Efsane Kurs Kestanepazarı...
Hıfza çalıştığı için ilkokulu bitirdikten sonra okumaya ara vermişti. Amacı İzmir İmam Hatip Lisesi'ne kaydolmaktı. Fakat kayıtlar bitmişti. Hemen bir meslek öğrenmek düşüncesiyle ayakkabıcıda çırak olarak çalışmaya başladı. Kısa süre sonra, kayıt yaptırabileceği haberi geldi. İmam Hatip'e kayıt oldu. Fakat asıl derdi şimdi başlıyordu. Çıraklığı da bıraktığı için para kazanamıyordu ve kalacak yeri de yoktu. Kestanepazarı Kur'an Kursu'na müracaat etti. Kestanepazarı, hem beşinci seneden sonra öğrenciyi kabul ediyordu, hem de kapasitesi doluydu. O sene biraz yüz kızartarak bir amcasının yanında ikâmet etti. Bundan dolayı evde ne kahvaltı ediyor ne akşam yemeği yiyordu, tekrar yüzünü kızartmamak için. Dolayısıyla, yemek ve defter-kitap masraflarını karşılayacak durumda değildi. Bu şartlarda İmam Hatip'e başladı. İmkansızlıklar içinde bocalıyordu; ama okumak istiyordu. Üç ay yarı aç yarı tok dolaştı. Ama yemek işini halledemezse okulu bırakacaktı. Hem yazılılar başlamış, onun bu hâli sınav sonuçlarına da yansımıştı. Yazılılardan en çok sıfır ve 1 alıyordu. Tüm denemelerine rağmen şartları uygun bulunmadığı için Kestanepazarı'na giremiyordu. Sonunda Kestanepazarı Derneği'nde hemşehrisi olan bir hocaya durumunu anlattı. Ancak o da yardımcı olamamıştı. Bundan sonrasını, 1950 yılında Kur'an Öğrencilerini Koruma Derneği adıyla kurulan, daha sonra ismi birkaç defa daha değişen Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği'nin yaklaşık sekiz yıldır yurt müdürlüğünü yapan Mustafa Yaman'dan dinleyelim: "En sonunda şöyle bir şey geldi aklıma. Hocam yönetime gitmiş, söylemiştir benim durumumu. Dolayısıyla onun adına resmî bir dilekçe yazayım dedim. Yazdım da. Altına da onun adını, soyadını yazdım, imzaladım. Verdim. İsmail Türe ile görüşüyorum. O da o günkü yönetimde. Kapıya dikiliyor, cuma namazından çıkınca, geleni gideni seyrediyor. 'İsmail Abi' dedim, 'Benim şartım oldu mu?' 'Olmadı oğlum' dedi. Bir zaman sonra sordum 'Olmadı oğlum.' Perşembe günü onların bir toplantısı vardı. Cuma günü vardım, tekrar sordum. 'Mustafa Yaman mı?' 'Evet' dedim. 'Tamam, kabul edildi' dedi. Dünya benim oldu. O şartla başladık biz Kestanepazarı'nda." Öğrencilerinin Türkiye çapında yakaladığı başarıları sebebiyle "Kestanepazarı Üniversitesi" adıyla da anılan Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği, 60 yıldır yetişmesine vesile olduğu on binlerce ihtiyaç sahibi okumak isteyen öğrenciden birini daha bu şekilde de olsa bağrına basmış ve topluma kazandırmıştı. Çünkü okuma aşkıyla kavrulan o Mustafa Yaman, İzmir İmam Hatip Lisesi'nde tahsiline devam ederken imamlık görevi almış, 1971'de mezun olduktan sonra, okuduğu okulda 18 yıl edebiyat öğretmenliği yaparak emekli olmuş ve binlerce öğrencinin yetişmesinde emeği geçen birisi olarak topluma hizmet vermişti. Kestanepazarı Derneği'nin asıl kuruluş amacı tek partili dönemde kaybedilen dinî tahsilin oluşturduğu boşluğu dolduracak insanları yetiştirmekti. 