Bambaşka Bir Âlem ve Kabir Hayatı
Dini esaslar açısından, kabir hayatının keyfiyeti hakkında neler söylenebilir? Yanıp küle dönüşen, vücudu paramparça hale gelen veya herhangi bir sebeple defnedilemeyen kimseler de düşünülünce kabirdeki sorgu-sual ve kabir azabı ile alâkalı mü'mince ve sahih bakış açısı nasıl olmalıdır?
- Kabir hayatı, bir bakıma ahiretin giriş kapısı ve başlangıcı sayılır. Bir kabre defnedilsin ya da edilmesin; ister yırtıcı hayvanlar tarafından parçalansın, ister yanıp külleri savrulsun, isterse de denizde kaybolsun, ölen kimse için kabir hayatı söz konusudur. Kabir bambaşka bir âlemdir, onun kendine has husûsiyetleri vardır; onu dünyevî kıstaslarla yorumlamak ve maddî unsurlarla değerlendirip anlamaya çalışmak doğru netice vermeyecektir. (00.58)
- Pek çok ehl-i tahkik, zerrât-ı asliyeden, yani insandaki asıl ve temel zerrelerden bahseder. İnsanın bu ilk zerreleri, insan bedenine âdeta kaide ve temel yapılmıştır; hadiste "acbü'z-zeneb" denilen ve kuyruk sokumu kemiği olarak ifade edilen bu zerrât-ı asliyenin nerede bulunduğunu tam tespit etmek mümkün değildir. Allah (celle celâluhu), insanı bu temel zerreler üzerine yaratmıştır ve ahirette de onlar üzerinde haşredecektir. İnsana ait hususiyetleri câmî olan bu zerreler, kim bilir, belki de genlerdir. (05.58)
- Kabir hayatına inanmak esastır; fakat, onun keyfiyeti ile alâkalı iddialar yakışıksızdır, hatta Allah'a karşı saygısızlıktır. Kabir hayatı, halk-ı cedid, yani yepyeni bir yaratılış eseridir. Hazreti Âdem'in melekleri hayran bırakan yaratılışı gibi, kabir ehlinin yaşayışı da insanların dünyevî ölçü ve kâidelerle idrak edemeyecekleri, anlamakta zorluk çekecekleri bir hayattır. Dolayısıyla, bu konuda detaya girmek yeni yeni problemlere kapı açmak demektir. (06.47)
- Cenâb-ı Allah, sesten, kelimeden, sözden, havadan ve güzel şeylerden farklı farklı mahlukat yaratır. Mesela; burada bir kere "Elhamdulillah" diyen orada bir Cennet meyvesi yer. Dünya farklı bir âlem, Berzah farklı bir âlem, Mizan farklı bir âlem, Sırat farklı bir âlem, Cennet farklı bir âlem ve Cehennem de farklı bir âlemdir. (15.01)
- İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek, "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler ve onlara Cennet kapıları açılır, Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler; onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Mü'minler -genelde- nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir. (16.44)
- Kabir, aynı zamanda bazı hataların hesabının da görüldüğü ve insanın "lemem" denen küçük günahlar başta olmak üzere bir kısım suçlardan arındığı bir yerdir. (18.15)
- Bir kısım hadislerden öğrendiğimize göre, Hazreti Abbas (radıyallâhu anh), şiddetle arzu etmesine rağmen, Hazreti Ömer'i (radıyallâhu anh) ancak vefatından tam altı ay sonra rüyasında görebilir ve sorar: "Neredeydin yâ Ömer?" Hazreti Ömer, "Sorma, hesabı henüz verebildim." der. Belki, orada üzerinde en ufak bir iz kalmaması için Mevlâ, onu böyle bir ameliyeye tâbi tutmuştur; şu kadar var ki onun hesabı kendi seviyesi ve mukarrebînden olması açısından değerlendirilmelidir. Evet, günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki büyük bir rol oynar. (18.55)
Hadis-i şeriflerde, necâsetten gereğince korunmayan ve koğuculuk yapan mü'min kimselerin de kabir azabı çekecekleri haber veriliyor? Özellikle bunların nazara verilmesinin ne gibi hikmetleri vardır?
- İstibrâ; pislikten uzak olma, temizlenme ve idrardan sonra gelen sızıntıyı giderme demektir. İstibrâ, hareket etmek, yürümek veya öksürmek gibi çeşitli yollarla yapılabilir. Sızıntının kesildiğine kanaat getirinceye kadar istibrâya devam edilmelidir. Bundan önce abdest almaya başlamak caiz değildir; çünkü abdest aldıktan sonra gelen akıntı abdesti bozar. Özellikle erkeklerin buna dikkat etmeleri gerekmektedir. (26.19)
- Bazı kimseler, istibrâ niyetiyle çok sevimsiz işlere kalkışıp başkalarını da buna zorlayarak dinin ruhuna aykırı davranırken, bazıları da ihtiyaç giderir gidermez abdest almakta ve namazlarını tehlikeye atmaktadırlar. Her meselede olduğu gibi istibrâ mevzuunda da denge esastır; ifrat ve tefritten kaçınıp meselenin ortasını bulmak lazımdır. (30.45)
- Kırıcı, üzücü ve dargınlığa sebebiyet veren sözleri birinden diğerine taşımaya "nemime" denir ve bu kötü iş halk arasında koğuculuk diye nitelendirilir; böyle yapanlara da koğucu (söz taşıyan) adı verilir. Koğuculuk dinimizce çirkin sayılan ve yapılması kesinlikle haram kılınan bir davranıştır. (33.40)
- Koğucular, duymuş oldukları sözlere bir takım yalanlar da katarak veya onu söyleniş amacından saptırarak karşı tarafa aktarırlar. Sözlerine yalan kattıkları için, farkında olmadan nifaka da düşebilirler. İşte bunun içindir ki Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, "Koğucu, Cennet'e giremez!" buyurmuş ve "nemîme"nin ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermiştir. (35.22)
Kabrin genişletilmesi, aydınlatılması, kabir ehline sabah-akşam Cennet'teki makamların gösterilmesi ve onlara salih amellerin arkadaşlık etmesi gibi nimetlerden de bahsediliyor. Bunları nasıl anlamalıyız?
- Berzah, başka bir tabirle kabir hayatı, hadisin ifadesiyle, "ya Cennet bahçelerinden bir bahçe" veya "Cehennem çukurlarından bir çukurdur." Bu itibarla da, mü'minler için kabir nimetleri söz konusudur. Ancak, bu nimetleri dünyevî ve maddî kıstaslarla idrak etmek mümkün değildir; meseleyi yine berzahın bambaşka bir âlem oluşuna bağlamak lazımdır. (36.20)
- Kabir sıkmasını Sa'd b. Muaz (radıyallâhu anh) gibi seviye insanı bir sahabide de görüyoruz. Sahih hadis kaynaklarına göre, Sa'd b. Muaz (radıyallâhu anh) kabre konulunca Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Fe sübhânallah, kabir Sa'd b. Muaz'ı da sıkarsa!.." buyurmuştur. Evet, kabrin tazyik etmeyeceği insan yok gibidir; şu kadar var ki, bu da mü'minlerin arınmaları için ayrı bir vesiledir. (37.47)
- tarihinde hazırlandı.