"Alevîliğin İslâm'la İlişkisi Tartışmasızdır"
Türkiye'nin hassas konularından biri olan Alevîliğe dair çoğu defa bilimsel temelden uzak yapılan değerlendirmelerle önemli gerçeklikler gözden kaçmakta. Siyasal talepleri olan modern kamusal bir hareketten, kendi geleneği ve cemaati olan bir inanç ve kültürel bir eğilim olmak arasında, "Alevîlik nedir?" sorusu Türk kamuoyunun zihninde henüz net bir cevap bulabilmiş değil. Bugün, çoğu zaman siyasi motifler üzerinden yeni bir Alevîlik üretildiğinden en çok yine Alevîler şikâyetçiler. Bu bağlamda Abant Platformu'nun, 17 -18 Mart 2007'de gerçekleştirdiği 13. Abant Platform'unda Alevîlik konusunun ele alınması, önemli bir girişimdi. Fakat toplantı bazı eleştirilere sebep oldu. Toplantıyı ve Alevîliği, toplantıya önemli katkıları olan konunun önde gelen uzmanlarından Doç. Dr. İlyas Üzüm'e sorduk.
Hande Ekşioğlu: Geçtiğimiz günlerde Abant Platformu, Alevîlik için toplandı ve bu sefer ele aldığı konu için eleştirildi. Alevîlik konusunun Abant Platformu'nda konuşulmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlyas Üzüm: Abant Platformu, bugüne kadar gerçekleştirdiği faaliyetlere bakıldığında, ülkemizin bazı sorunlarını bilim adamlarıyla ve toplum meselelerine duyarlı farklı dünya görüşüne sahip aydınlarla samimi biçimde, özgür ve demokratik ilkeler çerçevesinde tartışan, bunu yaparken de uzlaşı çabasında olan bir platform. Bu sebepledir ki Abant'ın Alevîlikle ilgili bir toplantı yapacağını öğrendiğimde memnuniyet duydum. Çünkü ülkemizin önemli sosyal gerçekliklerinden biri olan Alevîliğin bilim adamları, o yapıya mensup insanlar, kanaat önderleri ve aydınlarla birlikte konuşulması, konunun bütün yönlerinin cesaretle tartışılması insanımız için yararlı hatta daha ötesi bir gereklilik olarak gözüküyor, bence.
Hande Ekşioğlu: Böyle bir toplantı düzenlemekle size göre ne umuldu? Nasıl bir sonuç ortaya çıktı?
İlyas Üzüm: Bu soruyu kanımca düzenleyenlere sormak lazım. Ama şu açık ki platform bundan önceki toplantılarda ne umduysa (konuların özgürce tartışılması, somut çözüm önerileri geliştirilmesi gibi) bu konuyla ilgili olarak buna benzer bir umut içinde olmuştur. "Ne oldu" derseniz, bence kötü bir şey olmadı. İki gün boyunca akademisyenler, aydınlar, bu topluma mensup kimseler, özellikle kanaat önderleri ve aydınlar meseleleri bir kere daha genişçe gündeme getirdiler. Konular çeşitli boyutlarıyla müzakere edildi. Müzakerelere geniş zaman ayrılmış. Dolayısıyla her katılımcı serbestçe fikrini beyan etme imkânı buldu. Aleviler'in başta cem evleriyle ilgili olmak üzere temel talepleri görüşüldü. Özellikle Osman Eğri, Ali Yaman ve Reha Çamuroğlu belli problemlerle ilgili çok somut çözüm önerileri sundular. Diğer taraftan konuyla ilgili ilmi çalışmalar itibariyle önemli tespitlerde bulunuldu. Meselâ Alevîlik ve Bektaşîlik çalışmalarının, bu alanın en önemli isimlerinden biri olan değerli Profesör Ahmet Yaşar Ocak'ın ifadeleriyle, henüz emekleme döneminde olduğu belirtildi. Bunu önemsemek lazım. Zira sağlıklı bir bilgilenme, derinlikli bir yaklaşım yoksa önyargılar devam edecektir; bu da problemi çözmek yerine daha da giriftleştirecektir. Yapılması gereken, konuyu, tam bir samimiyet içinde bilimsel ölçülerle ele almak, problemleri açık yüreklilikle konuşmak, tartışmak ve çözümler üretmeye çalışmaktır. Bu bakımdan, bu konuda toplantı yapılmasını son derece yerinde gördüm. Ayrıca toplantıda birçok konuda bilgilendim ve o dünyaya mensup insanlarımızla tekrar görüşüp konuşma imkânı buldum.
