli başkalarının gönüllerine bişaret aksettirecek şekilde çevresine tebessüm yağdırırdı. Tokadizâde Şekip zannediyorum böyle bir duygu yaşıyor. İnsanların yüzüne gülerken içinden ıstırapla kıvranıp duruyor. O kıvranma neye binaen onu bilemeyiz biz, hüsnüzan ederiz. İzmirli bir şair. Esas Tokat'tan gelme fakat İzmirli bir şair olarak bilinir. Bunalımlı dönemler yaşamış, Cumhuriyet'in bunalımlı yıllarını yaşayan şairlerinden birisi. O gün başına gelen o şeyler, ruhunda ıstırap hâsıl eden o olumsuz, negatif şeyler miydi? Evladının ölümü müydü? Yoksa Türkiye'de Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle toplumun künde künde üstüne devrilmesi karşısında duyduğu bir ıstırap mıydı? Bu ikinci şık ise şayet peygamberane ıstıraptır bu, müceddidâne bir ıstıraptır. Hazreti Pir-i Mugan'ın ruhunun derinliklerinde yaşadığı ıstıraptır. “Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Zira vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur.” diyor. Buna kutsal ıstırap diyebilirsiniz, kutsal hafakan diyebilirsiniz. Bunun dakikaları sizin ibadet anlarınızın bir gününe tekabül eder. İnsanlığın elinden tutma, onların gözünü açma, masnuata karşı kulaklarındaki perdeleri sıyırma, öteleri gösterme, öteleri duyurma adına içinizde duyduğunuz o ıstıraplı anların her anı, sizin hiç durmadan ibadet yaptığınız bir güne tekabül eder. Süfyân b. Uyeyne buyurur ki; “Bazen mustarip bir vicdanın sızlamasıyla Allah bütün bir ümmeti bağışlar.” Hz. Üstad'ın da takdirle bahsettiği, fıkıh ve hadis ulemasından, tebe-i tabiin döneminde mümtaz bir zat. 15 yaşındayken müçtehidler meclisinde oturan ve içtihad mubahaseleri yapan bir insandır. Abide bir şahsiyet 15 yaşında müçtehit olma Müçtehit günümüzde olmuyor yani. Bilmem ne dolu kitapları ezberleseniz dahi olmuyor. Fakat o zat, o dönemde o ilk dönemde bir Kamer-i Nurefşan gibi toplum içinde kendisini hissettiriyor, gösteriyor. Bazen mustarip bir ruhun inlemesi ile Allah topyekûn bir ümmeti bağışlar. Belki günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey de odur. Yıkıntıları görme, devrilmeleri görme. Toplum çapında üst üste, iç içe kırılmaları görme. Ve bunların ıstıraplarını ruhunun derinliklerinde duyma, uykusunu kaçıracak şekilde duyma. Gece kalkıp bazen deli gibi koridorlarda dolaşma. Ne olacak bu milletin hali? Bu hezeyan ne zaman sona erecek diyecek. Kaderden şikâyet etmeme, hep bunları derken de “Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, peygamber olarak da Hazreti Muhammed'den (sas) hoşnut olduk.” diyerek, onlarla meseleyi noktalayarak, taçlandırarak söyleme. "Ama ne olacak bu milletin hali? Şu parçalanmalar ne zaman sona erecek? Şu ayrıştırmalar ne zaman sona erecek? Şu ayrıştırıcı şom ağızlılar ne zaman susacak? Ağızlarına, o uğursuz ağızlarına ne zaman İlahi bir fermuar vurulacak?" ıstırabıyla kıvranır durur. Bazen kasıklarını tutar, bazen şakaklarını tutar. Bazen "La Havle Ve la Kuvvete İlla Billah” çeker. Problem çözülecekse zaten onunla çözülür. Onların da bir kabul noktasına, bir kabul ufkuna ulaşmasında murad-ı İlahi esastır. Allah icraatı sübhaniyesini, âdet-i ilahiyesini bizim keyfimize göre icra buyurmaz. Âdeti sübhanî ne ise ona göre yapar. Fakat şart-ı adi planında sizin sızlamanız, kıvranmanız, ıstırap çekmeniz çok önemli bir faktördür.

Sen ne kadar halimsin ey Rabb'imiz!