1925 yılından sonra Türkiye'nin dinî ve manevî havasında büyük değişiklikler yaşanmaya başlanmıştı. 1925'te açılan imam hatip okulları 1930 yılına gelene kadar bir bir kapanmış, 1931'den itibaren de müfredat programlarından din dersleri çıkarılmış ve bir yıl sonra da ilahiyat fakülteleri öğrenci yetersizliği gerekçesiyle kapatılmıştı. Artık dinî eğitim yapmak resmiyette imkansızdı. Dinini öğrenmek isteyen bu ihtiyacını 'yeraltına' inerek karşılamak zorunda bırakılmış, buna rağmen baskınlarda zulme uğrayanlar olmuştu. Vatandaşın cenaze yıkatacak ehil insan bile bulamaması, gidişatın Müslümanlar için hiç de parlak olmadığını gösteriyordu. Böyle bir sürecin sonunda, çok partili döneme geçileceği sıralarda, İzmir'de bazı cesur girişimcilerin icraatlarıyla, Türk halkı böylesi buhranlı bir dönemi geride bırakmaya kararlıydı. Çünkü tüccarından cami hocasına ve cemaatine kadar herkes, dinî eğitimin yasak edilmesiyle, gelecek nesilleri böylesine hayati bir eğitimden mahrum etmenin vebalinin çok büyük olduğundan haberdardı. Eğitime 1945'te Başladı Bu düşüncelerle Kur'an-ı Kerim ve temel dinî bilgilerin genç beyinlere öğretilmesi için İzmir Kestanepazarı Camii'nin avlusundaki odalarda, 1945 yılında, Hacı Hafız Salih Tanrıbuyruğu on kadar talebeyle bir eğitim seferberliği başlattı. Salih Efendi, İzmir'de herkesin hocası, büyük bir alim, hafız-ı kurra, hayatını talebe yetiştirmeye adamış fetva mercii bir zattı. Ona talebelik etmiş Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Osman Eskicioğlu, hocanın, o yasak dönemlerde dahi sohbetlerine devam etmiş birisi olduğunu derste kendilerine anlattığını hatırlıyordu bugün. Hacı Salih Tanrıbuyruğu ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı'nda görevli Ali Rıza Eren Hocaefendi'nin din adamı yetiştirememenin vebaliyle ilgili telkinleri de etkili olmuştu bu işe girişirken. Haram Lokma gibi romanlarıyla ve Kestanepazarı'ndaki hizmetleriyle tanıdığımız Hacı Raif Cilasun da, dinî eğitimin yapılamamasından duyduğu hicranı hatıralarında şöyle naklediyordu: "Demokrat Parti'nin kurulması ile din eğitimine az çok bir soluk tanınmıştı. Fırsat bu fırsat diyordum. Bilgili din mürebbileri yetiştirme kaygısı çöktü içime. Ama kime anlatırsın bunu? Ateşe elini uzatacakmış gibi ürkütüyorlar, bana da 'Sakın ha. Aklını mı kaçırdın?' diye fikir ve korkaklık aşılıyorlardı. Burdurlu Hacı Mehmet Helvacı adında bir arkadaşım vardı. Düşündüklerimi ona da açtım. Mısır'a, Suriye'ye, Irak'a öğrenci göndereceğim. Hiç olmazsa bir tohum atalım dedim. Reddetmedi. Olayı aynen Hafız Salih Tanrıbuyruğu'na açtım. Makul buldu. Yedi öğrenci evimin selamlığında yatsı namazını müteakip Hafız Salih Efendi'nin etrafına halka olup, din ilminden nasiplerini almaya başlamışlardı. Bu kadarcık olsun bir girişim bizi teselli ediyordu." Talebelerin her türlü ihtiyacını da bizzat Hacı Salih Tanrıbuyruğu üstlenmişti. Kestanepazarı Kur'an Kursu'nda 1947'de eğitime başlayan ilk öğrencilerden olan ve birkaç yıl hariç 1960'tan günümüze