Hande Ekşioğlu: Alevîlik konuşmalarını zorlaştıran nedir?
İlyas Üzüm: Alevilik konuşmaları bence zor konuşmalar değildir. Yurt içinde ve yurt dışında bu konuda birçok bilimsel, yarı bilimsel yahut pratik amaçlı toplantılar yapıldı, yapılıyor. Yerli yabancı birçok araştırma yapıldı, yapılıyor. Pek çok yayın ortaya kondu ve konulmaya devam ediliyor. Ama hiç problem olmadığı anlamına gelmiyor bütün bunlar. Bence problemlerden biri Alevîliğin mahiyetiyle ilgili birçok çevrede gözlenen bilgi eksikliği. Bunların bir an önce giderilmesi gerekir. Alevîliğin kendine mahsus bir geçmişi var. Diğer bir husus birincisine bağlı olarak ortaya çıkan "farklı Alevîlik algılamaları". Herkes kendi algılamasını merkeze koyuyor ve farklı bir algı ile karşılaştığında onu kabullenmekte, onu da resmin bir parçası olarak görmekte zorlanıyor.
Hande Ekşioğlu: Bu durumun üstesinden nasıl gelinebilir?
İlyas Üzüm: Bu durumda bilimsel davranmaya mecburuz. Bilimsel yaklaşım, olayı bütüncül bir biçimde değerlendirmeyi; konuyu dönemler, bölgeler, yapılar bazında tek tek ele almayı ve her yapıyı kendi bağlamı içerisinde açık, anlaşılır biçimde ortaya koymayı gerektirir. Böyle olduğu zaman kimi çevreler de kısır döngüden kurtulacaktır. Hiç değilse kimse kendi anlayışını merkeze alarak, diğerini dışlayıcı bir tutuma girmeyecektir.
Hande Ekşioğlu: Alevîliğin birbirinden bu kadar farklı anlayışlar içermesi neden?
İlyas Üzüm: Alevîliğin 10 asırlık bir geçmişi var; bu çok uzun bir dönem. Aynı zamanda çok geniş bir coğrafi mekan var ortada. X. yüzyıllarda Orta Asya'da başlamış, XI ve XIV. Yüzyıllarda Anadolu'ya intikal etmiş, oradan erken dönem fetihlerle birlikte belli hatlar halinde Balkanlar'a kadar uzanmış. Böyle geniş bir coğrafya ve uzun bir tarihi süreçte bu yapıya mensup kimselerin birbirinden farklı anlayışlar geliştirmesi tabiidir. Hemen her dini yapıda bu görülür.
Hande Ekşioğlu: Ortada Alevîlik İslam dışıdır denebilecek bir yapı var mı?