Muztar içten sızlanıp Allah'a içini döktüğü zaman ona cevap veren, o duaya icabet eden Allah'tan başka kimdir? O'dur ki o duaya icabet buyurur, muztarın duasına. Ve sonra da o meseleyi bir gün getirir yeryüzünde sizin bir ses ve soluk olmanızla taçlandırır. Bir gün gelir, siz yeryüzünde bütün insanlık adına, hususiyle Ümmet-i Muhammed adına kulaklarda çınlayan bir ses ve soluk olursunuz. Minarelerden yükselen ezan-ı Muhammedî gibi ‘Ne kadar az düşünüyor, tezekkür ediyorsunuz' diyor. Niye ıstırapla Cenab-ı Allah'a dua etme varken o mevzuda ahesterevlik ediyorsunuz. Bütün himmetinizi ve gayretinizi Ümmet-i Muhammed'in o engin ıstırabını, o iç içe olumsuzlukları vicdanınızda duyarak ‘Allah'ım çare Sensin, bizi Sensizliğe mahkûm etme, bizi Sensizliğe mahkûm etme' deyip inlemek. Evet, o derdi ıstırabı çeken de ilk siz değilsiniz, şimdiye kadar bütün Enbiya-ı İzam ve Rusul-ü fihâm efendilerimiz, sonra Sahabe-i Kiram efendilerimiz, hep o Hazreti Ebubekir efendilerimizin (ra) “Ma ahlemeke Ya Rabbena” sözü aklıma gelir. O, o gün o gaileleri görüyor iç içe. Kötülükler öyle, bağışlayın halk ifadesi, gırla gidiyor. İnsanlığın İftihar Tablosu'na en adi varlıklara yapmadıkları kötülükleri yapıyorlar. Başlara taç bir insana karşı, o kadar onurlu, o kadar izzetli bir insana karşı, meleklerin bir adım geriye çekilip karşısında el pençe divan durdukları bir insana karşı, gönlünün hüzünle çarptığı bir dönemde Allah'ın “Seni huzuruma alıyorum” deyip miraçla şereflendirdiği bir insana karşı, şeneat ve deneat -bini beş para- uygulanıyor. O engin ruh, engin vicdan, o derin, duyarlı, hassas vicdan Hz. Ebubekir, bunlara bakıyor ve izah bulamıyor bu meseleye. Nasıl olur? Bizi kurtarmak, dünyamızı aydınlatmak, gözümüzü açmak, kulağımızı duyar hale getirmek, kalbimizi ihtaslarıyla güçlendirmek için gönderilen bu insan, bunlara maruz kalır?

Lenin, ezip öldürdüğü insanlara o kadar küfür lafı etmemiştir

Dün, arkadaşlar sadece en galizlerini seçmişlerdi, benim elime verdiler kocaman bir dosya, bir seneden beri tam 400 tane küfür lafı var. İnanın Lenin, Allah'ı inkâr ettiği halde, Marksizm çizgisinde, o ezip öldürdüğü insanlara o kadar küfür lafı etmemiştir. Cemil Meriç merhumun 'deli teke' dediği Hitler, her şeyi o Nazizm'e bağlamak isteyen ve ona muhalif gelen herkesi yok etmek suretiyle bir yönüyle dünyada farklı bir şey tesis etmeye çalışan o insan, o kadar merhametsiz, o kadar gaddar olmasına rağmen 400 tane küfür kullanmamıştır. Efendim, bunlara belki dense küfür müçtehidi denir. Oturup kalkıp sürekli kafalarını o istikamette kullanmak suretiyle kafalarında küfür üretiyorlar ve lisanları da ona tercüman oluyor.

Bir insan onu söylerken ‘ne derece beni dinin dışına iter?' onu düşünmesi lazım. ‘Ne derece dalalete sürükler, dalaletin hangi vadilerinde gezdirir, mümin olarak?' bir ona bakmak lazım. Bir de konuma bakması lazım. Cemaat içinde sıradan bir insan -bağışlayın- kalksa bir ite, ‘it' dese, ‘haydi be kelb' dese insanlar biraz bunu mazur görürler. Fakat milletin önündeki imam kalkar dilini bununla kirletirse şayet, bu türden nâsezâ, nâbecâ sözler söylerse, belki onu tutup camiden dışarıya atmak icap eder. Bu da konuma yakışıksız düştüğünden dolayıdır. Enbiya-i izam (as) hazeratı, onca olumsuz şeye maruz kalmalarına rağmen, onun milyonda biri, onların lisan-ı nezihlerinden sadır olmamıştır.