kadar Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği ile hemhal olan İsmail Türe, henüz odanın mevcut olmadığı, karın doyurmanın sıkıntılarının yaşandığı o günlerde, Hacı Salih Tanrıbuyruğu'nun, zenginlerden haftada iki buçuk lira toplayıp kendilerine taksim ettiğini anlatıyordu: "Salih Efendi parayı önce kendisi toplayıp talebelere dağıtıyordu. Fakat çeşitli dedikodular yapılması karşısında o da çareyi, talebeleri hayırsever tüccarlarla tanıştırıp, talebenin, haftalığını bizzat hayır sahibinden almasını sağlamakta bulmuştu." Bu faaliyetler mecburen gayr-i resmî olarak yürütülüyordu. İhtiyaçlar da hayırsever vatandaşların katkıları ile karşılanıyordu. Kestanepazarı'na gelen talebelerin sayısının günden güne artmasıyla, hizmetin kalıcı hale gelmesi için bir himaye derneği kurma düşüncesi ortaya çıktı. 1950'de Dernekleşti Robert Kolej mezunu, politik kimliğinden faydalanmak amacıyla bir dönem de CHP'den milletvekili adayı olan Hacı Raif Cilasun'un çabalarıyla 1949'da başvurusu yapılarak, bir sene sonra Kur'an Öğrencilerini Koruma Derneği kuruldu. Cilasun'un yanında yine İzmirli hayırsever işadamı Hacı Nuri Sevil ile avukat Muhtar Türkekul'un da imzası vardı kuruluş dilekçesinde. Bunların dışında derneğin kurucuları arasında ve idare heyetinde Hacı Ahmet Tatari, Halit Seyfettin ve Hacı Rıza İmren de bulunuyordu. Meslek gruplarına baktığımızda Hacı Nuri Sevil tüccardı ve çokça gayr-i menkulü vardı. Bu iş için kesesinin ağzını ilk açanların başında geliyordu. Raif Cilasun da manifaturacılık yapıyordu. Hacı Ahmet Tatari ise Halep kökenli bir iş adamıydı. Daha sonraki yıllarda pek çok gayr-i menkulünü hayır işlerine bağışlayacak bir kişiydi. Tuhafiyeci Ali Rıza Güven kurucu ekip arasında yer almasa da Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği'ni özellikle 1950'lerden itibaren alıp günümüze kadar ulaştıran ve bu işte en çok emeği geçenlerden birisi olarak bilinecekti. Ali Rıza Güven, talebelerden cemaate kadar herkesi kucaklayan bir isim olarak ün yapmıştı. Halk da onun yaptığı hizmetleri unutmamıştı. Alsancak'ta oturduğu halde talebeleri sabah namazına kaldırmak için onca yolu yaya yürüyerek Kestanepazarı'na gelen Hacı Raif Cilasun gibi Ali Rıza Güven de, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hatıralarında naklettiğine göre her sabah gelip talebeleri bizzat kontrol eden birisiydi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Kur'an kursu müfredatı ile eğitim vererek yola çıkan Kur'an Öğrencilerini Koruma Derneği'nin hedefi, dinî eğitim alanların cezalandırıldığı, tazyikle karşı karşıya bırakıldığı o dönemde tam donanımlı din adamı yetiştirmekti. Bunun için de talebede aranan temel kriter din adamı olma azmine sahip olmaktı. Fakir veya zengin olmak önemli değildi. Demokrat Parti'nin iktidarı CHP'den devralmasının hemen ertesi yılında Türkiye çapında yedi imam hatip okulunun açılması kararlaştırıldı. Ancak İzmir'de imam hatip lisesi açılması iki yıl gecikme ile 1953'te gerçekleşmişti. Bu