İlyas Üzüm: Alevîlik dediğimiz yapı, bu 10 asırlık tarihi süreç içinde şüphesiz farklı adlarla anılmış; ama sonuçta İslam'ın belirleyici bir kimlik olarak kabul edildiği kati bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki bugün Alevî ve Bektaşî diye anılan topluluğun, ilk dönemlerinden itibaren, Ahmet Yesevi, Ebul Vefa el-Bağdadi, Lokman-ı Parende, Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Otman Baba, Akyazılı Sultan, Kızıl Deli Sultan gibi ulularına baktığımızda, bunların kendilerini samimi olarak Müslüman gördükleri ve hatta o bölgedeki gayrimüslim muhitleri İslam'a davet ettikleri, onlara İslâm'ı anlattıkları tarihi bir realite olarak karşımıza çıkar. Alevîliği İslam'la ilişkisi aslında tartışmasızdır. İslam tarihi içinde ortaya çıkıp gelişmiştir. Bazen İslam, bazen de "Muhammed dini" olarak adlandırılmıştır. İslam'ı her türlü mezhebi formun dışında değerlendirip, "İslam nedir?"diye sorduğunuzda, tevhid, yani Allah'ın birliği ve hemen onun yanında Hz. Muhammed'in peygamberliği akla gelir. Alevîler, Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul ederler. Hz. Ali'yi de Allah'ın velisi olarak düşünürler.
Hande Ekşioğlu: Bu sözlerinize Alevî kaynaklarından örnekler verebilir misiniz?
İlyas Üzüm: Mesela, Demir Baba Vilayetnamesi'nde şöyle yazar: "Demir Baba pehlivan bir babaydı. Karşısına çıkan bir Rus pehlivanı yere devirdi ve ona dedi ki; 'Ey Marko Muhammed dinine gir, felah bul." Buradaki Muhammed dini şüphesiz İslam'dır. Bir başka örnek, Pir Sultan Abdal'ın çok açık bir deyişidir:
"Muhammed dinidir bizim dinimiz.
Tarikat altından geçer menzilimiz,
Cibrili Emin'dir rehberimiz,
Biz müminiz, Mürşidimiz Ali'dir."
Bir başka örnek Hacı Bektaş Veli Menakıbnamesi'dir. Burada kaydedildiğine göre Hünkâr Hacı Bektaşî Veli, altı aylık bebekken bir keramet eseri olarak şehadet parmağını kaldırıp ağzından şu cümleler dökülmüştür: "Ben şahadet ediyorum ki Allah birdir. Hz. Muhammed Allah'ın resulüdür, Ali de Allah'ın velisidir." Diğer taraftan İslam'ın ana kaynağı Kuran-ı Kerim'dir. Bütün Alevî ve Bektaşî kaynakları Kuran-ı Kerim'e yapılan olumlu atıflarla doludur. Buyruk'ta Kur'an-ı Kerim'in okunmasına vurgu yapılmış, "Tanrı'nın kelamını bilmeyen Tanrı'yı nasıl bilebilir?" denmiştir. Bu insanlar, söz gelimi, vefat eden yakınlarına Kuran'dan, Yasin ve bazı sureler okuyarak Allaha dua etmişlerdir. Yine Hünkar'ın menakıbnamesinden örnek vermek gerekirse, Hünkar rahatsızlandığında Hak'ka yürüyeceğini anlamış ve Sarı İsmail'i çağırarak, "Bana Kur'an oku, bana Yasin oku" demiştir. Ancak burada şunu da kaydetmek gerekir ki klasik dönem Alevi ve Bektaşi kaynaklarında hiçbir kayıt bulunmadığı halde günümüzde Kur'an'ın otantikliği ile ilgili birtakım farklı anlayışlara tesadüf edilmektedir. Bunun da bilgi eksikliğinden kaynaklandığında şüphe yoktur. Kur'anı Kerim'de açıkça buyrulduğu üzere, Allah "Kuranı biz indirdik, onu biz koruyacağız" buyurmuştur. İlk dönemlere kadar giden eski, orijinal Kur'an nüshaları da dünya kütüphanelerinde mevcuttur.
Hande Ekşioğlu: "Alevîlik İslam içinde midir?" tartışmalarının kaynağı nedir?
