Fethullah Gülen Hocaefendi: Sulh hayırdır, hayır sulhtadır

Fethullah Gülen: Sulh hayırdır, hayır sulhtadır

Fethullah Gülen, sulh ve barış konuları üzerinde önemli değerlendirmelerde bulundu. Günlük sohbetlerinin yayınlandığı 'herkul.org' internet sitesinde yayınlanan son sohbetinde Gülen, "Sulh hayırdır" (Nisâ, 4/128) mealindeki ayet üzerinde durarak, Kuran'ın her zaman için sulh yolunu gösterdiğine işaret etti ve İslam'da sulhun esas olduğunu vurguladı. Gülen, Alevî Sünnî, Kürt Türk, Laz Çerkez şeklinde bölünüp parçalanmak istenen insanımız arasında sulh temin etmek için de elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama "kızılcık şerbeti içmiştim" denilmesi gerektiğini ifade etti. Hudeybiye Anlaşması'nı anlatarak meseleyi misallendiren Gülen, günümüzde Hudeybiye anlaşmasından alınacak dersler olduğunu söyledi. Sulh felsefesi korunamadığı için sorunlar yaşandığına dikkat çeken Gülen, "Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz. Aile planında, belli dar bir dairedeki toplum planında, geniş dairedeki toplum planında, devletler muvazenesinde hep anlaşma sağlanmalı." ifadelerini kullandı.

Başkalarının dediğinde bile bir hakikat payı olduğunu kabul etmek lazım

Hemen herkesle anlaşmaya açık bulunma, daha doğrusu çok ağır bile olsa sulha açık bulunmak gerekir. Böyle açık bulunursa insan, yine meşrutiyet çizgisinde sulh stratejilerine de açık bulunur. Ama böyle bir şeye hep kapalı bulunuyorsa, belki o mevzuda sulh stratejileri oluşturmak mümkündür ama, onu aklının köşesinden geçirmediğinden dolayı, bazen enaniyetine, bazen hizip telakisine, aidiyet mülahazasına, bazen de parti sevdasına feda edebilir. Hoşgörü, diyalog, açık durma çok önemlidir. İnsan bir şeyin mevcudiyetini, zanni, tahmini bile kabul ediyorsa, ona açık durduğu takdirde o mevzuda bir kısım stratejiler, projeler üretme imkânı olur. Fakat öyle bir şeyi bütün bütün yok kabul ediyorsa, yok'a karşı proje üretme meselesi söz konusu olmaz. "Falanın filanın dediği de doğru olabilir. Bunların içinde mutlaka doğruluk payı vardır." demeli. Hani Bediüzzaman Hazretleri'nin Mütezile ve Cebriye için dediği gibi, "İçlerinde bir dane-i hakikat var. Fakat hakikati mesleklerine münhasır gördüklerinden hata ediyorlar." Yani ifrat hatası yaşıyorlar. Ama biri diğerine göre ifratta, öbürü de diğerine göre tefritte. Mütezile iradeye namütenahi bir kudret atfetmek süretiyle -haşa- meşiyet-i ilahiyeyi, kudret-i ilahiyi, iradey-i ilahiyi, Allah'la paylaşma gibi bir sevdaya giriyorlar. Berikilerde tam onlara reaksiyonla, tam tepki olarak "Hayır insanın elinde hiç bir şey yoktur. İnsan rüzgarın saçıp savurduğu bir saman çöpü gibi bir şeydir." diyor. Böylece biri ifrat, biri tefrit ediyor ve denge bulunamıyor. Oysaki ondanda o dane-i hakikat alınsa, berikinden de o dane-i hakikat alınsa bir doğru üzerinde mutabakata varılmış olacak.