süre içerisinde Kestanepazarı Derneği, talebelerini, imam hatip okulu açılan yerlerde eğitime gönderdi. İzmir'de imam hatip lisesi açılınca da kapasitesi müsait olan öğrenciler bir yandan hafızlık eğitimlerini alırken diğer yandan da bu okula devam ettiler. İmam hatip okulunun hemen hemen bütün öğrencilerini bünyesinde barındıran Kestanepazarı, bu okullarda verilen eğitimleri tamamlayıcı bir rol üstlendi. Hatta Kestanepazarı'nda eğitim gören talebeler yüksek İslâm enstitülerine devam ettiklerinde hiç zorlanmadılar, aksine oradaki dersleri bile seviyelerine göre kolay buldular. Kestanepazarı'nın 1960-65 yılları arasındaki öğrencilerinden olan ve daha sonra burada müdürlük de yapan, 1992 yılından itibaren de Kestanepazarı'nın genel müdürü olarak vazife alan Mehmet Aşıcı, şunları söylüyor: "1960-65 yıllarında eğitim öğretim hizmetleri fevkalade bir durumdaydı. Abdullah Aymaz ve Mehmet Binici'lerin bulunduğu dönem. Bu dönemimizdeki öğrencilerin hemen hepsi en üst tabakalarda görev yapıyor. O zamanların öğrencilerinde bir aşk şevk vardı. Dolayısıyla hepsi ya profesör oldu ya da devletin üst kademelerinde görev yaptı. Burada okuyan bir öğrenci ilahiyat f"akültesi son sınıftaki bir öğrenciden daha iyi durumdaydı. Hatta ilahiyat son sınıftaki öğrenciler, tezlerindeki bazı metinleri çözdürmek için bizim kurs öğrencilerine geliyorlardı." İmam hatip ve daha sonraki yıllarda yüksek İslâm enstitülerinin açılması ile ismini 1955 yılında İmam-Hatip ve İlahiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneği olarak değiştiren kurum, kuruluşundan itibaren özellikle 1970'lere kadar olan dönemde çok değerli hocalarla dersler veriyordu. Meşhur Hocalar Ders Verdi Hıfız, Arapça, tefsir, hadis, fıkıh, akaid ve mantık derslerinin bütün incelikleriyle okutulduğu Kestanepazarı'nın unutulmaz hocaları arasında en başta, böyle bir kurumun ortaya çıkmasına vesile olan Hacı Hafız Salih Tanrıbuyruğu vardı. Din adamı yetiştirmek için azami gayret gösteren Hacı Hafız Mehmet Keçeci, Şaban Düz, Hafız Selim Çetin, Hafız İbrahim Kılıç, Simavlı Hacı Ali Tosun, Celal Yıldırım, Yaşar Tunagür, Ali Şendil, Vehbi Çuhacı ve Fethullah Gülen hocaefendiler de talebelerin unutamadığı hocalar arasındaydı. 1961-68 yılları arasında Kestanepazarı'nda talebelik hayatı geçiren Dokuz Eylül Üniversitesi hocalarından Yrd. Doç. Dr. Rahim Tuğral, Simavlı Hacı Ali Tosun Hoca'nın, 80'i geçkin yaşında ve kambur bir vaziyette iken bile, öğrencilerin bir kısmı ayrılıp başka bir yere gittiğinde de "Bundan sonra artık günümün yarısını Kestanepazarı'nda, yarısını da diğer yere giderek geçirmek durumundayım." demişti. Yine Tuğrul'dan aktaralım: "Hocalarımız Kur'an-ı Kerim tilavetinde hıfzı ile, talimi ve terbiyesi ile dört dörtlük hocalar idi. Hacı Salih Tanrıbuyruğu ve Hacı Ali Tosun, birisi terazinin sağ kefesi diğeri sol kefesi denecek kadar önemli hocalardı. Ben Hacı Ali Tosun'dan çok etkilendim. Kestanepazarlıların bir pilav gününde biz talebelere şöyle bir vasiyeti olmuştu. 