Bir devrin aksiyon insanları: Nur postacıları
Bediüzzaman Said Nursî'nin, 1927 yılında Barla'ya ayak basması, makro planda İslâm âlemine yön verecek bir imanın inşaasıdır aslında. Ancak Tek Parti iktidarının, milletin dinî ve kültürel değerlerini inkâr politikası Anadolu'nun üzerine kara bir bulut gibi çöker. Şeyh Sait isyanı bahane edilerek Isparta'nın Barla nahiyesine sürgüne gönderilen Said Nursî, tecrit edilmiş bir hale terk edilir. Lâkin o, iman hakikatlerini anlatmak için her engeli aşarak mücadelesini verir. Yazması, konuşması hatta düşüncesi bile yasak kapsamındadır Bediüzzaman'ın. Risale-i Nur'un yazımı ve çoğaltılması da işte bu istibdat duvarlarının örülmeye başlandığı zamana tesadüf eder.
Üstad, "Yaz kardaşım!" demiştir bir kere. Ve kalemler kelamın emrinde, Hakk'ın inayetiyle ses vermeye başlar. Nur'un etrafında halelenen ilk talebeler, karanlığın tehditkâr ve baskıcı tavrına rağmen büyük bir özveri ile yazarlar. Dağda, çayırda, evde, bahçede, yolda... Kâinatın hemen hemen her salonunda Risale telif edilir. Gürültüsü duyulmasın diye dua edilen ve söz dinleyen matbaalar, işte bu hengâmenin ortasında kurulur. Evlerin içinde, çekilen perdelerin gerisinde kurulan yenidünyanın ayak sesleri okşanmaktadır. Gün içinde tarlasından, bağından, bahçesinden yorgun dönen Nur talebeleri için asıl mesai evlerinde başlar. Bu, davaya öyle bir teslim olma halidir ki, çoğu şuurlu faninin izah edemeyeceği bir metafizik gerilimdir. Risale-i Nur yazımı için gösterilen çabanın reel politiği ya da hayatta matematik bir karşılığı yoktur. Evlerin Nur'la hemhal olan bölmeleri, Anadolu'nun beklenen, üstü örtülen nefes odalarıdır adeta. Hanımlar, beyleri Risale-i Nur yazarken mum tutarlar yahut kocaları daha rahat yazı yazsın diye sırtlarında odun taşıyarak evin 'erkek' işlerini görürler. Bazen de bütün bir ev halkı, bu nurefşan kuşun kanadından tutar. Sav köyünde 1000 kalem çalışır inkâr ateşini söndürmek için. Öyle ki günlerce evinden dışarı çıkmayan yiğitler görülür, meleklere karışan. Yazılan, kâğıda dökülen her bir Risale, Müellifine ulaşır, tashih için. Tedbire riayet en önemli şiardır dense mübalağa olmaz; çünkü aynı gizlilik içerisinde, gözden geçirilmiş eserler, Anadolu'nun dört bir bucağına yayılır. Peki, ama nasıl?
'Nur Postacıları' denilen kahramanlar vasıtasıyla Anadolu'nun susuzluğu giderilmeye çalışılır. Bu fedakâr adamlar, Risale-i Nurları sırtındaki çantaları ya da heybeleri ile gece-gündüz demeden dere-tepe, dağ-bayır aşarak muhataplarına ulaştırırlar Risale-i Nur'ların yazılan kısımlarını. Bu tarihte eşine bir daha rastlanmayacak yolculuğa bütün mahlûkat eşlik eder adeta. Issız ormanlardan geçilir, emanetler sahibine ulaştırılır zor da olsa... Üstad'dan talebelerine, talebelerden Üstad'a Nurların ulaşımı bu kanal üzerinden sürer. Çantaların içine, iman kokan kâğıtların yanı sıra dualar, heyecanlar, ümitler ve muhabbetler de konur. Her türlü takibin, devamlı kontrolün asık suratına tokat atılıp yola devam edilir. Yıllar sonra 'Tarihçe-i Hayat'ta geçeceği gibi imanın tekniği yendiği bir andır. Matbaalarda basılması teklif dahi edilemeyen Risale-i Nurlar, Nur Postacıları'nın üstün gayretleriyle Anadolu insanına ulaşıverir. Devletin açık ve gizli baskılarını hisseden Nur talebelerini hiçbir zorlama geri döndüremez. İl il dolaşılarak dağıtılan eserler, kendilerini bekleyen ellere değer değmez yeniden, bir kez daha Allah aşkı ile çoğaltılır. Ve Risale-i Nur, Anadolu'nun derin hafızasına kazınır.