İlyas Üzüm: "Alevîlik İslam içinde midir?" tartışmasında iki önemli mesele vardır. İlki, Alevîliğin içinde eski dinlere ait izler vardır . Bazı çalışmalarda Şamanlığa, Zerdüşt dinine ait izler çok fazla öne çıkarılınca kimi insanlar buradan hareketle, Alevîlik Şamanizm'dir, Zerdüştiliktir dediler. Bunlar bilimsel realiteden uzak söylentilerdir. Aslında Alevîliği büyük bir daire gibi düşünebiliriz. Bu dairede ana yapı İslam'dır. Belirleyici olan odur. Bunun yanında daire içerisinde bir takım eski inançlardan kalan bakiyeler vardır; mesele bundan ibarettir. İkincisi de, yakın zamanlarda bazı Alevî kökenli materyalist aydınlar, Doğu bloğunun yıkılmasından sonra Alevî kimliğine tekrar döndüler. Alevîliğe materyalist bir şartlanmayla baktılar ve onun inanç boyutunu, dini karakterini görmezden gelen bir tutum içerisine girdiler. Hatta Aleviliği materyalizm olarak tanımlayan oldu. Elbette bu tür yaklaşımlar, bilimsel açıdan bakıldığında, geleneksel Alevilik'le örtüşmez. Bir kimse özel tercihi olarak materyalist bir anlayışa sahip olabilir, ama bu, ona Alevîliği materyalizm olarak açıklama imkânı vermez.
Hande Ekşioğlu: Yıllardır sahada da çalışan bir akademisyen olarak size göre Alevîliğin farkı nedir?
İlyas Üzüm: İslam'ın özelikle gözlenebilir ibadetleri Alevî toplumunda daha az. Bu da doğrudan doğruya bu toplumun içinden geçtiği tarihi süreç ile alakalı. Zira bu toplum tarihi boyunca temel İslamî bilim ve disiplinlerle yüz yüze gelme imkanı bulamamıştır. O bir çeşit mistik, hal İslamî olarak akıp gelmiştir. Abant Toplantısı'nda Yasin Aktay'ın belirttiği gibi, Alevîlik, bir kır İslam'ıdır. Kır İslâm'ında, İslam'ın ibadet boyutunu fiilen yerine getirme konusunda değişik tutumlar gözlenebilmektedir. Ancak bu onların bu ibadetleri inkâr ettiği anlamına gelmez. Alevî ve Bektaşî kaynaklarında namazla, oruçla, zekâtla ilgili sayısız malzeme vardır. Söz gelimi, Aleviliğin temel kaynaklarından Buyruk'ta "dört kapı-kırk makam" sayılırken ilk kapının üçüncü makamı "ibadet" olarak anılmış; burada İslam'ın genel ibadetleri sayılarak bunların yerine getirilmesi belirtilmiştir.
Hande Ekşioğlu: Sonuçta arada farklılıklar olduğu açık. Alevîlerin bazı öncelikleri var; mesela, Alevîlikte Hz. Ali'nin önceliği, İslam açısından nasıl bir farklılık oluşturur?
İlyas Üzüm: Alevilik'te, başka bazı anlayışlar da bulunmakla birlikte, ağırlı bir telakki olarak Hz. Ali Allah'ın velisidir. Aynı zamanda yiğitlik sembolü olup Haydar-ı kerrâr'dır, Allah'ın aslanıdır. Esasında Hz. Ali'nin Allah'ın velisi olduğu yolundaki yaklaşım sadece Alevîlere mahsus değildir. Hemen hemen bütün tasavvufi yapılarda Hz. Ali velayet güneşidir, Allah'ın velisidir. Bu konuda herhangi bir tartışma yoktur ve bu sadece geçmişe has değildir. Bugünkü Alevîlik'de de bu geçerlidir. Ali'nin Allah'ın velisi olduğu kelime-i şahadete de geçmiştir. Elimde 110 Alevî dedesi üzerinde yapılmış bir araştırma, bir doktora çalışması var. Bu araştırmada "Alevîlik'de kelime-i şahadet var mıdır?" sorusuna dedelerin yüzde yüzü "Evet, kelime-i şahadet vardır; Aliyyün veliyyüllah ibaresiyle birlikte." diye cevap vermişlerdir.