'Hayatınız boyunca öğrendiklerinizi en az bir öğrenciye öğretmedikçe bu dünyadan göçerseniz iki elim yakanızda olacak.' Kestanepazarı'nın esas kurucularından olan ama bizim olduğumuz dönemde sadece fıkıh ve akaid derslerine giren Şaban Düz Hoca'yı da unutmamak lâzım." Yaşar Tunagür Hocaefendi de merkez vaizi olarak İzmir'e tayin olduktan sonra Kestanepazarı yurt müdürlüğünü üstlenenlerdendi. Kestanepazarı cemaati ve öğrencileri Yaşar Tunagür'ü çok sevmişti. Vaazlarında herkesi heyecana getiren bir tarzı vardı. 1965'te Diyanet İşleri başkan yardımcısı olarak görevlendirilince Kestanepazarı'ndan ayrılmak durumunda kalmış, başta Ali Rıza Güven olmak üzere Kestanepazarı Derneği yetkilileri Tunagür Hoca'yı bırakmak istememişlerdi. Ona, "Yerine senin gibi birisini bulacaksan git." şartıyla izin vermişlerdi. O da buna karşılık "Memnun kalacağınız birisini getireceğim." sözünü vermişti oradakilere. Tunagür Hoca, Kestanepazarı'ndakilere söz verdiği üzere hemen, o sıralar Kırklareli'nde merkez vaizliği yapan Fethullah Gülen Hocaefendi'ye haber vermiş ve bir dilekçeyle İzmir merkez vaizliğine tayinini istemesini söylemişti ona. Fethullah Gülen Hocaefendi önce "İzmir büyük yer, beni yutar" diye düşünerek, şarkta küçük bir vilayete gitmeyi arzu etse de Tunagür Hoca, onun İzmir'e gelmesinde ısrarcı olmuştu. Böylece Gülen Hocaefendi, 1966'da İzmir merkez vaizi ve buna ilaveten Kestanepazarı'nın yeni yurt müdürü olmuştu. Fethullah Gülen Kestanepazarı'nda Fethullah Gülen Hocaefendi yaşı genç olmasına rağmen hem cemaat hem de Kestanepazarı idarecileri tarafından kısa sürede benimsenmişti. Üslubundaki farklılık hemen dikkat çekmişti. Uyurken yorganı açılanların üstünü örtmekten tutun, talebelerin her türlü meselesiyle yakından ilgilendiği için, o vakte kadar her sabah gelerek talebeleri kontrol eden Ali Rıza Güven artık bu kontrollerinden vazgeçmiş ve talebeleri tamamen ona teslim etmişti. Fethullah Gülen, burada görev aldığı beş yıl boyunca Kestanepazarı Camii'nin avlusunda, kendi arzusuyla yaptırılan tahta bir barakada yatıp kalkmış, kursta verdiği hizmet karşılığında para almadığı gibi, burada yediği yemeklerin parasını da ay sonunda hesaplayıp, makbuz karşılığı ödemişti. Gülen, buradaki hizmetlerinden o kadar keyif almıştı ki ilerleyen yıllardaki bir sohbetinde şunları söyleyecekti: "Benim hayatımın en zevkli anları, Kestanepazarı'nda öğrencilerle ilgilendiğim anlar olmuştur. (...) Bana hayat adına parlak bir teklif geldiği zaman şöyle dedim: Ben Kestanepazarı'nda bir muallimliği bu işe tercih ederim." Rahim Tuğral, Fethullah Gülen'in gelmesiyle ondaki maneviyattan etkilenen talebelerin ister istemez kendilerini sorgulamaya başladıklarını ve "Acaba ben Allah katında ne derece makbul bir insanım? Dinimi ne derece yaşayabiliyorum?" sorularını kendilerine yönelttiklerini söylüyordu. Küçük Dünyam'da Kestanepazarı ile ilgili ayrıntıları anlatan Fethullah Gülen Hocaefendi, alışılagelmişin dışında heyecanlı bir tarzda vaaz edince devletin ilgili