Efendimiz (sas), onca kötülüklerine rağmen kime it demiştir, kime eşek demiştir? Kime haşhaşi, kime sülük demiştir. Ölçü O ise şayet, bence O'nun ortaya koyduğu ölçülere uymayan şeyler, ölçüsüzlüktür. Bu ölçüsüzlükleri irtikâp eden insanlar da ölçüsüz, muvazenesiz, dengesiz ve densiz bir kısım mahluklardır.

Civanmert insana, ‘Allah'ım bizi de onları da afv u mağfiret buyur' demek düşer

Bütün bunları görünce işte insan “Ma ahlemeke Ya Rabbena”, “Allah'ım Sen ne kadar Halimsin”, “imhal ediyorsun” diyesi geliyor. Onlar komplo üstüne komplo kuruyorlar, tuzaktan tuzağa sıçrıyorlar. “Bununla ön alamadık, bununla alabilir miyiz; bununla parçalayamadık, şununla parçalayabilir miyiz; şimdi olmadı, altı yedi sene sonra bunların hakkından tamamen gelebilir miyiz?” diyorlar. Oturup kalkıp hep bunları hecelemek, hep bunlarla gecelemek, affedilebilecek gibi bir günah değildir. Bu günah küfre denk bir günahtır, korkunç bir dalalettir. Bu size her zaman “Ne kadar halimsin Allah'ım!” dedirtecek bir şeydir. Ve bunu taçlandıracak ayrı bir şey de -sizin civanmertliğinize yakışan bir şey- “Allah'ım bizi de onları da afv u mağfiret buyur. Şu kaymış kalplerimizi yeniden istikamete ilet!” demektir. Civanmert insana, hasbî insana bu düşer. Zira o mevzu da hükmü verecek Allah'tır. Onlar tuzak tuzak üstüne, komplo komplo üstüne kuruyorlar. Bir yetmedi başka bir şey. “Ben de onların komplolarına, hilelerine mukabelede bulunuyorum” diyor Kur'an-ı Kerim, Tarık Sûresi'nde. “Öyleyse de sen de onlara mehil mehil üstüne ver” hele bir mehil daha ver, hele bir mehil daha ver. Mehil ver de sonra hınçla, şiddetle üzerine yürü demek değildir. Onu bana bırak demektir, sen bir süre daha sabret. Cenab-ı Hakk'ın gayretine dokunması, belki şu an binlerce insan Hasan Şazeli Hazretleri üslubuyla, “Ey Allah'ın gayreti mütecavizler saldırı üstüne saldırıda bulundular. Ne olur o gayretini mahmuzla bunların üzerine bu problemi hallet.” Binlerce insan belki şu anda yaşadığı ıstırabı bu türlü sözlerle seslendiriyor. Bir, iki, üç, dört, beş ve aynı zamanda bir gün, iki gün, üç gün, dört gün, beş gün ve aynı zamanda bir hafta, iki hafta, üç hafta, aynı zamanda bir ay, iki ay insanlar hep bununla sızlayıp durmuşlarsa imtihanı vermişler demektir. Bu defa sözün bittiği yerdir orası. Sözün bittiği yer fiili ilahinin başladığı yerdir. O varsa ne gam var. Bir intikam hissi değil “Allah kahretsin, cehenneme yuvarlasın” değil. Cenâb-ı Hakk ıslah eylesin, mülayemet lütfeylesin, hakikati doğruyu göstersin, ruh-u Muhammedî'den gelen tecellilerle bir yönüyle onların ufkunu da açsın. Onların gözlerini de hakikate açsın ve onları da insanca yaşamaya muvaffak kılsın!