Ayrıca bu çalışmayı yapan araştırmacı da Alevî kökenli. Bir kere daha altını çizmek lazım. Bu bize şunu gösteriyor: Alevi kanaat önderleri söz birliği içinde Alevilik'te kelime-i şahadetin bulunduğunu söyleyerek İslam'ın en temel inancını benimsediklerini gösteriyorlar. Buna diğer Müslümanların da katılacağı "Ali'nin Allah'ın velisi" olduğunu ekliyorlar.
Hande Ekşioğlu: Alevîlik'in uluhiyet anlayışı nedir?
İlyas Üzüm: Alevîlik'de Allah inancı önemlidir. Bir Alevî yazar der ki, Alevî edebiyatının merkezindeki kavram, uluhiyet anlayışıdır. Alevîlik ilişkili olduğu çevrelerle birlikte tasavvuftaki vahdet-i vücut anlayışından etkilenerek bunu yüzey biçimde bünyesine katmıştır. Ancak zaman zaman buna felsefedeki panteizm demek olan mevcut anlayışı da eklenmiştir. Bu anlayışa bağlı olarak âlem, Allah'ın en büyük tecellisi olarak ortaya konulmuş, âlem- Allah ilişkisi öne çıkartılmıştır. Bazen âlemin parçası olması itibariyle insan öne çıkarılmış ve Âdem uluhiyetin en büyük tecellisi olarak görülmüş; bazen de velayet yolundaki özelliği dolayısıyla Hz. Ali'ye Allah'ın tecellisi olarak bakılmıştır.
Hande Ekşioğlu: Alevîlikte Hz. Ali'ye beşer üstü bir nitelikte görme inancı var mı?
İlyas Üzüm: Çok az sayıda Hz. Ali'ye tanrısallık atfeden deyişler olmuştur. Burada dikkatli olmak lazımdır. Alevîler'den hiç kimse, Hz. Ali tanrıdır dememiştir. Alevîler besmele çekerken, niyazda bulunurken yahut kurban tığlama esnasında "Allahü ekber" derken Hz. Ali'yi mi kast etmişlerdir? Asla böyle bir şey yoktur. Bütün mesele vahdeti vucud ve vahdet-i mevcud anlayışının zaman zaman iç içe girmesi, Hz. Ali'ye büyük bir Tanrı tecellisi olarak bakılmasıdır.
Hande Ekşioğlu: Alevîlikte, Hz. Muhammed-Hz. Ali ilişkisi nedir?
İlyas Üzüm: Bu nübüvvet-velayet ilişkisi olup bu ilişkide nübüvvet biraz daha silik kalmıştır. Başka bir ifadeyle Alevilik'te Hz. Muhammed zahirle, Hz. Ali batınla ilişkilendirilmiştir. Ve "Yolumuz batını bir yoldur" denilerek Hz. Ali öncelenmiştir. Ama bu, Hz. Muhammed'in inkâr edildiği anlamına asla gelmez. Nitekim cemlerde Hz. Muhammed'e ve ehli beytine salâvat getirilir. Pek çok Alevî şairi "Adı güzel, kendi güzel Muhammed'e salâvat," diye, Hz. Muhammed'i öven şiirler kaleme almışlardır. Ama ağırlık velayete, tasavvufa verilmiştir.
Hande Ekşioğlu: Biraz da Alevîlik'te erkânlardan bahsedebilir miyiz?