kesiminin alakasını da uyandırmıştı. Dolayısıyla sohbet yaptığı ortamlarda takibata alınmıştı. Bu durum karşısında Kestanepazarı Derneği'nin bir kısım yetkilileri rahatsızlık duymuş, Hocaefendi'nin Kestanepazarı'ndan ayrılmasını talep ediyorlardı. Fakat Hocaefendi talebe ile alakadar olmamayı aklının ucundan bile geçirmek istemiyordu. Çünkü bununla ilgili hatıralarında, "...Son arzum Kestanepazarı'nın bir yerinde gömülmek ve kabrimden talebelerin gürültüsünü dinlemekti. Evet, dünyada bütün arzu ve isteğim buydu. Unutamıyordum o günleri ve tahta kulübemi. Unutacağa da benzemiyordum. Nasıl unutabilirdim ki? Ben bu kulübeyle adeta ruhumun en mahrem sırlarını paylaşmıştım. Hele gözümün önünde tüllenen talebelerim. Onları son gördüğümde nasıl da mahzunlaşmış ve adeta o masum bakışlarıyla bana, 'Bizi kime bırakıyorsun? diye yalvarmışlardı. Ah keşke hiçbirini bırakmadan, hepsini yanıma alabilseydim fakat o zaman bu mümkün değildi." diyecekti. Kestanepazarı'nın 1947'deki ilk öğrencilerinden olan ve burada uzun yıllar idare heyetinde bulunan, bugün derneğin tüm faaliyetlerinde görüşü alınan isimlerden İsmail Türe, Kestanepazarı'nın kurulduğundan beri bütün cemaatlere eşit mesafede bulunduğunu söylüyordu. Dolayısıyla ne 27 Mayıs 1960'ta ne 12 Mart 1971'de ne de 12 Eylül 1980'de faaliyetlerinde bir aksama olduğunu anlatıyordu: "Ben 1959'un aralık ayında vazifeye başladım. 27 Mayıs olduğu zaman hepimiz şoka girdik. Bu darbede elimizde 300 kadar talebe vardı. Bu 300 talebenin nasıl doyurulacağı, nasıl barındırılacağı meselesi vardı. Şundan korkuyorduk. 'Kapattık' diyebilirlerdi. O darbede devlet nizamında bizim karşımıza çıkan kimse olmadı. Darbe dönemleri hiçbir zaman için bizim faaliyetlerimize sekte vurmadı. Çünkü icraatlarımızda, gerek mali yönden gerek diğer mevzularda devletle çatışan hiçbir şeyimiz olmadı. O bakımdan hiçbir devrede devlet kuvvetleri bize bir yasak getirmedi. Çünkü Hacı Raif Cilasun'da da Ali Rıza Güven'de de şu anlayış vardı: 'Hizmet etmek istiyorsak siyasetin dışında olmamız lâzım.' Hatta o günün idare heyetinde prensip kararı aldı dernek. Herkesin siyasi kanaati farklı olabilir, fakat buraya gelirken siyaset dış kapıda kalacak' şeklinde. Bu, hâlâ devam ediyor. Arada bazı meşrep kavgaları bilmem neler oldu, ama buna meydan verilmedi." "Cami Başımıza Yıkılır" İsmail Türe'ye göre Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ayrılması ile noktalanan süreçte Kestanepazarı'na yönelik MİT veya 'gizli kuvvetler'in tarassutları fazlalaşmıştı. Fakat bazı hocaefendiler Fethullah Gülen'in düşündüğü hizmet şekline muhalif olduğu için onu buradan uzaklaştırmak istiyordu. Yaşar Tunagür, Fethullah Gülen'in Kestanepazarı'ndan gönderilmesini istemiyor ve dernek yetkililerine "Eğer hocanın işine son verirseniz cami başınıza yıkılır." diyordu. Bütün bunların üzerine Fethullah Gülen Hocaefendi, 1971'de, kendisiyle beraber gelen bazı öğrencilerle Kestanepazarı'ndan ayrıldı. Bir zaman sonra da İmam Hatip ve Yüksek Okul