Bugün size bu zulmü yapanlar ıstırap çekmenin ne demek olduğunu bilmezler

Milletimizin hepsi o günlerde bir irtica paranoyası yaşamıyordu. Bahsediliyordu; bir kesim tarafından müminler terörist olarak gösteriliyordu. Bu defaatle yaşandı. İşin hakikatini anladıkları zaman da hukuk sistemi çok defa doğru işledi. İçinizde o günleri idrak edenler varsa 27 Mayıs'ta da o preslenmeyi Allah'a hamd ü sena olsun yaşattı bizlere, aynı şeyleri gördük. O gün belki çoğunuz dünyada yoktunuz. Bugün size bu zulmü yapanlar bile o gün ekmeğe pepe diyorlardı, yemeğe de mama diyorlardı. Bilmezler onlar ıstırap çekmenin ne demek olduğunu. Din için çile çekmenin ne demek olduğunu. 12 Mart'ı öbürüne nispeten pek çoğunuz duymuşsunuzdur, ayrı bir fasıldı ama aynı şeyleri söylediler. Aynı tazyikleri yaptılar fakat bir kesimdi bu. Beri tarafta meseleyi uzaktan seyreden bir sürü vicdanlı insan vardı, onların da yürekleri yanıyordu, vicdanları sızlıyordu. Bunu da görmezlikten gelmemek lazım. O en kötü dönemlerde bile şöyle böyle sizi himaye eden ve sizin hakkınızda olumlu şeyler bahseden insanlara şahit olduk. 27 Mayıs'ta da, 12 Mart'ta da aynı zamanda 12 Eylül'de de aynı şeylere şahit olduk. Hatta denebilir ki bir ölçüde belki 28 Şubat'ta da. Ondan kaçarak buraya gelmedik, hastaneye geldik. Bir kısım kimseler herkes değil orada bir fırtına koparınca, medya da o meseleye alet olunca, yine aynı zamanda ‘devletin temel nizamlarını, dini esaslar üzerine oturtmak maksadıyla devlet kurma' falan gibi hikâyeler. Birinci fıkra bu, 4 fıkranın birinci fıkrası. Bu da onların paraleliydi. Dolayısıyla belli bir dönemde gerçekten Allah'a inanmış insanlar, yeniden ruhlarının abidesini ikame etmeye çalışan insanlar, Muhammedî ses ve soluğu dünyanın 4 bir yanına duyurmak isteyen insanlar, ruh ve mana köklerinden gelen değerleri bir abide şeklinde bütün dünyanın gözüne sokmak isteyen insanlar, o irtica paranoyasıyla böyle hep eziliyordu, elekten geçiriliyordu, presleniyordu. En yakın dönem itibarıyla Hz. Pir'i ve onun talebelerini düşünebilirsiniz.