İlyas Üzüm: Evet, Alevîlikte erkân çok önemlidir. Erkanlar, tasavvufta Allah'a yaklaşmak için belirlenen yol ve usulleri ifade eder. Amaç Hak'ka ulaşmaktır. Alevilik bunu "dört kapı kırk makam" içinde ele almıştır. Nihai hedef olarak "insan-ı kâmil" olma gösterilmiştir. Pirlerin işi talipleri ham ruhtan kurtararak olgunlaştırıp "insan-ı kâmil" olmalarını sağlamaya dönük faaliyet yapmaktır. Alevi erkânın temeli cemlerdir. Cemler, gelenekte, kırklar meclisine dayandırılmıştır. Hz. Muhammed, miraç dönüşü Allah'ın emriyle Kırklar Meclisine uğramış, kırklara üzüm şerbeti içirmiş, onlar da "Hak aşkı" ile semaha kalkıp dönmüşlerdir. Cemler bu olayın sembolik hatırlanması ve temsili olarak yaşanmasından ibarettir. Her cemde mutlaka bir rızalık olayı vardır. Yani herkes birbirinden razı olduğunu söyleyecek, birbiriyle dargın, küskün kimse kalmayacaktır. Ayrıca cemlerde topluca "Tövbe günahlarımıza estağfirallah" denilerek istiğfarda bulunma vardır. Her cemde mutlaka müşterek olarak belli bir ritim içinde "hak lailahe illallah" denilerek tevhid okunur. Bunun yanı sıra Hz. Muhammed'e ve ehl-i beytine salâvat getirilir, yol büyüklerine niyaz edilir ve bilhassa Kerbela'da şehit olan Hz. Hüseyin ve yaranı için mersiye okunup gözyaşı dökülür, katilleri lanetlenir. Amaca göre çeşitli cemler vardır. Bunlar arasında "musahiplik cemi"nin özel yeri vardır. Bu cemde evli iki çift birbirleriyle yol kardeşi olurlar. Bunun eski geleneklerle alakası olsa bile sonradan İslamî bir geçmişe dayandırılarak Hz. Peygamberin hicret sonrası, Ensar ve Muhacir arasında ihdas ettiği kardeşlikle irtibatlandırılmıştır.
Hande Ekşioğlu: Son olarak, Abant Alevîliğin değerlendirme metnine itirazlar geldi ve buna bağlı olarak basında bazı eleştirilere yer verildi. Siz bu konuda ne söylersiniz?
İlyas Üzüm: Programın sonunda, sonuç bildirgesinden ziyade konuşulan konular "görüş birliğine varılmıştır", "mutabakat sağlanmıştır" gibi ifadelere yer verilmeksizin bir çeşit listelendi; katılanların "altını çizdiği hususlar" olarak belirtildi. İfade buydu. Fakat bu ifade özellikle bir Alevî aydın tarafından sonuç gibi algılandı. İnsanlar elbette özgürce kendi düşüncelerini ortaya koyabilirler. Zaten Abant platformunun amacı da budur, kimse bundan rahatsızlık duyamaz. Ama burada bir usul ve üslûp problemi ile bir-iki noktada yanlış anlama söz konusu idi. Usul ve üslup problemini geçelim. Metne karşı çıkan arkadaşımız burada "Türk ve İslam" tabirleri geçiyor, ben buna katılmıyorum, ayrıca kimsenin Alevilik tarifi dayatmasına hakkı yok" dedi. Türk tabirine itirazında, etnik vurguyla ilgili olarak ilmen haklı olabilir. Çünkü Türkiye'de Alevî toplumunda Kırmanca ve Zazaca konuşan yurttaşlarımız vardır. Orada ağırlıklı bir yapı olmak hasebiyle bu ifade kullanılmış olmalıdır. "İslam" tabirine yaptığı itiraza gelince, bu asla doğru değildir. İlmi ve tarihi olarak doğru olmadığı gibi yaşanan pratik açısından da doğru değildir. Nitekim bütün Alevî temsilcileri böyle bir itiraza katılmadıklarını, itirazın sadece itiraz edeni bağladığını ısrarla belirttiler. Diğer taraftan metinde Aleviliğin tanımı niteliğindeki cümleler Abant'a katılanların tanımı değil, metinde açıkça belirtildiği üzere, yurt dışında (Hollanda) ve yurt içinde yapılan Alevi Dedeler toplantısında bu yolun kanaat önderlerinin ortaya koyduğu tanım ve tespitler idi.
- tarihinde hazırlandı.