Öğrencilerini Himaye Derneği'ni kurarak çok sevdiği talebelerine yeniden kavuştu. İsmail Türe, o dönem için şunları ifade ediyor: "Hocaefendi bize bu kadar hizmet vermiştir. Şimdiki hizmeti bizdeki hizmetten çok çok daha muazzam bir hizmettir. Belki bu hizmetlere ulaşmasına o ayrılık vesile olmuştur." Bu hocaefendilerin bir kısmı, belirttiğimiz gibi aynı zamanda talebeye hem ders vermiş hem de müdürlük yapmıştı. Dernekte Hacı Salih Tanrıbuyruğu ve Hacı Raif Cilasun'dan sonra en fazla hizmeti geçen Ali Rıza Güven'di. Daha sonra, müdürlük yapmış Nuri Akay, eski öğrencilerden İsmail Türe, Yaşar Tunagür, Fethullah Gülen, Ahmet Necati Yağdı, Mehmet Aşıcı, Hakkı Yağcı, Mustafa Çimentepe, Asım Gündüz, Nazım Dere ve sekiz yıldır görevde bulunan Mustafa Yaman da, mezunları on binlerle ifade edilen talebenin yetişmesinde büyük emek sahibiydi. Derneğin, denebilir ki en önemli eksiği kayıt ve arşiv işlerine pek ehemmiyet verilmeyişiydi. Çünkü, bugün itibariyle A Blok'ta 375, B Blok'ta 250 ve Merkez, yani Kestanepazarı Camii'nin yanındaki yurtta 24 olmak üzere 600'ü aşan kapasitesine rağmen geçmişten günümüze ne kadar öğrenci mezun ettiğine, mezunlarının nerelerde vazife aldığına dair bilgi sahibi olmak imkansızdı. Dolayısıyla müftülük, vaizlik, Kur'an kursu öğretmenliği gibi birçok branşta pek çok mezun veren Kestanepazarı'nın en göz önündeki talebeleri üniversite camiasında olduğu için, mezunlar deyince önce onları saymak daha kolay oluyordu. İbrahim Çalışkan, İbrahim Kafi Dönmez, Ali Özek, Cemal Sofuoğlu, Nuri Topaloğlu, Osman Eskicioğlu, Hamza Aktan, Şerafettin Gölcük, devlet bakanlığı da yapmış Sabri Tekir. Bunlar akla ilk gelen profesörlerdi. Doçent Hasan Çelikkaya, Abdullah Özbey, Abdullah Aymaz, Kurra Hafız Ramazan Pakdil ve daha binlercesi buranın ekmeğini yemiş, suyunu içmişti. Sonra defterdarlık yapmış Saim Uysal, Arif Biçer, Bağdat'ta imamlık yapan Mevlüt Berber ve daha niceleri vardı... Bu başarılı talebeleri sebebiyle, bir Kur'an kursu olmasına rağmen Kestanepazarı Derneği hem kendi bünyesinde hem de halk arasında 'Kestanepazarı Üniversitesi' olarak anılır olmuştu. Bunda özellikle 1960 ile 1970 yılları arasındaki öğrencilerinin katkısı büyüktü. Kur'an Öğrencilerini Koruma Derneği olarak kurulan kurum İzmir'de yüksek İslâm enstitüsünün açılmasına da öncülük etmiş, açıldıktan sonra bir de İlahiyata Öğrenci Yetiştirme Derneği adıyla ikinci bir dernek daha ortaya çıkarmıştı. Bunun yanında Millî Kültür ve Ahlâka Hizmet Vakfı da yine Kestanepazarı Kur'an kursunun faaliyetlerini daha rahat yürütmesi için kardeş bir kuruluş olarak kurulmuştu. Kız Kur'an kursunun açılışı ise biraz rahmetli Hacı Raif Cilasun'un kızgınlığı neticesinde doğmuştu. O yılki kurs müfredatını hazırlarken derslerde sürekli değişiklik yapılmasını isteyen Cilasun, bir kızgınlık anında, açılım yapmak adına Kestanepazarı'ndan ayrılıp Hatay Çifteminare Kur'an Kursu'nun temelini atmıştı. Kestanepazarı, İzmir gibi batılı bilinen bir yerde İslâmî bilgilerin öğretildiği