Düşünün ki Demokrat Parti iktidarda olduğu zaman bile Müslümanlara şöyle böyle bir nefes aldırmıştı. Ve bir sürü imam hatip açılmıştı o dönemde. Ama düşünün 58'de Ankara davası vardı. O irtica paranoyası hiç durmadı. Ama belli bir kesim tarafında diğer kitleler ve yığınlar da o mevzuda o ölçüde duyarlı değillerdi. Efendim öyle bir şey olmuş farkında bile değillerdi. Şimdi de görüyorsunuz yani her yerde kızıl kıyamet kopuyor, her gün fezai ve fecai adeta birbirini takip ediyor. O olumsuzluğu doğuruyor Fakat insanlar hâlâ keyiflerinde, zevklerinde, lezzetlerinde. Bir bayram olunca otellere dökülüyorlar, denizlerin kenarına koşuyorlar, eğleniyorlar, gülüyorlar. Hiçbir şey yokmuş gibi o dönemde de öyleydi yani. Bir kesim zulüm yapıyordu, haksızlıklarda bulunuyordu. Beri tarafta bir şeyden anlamayan insanlar da “Galiba bunlar da hak etmişler bundan dolayı”. Şu anda da belki çokları tarafından söylenen sözler medyaya da intikal eden şeyler, ‘oh oluyor' diyenler bile var. Şimdi de o zaman onu ortaya atan insanlar irtica dediler. Belki o gün kanunların içine sokuldu ama esas 163 vardı, 163'teki birinci fıkrayı okudum, efendim 2 seneden 7 seneye kadar cezası vardı onun. Şimdi de onun yerine belki de hukukta da adı yok bu meselenin, yani sözlüklerde de adı yok bu meselenin, gavurca bir kelime, onunla lisanını kirleten insanlar, bir tanesi onu ortaya atınca aklını peynirle yemiş bir sürü insan da -bunlar nezaketsizce oluyorsa ikaz edin beni kullanmayayım- aynı kelimeyi telaffuz etmeye durdular. Bu deyişe bu şekilde duruşa bu şekilde tavra bu şekilde telaffuza bakınca insanın aklına ben çocukluğumda o günleri gördüm daha sonra da zaten filmler, televizyonlar gösterdiler. O Almanya'nın deli tekesi elini böyle yapınca falan diyordu. Dağları aşarım, -herkes bağırıyordu dağları aşarım- deryaları geçerim, muhalif geleni bitirim, yirmi bilmem kaçta hepsinin hakkından gelirim -herkes gelirim diyordu-. Onlar da her şeyi tekrar etmeye başladılar. Yahu yerinde mi, hukukta yeri var mı, bu dediğimiz şeyi yarın tarih bize sorarsa, yarın hukukçular bize sorarlarsa, dünya bu meseleyi bize sorarsa diyeceğimiz bir şey var mı? En azından diyecek şey adına aklımızı kullanmalıyız. Bütün bütün akılsızlığa girmemeliyiz. Birisi öyle delice bir şey attı ortaya, diğerleri de aldı onu hemen dillere pelesenk, tekrar edip durdular. Millet de bilmiyor galiba çok kötü bir şey dediler. Vardı yani belli bir dönemde belki, bunların paralel dedikleri şeylere belki uygun. Belki onlar için söylenmesi gerekli olan bir şey olabilirdi. Çünkü anlamsız bir şey, o anlamsız iddialar için kullanılabilirdi. Fakat bugün hizmet eden camiaya karşı kullanıyorlar. Allah (cc) onlara nasip etmediği bir şeyi elli türlü badirenin bulunduğu bir yerde ekonomik durumu orta ölçekte Türk insanına, Anadolu insanına yaptırtıyor bunu. Kürt'ü ile, Türk'ü ile, Çerkes'i ile, Laz'ıyla, Boşnak'ıyla, Arnavut'uyla, Makedonlusuyla Anadolu insanına Allah bunu yaptırtıyor. Size dünyanın 163 ülkesinde okul açma imkânı bahşediyor. Ve zannediyorum bu sene öyle dediler 1400 tane oluyor. Bu ne yani bir nisbet olsun diye nispetle meseleyi tavzih edelim diye arz ediyorum. Bütün Avrupa devletleri Devlet-i Aliye'nin şöyle böyle sınırları vesayeti altında bulunan ülkeler içinde 2-3 asırda 1200 okul açmışlardı. Sizin böyle bir şeye bağışlayın halk ifadesi ile soyunmanız, evet demeniz, vira bismillah demeniz 91-92 yıllarında başlıyor, demek ki 20 sene. Elin âlemin 2 asırda yaptığı şeyin çok ötesinde Allah size bir iş yaptırtıyor. Öyle bir iş ki bu zannediyorum mele-i alânın sakinleri bunu alkışlıyor. Ve gittiğiniz yerlerde 20 senedir o insanlar, yabancı insanlar farklı kültürün çocukları, bunların içinde çok farklı dinde insanlar var, kabile dinlerinde insanlar var. Farklı lisan kullanan insanlar var. Sizin nabzınızı tutuyorlar, kalbinizi dinliyorlar, onca tezvirata, iğvâya rağmen, onca aldatmaya rağmen hâlâ siz bu ölçüde orada mevcudiyetinizi devam ettiriyorsunuz. 50 defa yabancı misyon şefleri ile konuşuyorlar. O devlet adamlarına telefon ediyorlar. ‘Size şu avantajları tanıyacağız, bugüne kadar kimseye müyesser olmayan bu camianın açtığı okulları kapatalım. Dünyanın kurtuluşu bu okulların kapatılmasına bağlı.' gibi mantığı olmayan, insani yanı olmayan, mürüvvet ile irtibatı olmayan, yapılmamış bir şeyi milletimiz yapmış onu yıkmaya çalışma, şenaatin, denaetin, fezeatin hiçbir kıstasla kabul edilemeyeceği en korkunç en ürpertici şeklidir. Allah (cc) onu lütfediyor. Şimdi onu yıkmak için uğraşıyorlar. Neye bağlayarak? Bunu bir dönemde başkaları irticaya bağlıyordu, irtica paranoyası ile hareket ediyordu. Vakıa irtica deyip o paranoya ile açtıkları mahkemeler efendim o da beraat ile sonuçlandı. Temyiz ile tasdik etti o meseleyi. Hukuk adına cinayetler işleyen insanların o kör gözlerine, sağır kulaklarına sokulsun. Paralel paranoyası yaşayan ve ona göre insanları alan, içeriye atan gayri hukuki insanların kör gözlerine, sağır kulaklarına sokulsun. İrtica küfür takiyyesiydi denmişti. Bugün de paralel nifakın takiyyesidir denebilir mi? Hiç tereddüt etmeden söyleyebilirsiniz. Çünkü bir iki asırdan beri İslam dünyasında Müslümanlar, Müslüman görünenler arasında da bir sürü münafık var, bu da o münafıkların takiyyesidir. Vesselam

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/fethullah-gulen-hocaefendi_fethullah-gulen-hocaefendi-lenin-ezip-oldurdugu-insanlara-o-kadar-kufur-lafi-etmemistir_2265914.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.