Kur'an "Hayır sulhtadır" buyuruyor

Bu meseleyi günümüzdeki hadiseler açısından da ele alabiliriz. Birileri "şu doğru" diyor. Onlar bir yönü ile bizim dışımızda olduğundan, çerçeveleri farklı olduğundan dolayı, doğru dedikleri şeye başta "eğri" diyoruz. Dolayısıyla o mevzuda doğruluk adına bir stratejimiz, planımız yok. Sadece müdafaa silahımız "Siz yanlış düşünüyorsunuz. Yanlış. Katiyen doğru değil." oluyor. Belki diyalektik yaparak, demagojiye girerek bazı uydurmalarda bulunuyoruz. Kendimiz bile inanmıyoruz. Bu açıdan da tehlikeli bir durum. Hususiyle küreselleşen bir dünyada bu tarzı telakki, bu anlayış böyle sürüp giderse ne ailede huzur kalır, ne küçük dairedeki toplumlarda, ne büyük dairedeki bir millette, ne de milletler arası münasebetlerde sağlıklı sıhhatli bir noktala varılabilir. Oysa ki Kur'an, "Hayır sulhtadır, anlaşmada, uzlaşmadadır. (Nisâ, 4/128)" diyor. Kur'an toplumun en küçük dairesi, aile açısından meseleye bakıyor. Kuran-ı Kerim, kadın erkek münasebetlerindeki huzursuzluklar karşısında, "Ayrılalım mı kalalım mı, yuvayı devam ettirelim mi, ettirmeyelim mi, boşanmaya bir hakkı hayat tanıyalım mı tanımayalım mı?" sorusuna "Hayır sulhtadır." diyor. Aile, toplumun molekülüyse şayet, ondaki yıkılma, toplumda da bir sarsıntı meydana getirir. Düşünün ki bir aile, iki aile, birkaç aile, bir oymak hep aynı serderganlığa girdi. Çok ciddi toplumda bir sarsıntı yaşanır. Bu nedenledir ki Kuran-ı Kerim çok küçük dairede, molekül dairesinde meseleyi ele alıyor. Orada bu mesele hayırlıysa, kasaba dairesinde evleviyetle, şehir dairesinde evleviyetle, devlet dairesinde evleviyetle, cihan dairesinde evleviyetle hayırlıdır.

Huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım

Hangi dairede olursa olsun sulh-u umumîyi temin etmeye çalışmak ve barış içinde beraberce yaşanabileceğini ortaya koymak lazımdır. Diyelim ki Türkiye'de böyle bir sulh-i umumiyi hangi konuda temin etmeye çalışıyorsunuz? İşte farklı anlayışlar: İnanan inanmayan yani muvahid, ateist, deist araftakiler... Bunlar arasında bile beraber yaşanır olabileceğini ortaya koymak lazım. Bu istikamette stratejiler ortaya koymak lazım. Ne var ki günümüzdeki meseleler daha ziyade bunların dışında cereyan ediyor. Mesela Alevi, Sünni, mesela Kürt, Türk, Laz, Çerkez... Şimdi bunlar arasında da esasen bir sulh temin etmek gerekir. Bunun için de elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama "kızılcık şerbeti içmiştim" denilmesi gerekir. Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmama kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir. Heyet-i İslamiye, heyet-i milliye arasında huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. Hayır sulhtadır, sulh her zaman hayırlıdır.