mekân olarak Müslüman âleminin de ilgisini çekmişti. Onun için, başta Hacı Raif Cilasun olmak üzere Kestanepazarı yönetiminin davetiyle veya kendi kendilerine, İslâm dininin öğretildiği bu mekânı görmeye Müslüman ülkelerden pek çok ilim adamı gelirdi. Kestanepazarı'nı diğer Kur'an kurslarından ayıran en önemli özellik şüphesiz hocalarının derin bilgiye sahip olması kadar öğrencilerin de bu işe baş koymalarıydı. Kestanepazarı Derneği'nin uyguladığı sistemin de bunda payı büyüktü. Eğitim Tamamen Ücretsiz Kestanepazarı'nda okuyacak talebeden bir yıl için ücret alınıp eğitime başlatılıyordu. Bir yılın sonunda talebe, hem okuduğu okulda hem hıfzında başarı sağlıyorsa ve bir de güzel ahlaka sahipse artık o öğrenci parasız okutulmaya hak kazanıyordu. Sekiz yıllık zorunlu eğitimden sonra Türkiye'deki dinî eğitim ve hafızlık müessesesi zor durumda kalmıştı. Çünkü, tarih boyunca hafızların hep küçük yaşlarda bu işe giriştikleri gerçeğine karşılık, 12 yaşından önce Kur'an eğitimi alma zorlaştırılmıştı. Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği Genel Müdürü Mehmet Aşıcı bu konuda şunları söylüyor: "Nitekim İzmir ve çevremizdeki bütün Kur'an kurslarının hemen hepsi kapandı. Biz de şu anda kendimiz öğrenci arıyoruz, maalesef köy köy dolaşarak. Daha önce bize 350-400 kişi müracaat eder, 15 günlük kursa tâbi tutar, içlerinden 150-180 kişiyi seçerdik. Ve zeka seviyeleri yüksek çocukları aldığımız için başarı o nispetle artıyordu. Şimdi ise köy köy dolaşarak ücretsiz okutacak öğrenci arıyoruz." Kestanepazarı Kur'an Kursu bunu aşmak için, yasanın çıktığı yıldan itibaren farklı yollara başvuruyordu. Artık Ege sahilleri başta olmak üzere köy köy dolaşıp sekiz yıllık eğitim almış, okumaya hevesli çocuklar tespit ediliyor. Velileriyle de anlaşarak en az iki yıl temel dinî derslere tâbi tutulan öğrenci, başarısına göre okumaya liseden devam edebiliyor. Şu an Van, Erzurum gibi yörelerden dahi öğrencisi bulunan Kestanepazarı Derneği, çocukların hevesini artırmak için ödüller de tertip ediyor. Geçen eğitim yılında hıfzını bir yılda tamamlayanlara bir milyar lira, yani bin YTL ödül dağıtıldı mesela. Başarılı öğrencileri üniversite eğitiminin sonuna kadar ücretsiz okutmayı taahhüt eden dernek, onlara her ay da burs veriyor. Bilgisayar destekli hafızlık eğitimi verilen Kestanepazarı'nın talebeleri, bunun neticesinde Kur'an-ı Kerim okuma yarışmalarında hep ön sıralarda yer alıyor. İzmir İmam Hatip Lisesi'ni de bir anlamda kapanmaktan kurtaran Kestanepazarı Öğrenci Yetiştirme Derneği, talebelerini din adamı olarak yetiştirmenin yanında, din adamlığını meslek olarak seçmeyeceklere yönelik ilave eğitimler de veriyor. Bu eğitimlerin başında İngilizce, muhasebe, bilgisayar, hızlı okuma kursları geliyor. Sürekli kendini yenileyen ve bu yıl 60 yılını geride bırakan Kestanepazarı'nın yola çıkış amacı ise Hadis-i Şerif'te vurgulandığı gibi muhafaza ediliyor: "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir." |
- tarihinde hazırlandı.