Kilit vazife yapan ağabeyler vardır dağıtma işinin başında. Isparta Bedre köyü imamı Sabri Efendi bu kahramanlardan sadece biridir. Yeni telif edilen eserler kendisine gelir, o da bunları Eğirdir Gölü kıyısındaki Bedre iskelesinden diğer köylere dağıtır. Sabri Ağabeye yaptığı bu mühim işten dolayı 'Nur İskele Memuru' denir. Bu fedakâr insana, ehemmiyetli vazifesi hasebiyle 'Nur Santrali' diye hitap edilir. Bir başka adanmış ruh Atabeyli Tahiri de avuçlarından kayan bir yağmur damlası rikkatinde Risaleleri yazarak çoğaltır ve diğer köylere, kasabalara gönderir. Fethullah Gülen Hocaefendi, Tahiri Mutlu Ağabey üzerinden bir değerlendirmede bulunurken şu çarpıcı tespiti yapar: "Evet, Onlar hep gerilerde durdular, çok küçük göründüler, hep mahviyet içinde oldular. El-âlem de yalnızca o görünüşe ve o duruşa baktı, onları sadece zahire göre değerlendirdi. Onların her birisi ihtimal bir kutbiyeti, bir gavsiyeti temsil ediyorlardı; ama nâdanlar bunu anlayamadılar."
Bir nevi gönüllü kuryeler olan bu ağabeyler, hayatları pahasına, iman ettikleri davayı yükseltmek adına bir adım geri durmazlar. Kutsî vazifenin öncüleri olan Nur Postacıları'nın attığı her adım, Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar adına yapılan karşı propagandanın önüne geçer. İslâmköylü Nur Postacısı Abdullah Çavuş, bu iman ve aksiyon adamlarından biridir. O günlerden bir hatırasını yıllar sonra, Risale-i Nurların artık mağlup edilemez hale geldiği bir demde, şöyle anlatır Çavuş: "İslâmköy'den akşamleyin çıkardım, mektup torbasını sırtıma atar, köylere uğrayarak, şafakla birlikte Barla'ya Hocaefendi'ye ulaştırırdım. Sevinçle beni karşılardı. Sabah namazını birlikte eda eder ondan sonra yatardım. Yine böyle bir gece seferinden sonra vardığımda Hafız Ali Efendi de oradaydı. Kur'ân'ı çeşitli talebelerine taksim etmiş, herkes bir parçasını kendisinin tarifi üzerine yazıyordu."
Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî, yeryüzünün temsilleri üzerinden Nur Postacılarının dağıttığı eserlerde o gün şöyle konuşur: "İşte o saray şu âlemdir ki, tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba gûnagûn (çeşit çeşit) çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür. O melik ise, ezel-ebed sultanı olan bir Zat-ı Mukaddestir ki, yedi kat semavat ve arzı ve içlerinde olan her şey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zatı takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadir ki, semavat ve arzı altı günde yaratarak, Arş-ı Rububiyetinde durup, gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp kâinat sayfasında âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar emrine musahhar, zihaşmet ve zikudret sahibidir."
Barla Dağları'ndan Anadolu'ya yayılan Nur Postacıları, öyle ihlâsla hizmet ederler ki Üstad, onları 'Isparta Kahramanları' diye taltif eder. Bir Said Nursî zorunluluk gereği gelir Barla'ya lâkin yüzlerce Nur Postacısı ile yüz binlerce kitap çıkar ortaya, nur boyası ile boyanır âlem. O dönemki sürgün endeksli zihniyet, tüm engellemelere rağmen şaşkınlık içinde şu soruyu sorar: "Nurcular kâğıdı nereden buluyor?" Bu soru, Nur Postacılarının manevî himmeti ile dünyanın dört bir yanına yayılan Risale-i Nurlar için hâlâ geçerli sanıyoruz. (Samet Altıntaş)
- tarihinde hazırlandı.