Hudeybiye'den alınacak çok ders var

İnsanlığın İftihar Tablosu umre için ashabına söz veriyor. Bu amaçla Hudeybiye'ye geliyorlar ve ihrama giriyorlar. Yanlarında kurbanları var. Olumsuz bir şey yapmaya genel durum müsait görünmüyor. Belki sadece atlarla, develerle, katırlarla çölü aştıkları için yabancı, vahşi hayvanlara karşı kendilerini koruma adına silah bulunduruyorlar. Bu halde bile Mekke müşrikleri onlara karşı çıkıyor. Anlaşılan o ki Bedir'deki nefret dal budak salarak büyümüş. Her tepeye vuruş o insanlarda kin ve nefret oluşturur. Bir daha vurursanız o insanları güçlendirir. Vurur, onu yok ederseniz arkadan gelen nesillere kinler, nefretler intikal eder. Arkadan gelen genç nesiller sürekli kin, nefret, gayız, fezazet tevarüs eder. Ve ona göre hareket ederler. Dolayısıyla Hudeybiye'ye gelen insanlar ciddi bir gerilim içindeydiler. Fakat Müslümanlar fevkalade bir temkinle o meseleyi sindiriyorlar, içlerine çekiyorlar. Evet, kan kusuyorlar, "kızılcık şerbeti içtik" diyorlar. Müşrikler, Müslümanlara "geriye döneceksiniz" diyor. Belli bir ümitle, dört yüz küsur kilometrelik mesafeyi atın, katırın, devenin üstünde seyahat ederek Hudeybiye'ye kadar gelmiş sahabenin inkisarını, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun "Ben size umre yaptırtacağım" demiş olması, onun sadakatini düşünün. Bütün bunların hepsini mahruti bakışla bütüncül bir nazarla bir araya getirin bakın o resme. Çok önemli bir şey anlatıyor. Bu sahabede ciddi bir gerilimde meydana getirebilir. Böyle bir ortamda müşriklerin biri gidiyor, öbürü geliyor: "Sizi umre için bırakmayız." diyorlar. Ve müşrikler İnsanlığın İftihar Tablosuna bir antlaşma teklifinde bulunuyorlar: "Bu sene geriye döneceksiniz. O beş yüz kilometre mesafeye bir daha gerisin geriye tepip Medine'ye gideceksiniz. Umre için niyet etmiştiniz. Getirdiğiniz kurbanlar orada kesilecek." Sahabenin onuru kırılıyor. Bir yönüyle şerefi, izzeti ayaklar altına alıyorlar. Ve en önemli olanda İnsanlığın İftihar Tablosu... O (sas) öyle mülayim davranıyor ki, malum Hazreti Ali'ye o ahitname'yi yazdırıyor. Allah Resulü yazısı silinerek Abdullah'ın oğlu Muhammed yazılıyor. Bütün bunlar çok zor hazmedilir şeyler. Çok ağırdır bu. Hazreti Ömer gibi kılı kırk yaracasına cesareti adaleti ile atbaşı, adaleti cesaretiyle atbaşı, ölümüne fütursuz bir insan, "Sen Allah'ın Resulü değil misin?, Biz doğru yolda değil miyiz?" diyor. Bütün bunları da duyuyor Efendimiz. Ancak "Hayır sulhtadır." diyerek anlaşmaya varılıyor. 10 senelik bir şey imzalıyorlar. "10 sene birbirimize ilişmeyelim. Biz sizin yanınızda olanlara da ilişmeyelim. Siz de bizim yanımızda olanlara ilişmeyin." Burada sahabenin pek çoğu şunu diyor: "Vallahi bu fütuhat. Bize ilişmeyecekler. Rahatça dünyanın her yerinde gezecek dinimizi anlatacağız." Ve bir gün gelecek şöyle diyecekler. "Siz Mekke fethini fetih sayıyorsunuz. Biz Hudeybiye'yi fetih sayıyoruz. Çünkü ayağımızı rahat yere basma imkanı oldu. Kendimizi anlatma imkanı oldu. Ruhumuzun ilhamlarını başka sinelere boşaltma imkanı oldu." Şimdi bu tablo "Hayır sulhtadır" sözünü tasdik ediyor mu etmiyor mu? Ama çok kısa bir zaman sonra ahdi müşrikler bozdular. Ahdi onlar bozduklarından dolayı İnsanlığın İftihar Tablosu da temkiniyle, kuvvetiyle, o güne göre mekanize gücüyle, belki güçlü lojistiğiyle Mekke'nin üzerine geldi. Mekke fethedildi. Sonra da fevc fevc İslamiyet'te dehaletler başladı. Demek ki o büyük Hudeybiye fethini müteakip bir de Mekke fethi oldu. Sulhun öyle bir yararı ortaya konmuş oldu.

Getirisi olan şeyler karşısında, kafamıza uymasa da katlanmak lazım

Günümüzde de buna çok ihtiyaç var zannediyorum. Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; 'Keşke şu görüşme olmasa, şu anlaşma olmasa, şu uzlaşma olmasa, biz Türk milleti şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek, bazı şeylere evet demesek' denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu'ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz. Evet aile planında, belli dar bir dairedeki toplum planında, geniş dairedeki toplum planında, devletler muvazenesinde hep anlaşma...

Sulh felsefesini yaşatamadığımız için problemler yaşıyoruz

Devlet-i Aliye dediğimiz şey nedir biliyor musunuz? 250 milyon neredeyse bir nüfus hâkimiyeti vardı. Esas saf kan Türk o dönemde 11 milyondur. Eğer o anlaşmalar olmasa, o uzlaşmalar olmasa, o müsamahalar olmasa, o hoşgörüler olmasa dört asır problemsiz siz o işi götüremezsiniz. Son asırlarda neden problemler oldu? Biz o sulh felsefesini, o sulh düşüncesini tam yaşatamadık. "Herkes bize benzeyecek" dedik. Herkesi kendi tarzı telakkilerinde anlayışlarında belki serbest bırakmadık. "Bize uyacaksınız" dedik. Yoldan geçerken dirsek vurduk onlara. "Bize uyarsanız avantajınız olur. Bak dirsek vurmayız size filan." dedik. Onlarda o desteği sizden bulamadıkları için dıştan destek aradılar. Ve dış desteklerde sizin için problem oldular. Problem olduysa biz bir yönüyle orada o sulhi umumiyi koruyamayışımızdan oldu.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.