Çocuk ve Çevresi
Çocuk, hemen hemen bütün bir gelişme döneminde, çevresinde cereyân eden şeylerin tesirinde kalır. Ona göre şekillenir ve ona göre benlik kazanır. Etrafında cereyan eden şeyler, onun duygularına yâr, kalp ve ruhunu yüce ideallere yöneltecek mahiyette ise, çocuk gelişir, yücelir ve semavî bir keyfiyet kazanır. Aksine, çevresinde olup-biten şeyler, onun duygularını köreltici, kalbini öldürücü ve ruhunu sefilleştirici mahiyette ise, o, daha varolmanın baharında, hazân vurmuş gibi zebil olur gider.
Muhîtin, olgun insanlar üzerinde bile ne denli tesirli olduğu düşünülecek olursa, onun, çocuklar ve gençler bulunursa, o çocuğun sıhhatli bir dil öğrenmesine imkân yoktur. Bunun gibi yuvadan mektebe kadar, çocuğun, anlayıp, düşünce ve ahlâkına meşcerelik [1] yapan muhitin, farklı ve birbirine zıt telakkîleri karşısında da onun mazbût bir düşünceye, düzenli bir hayata ve üstün ahlâka sahip olmasına imkân ve ihtimal yoktur.
Yakın tarihe gelinceye kadar, yuva, mektep ve bilumum irfan müesseselerimiz, velisi, muallimi, mürşidi ve postnişiniyle el-ele ve gönül-gönüle, terbiye ve nesli yükseltme vazifesini beraber yürütüyorlardı.
Evet up-uzun yükselme devremiz, bu müesseselerin el-birliği sayesinde temin edilmiş ve koskoca 'umrân-ı tarih' bu müşterek mesâiyle gerçekleşmişti. Bu dönemde, bir baştan bir başa toplumun her kesiminde, aynı mukaddes düşünceler hüküm-ferma [2], aynı terminoloji revaçta, aynı yüce hakikat ve yüksek mefhumlara saygı duyuluyor ve böylece nesiller dağınıklığa düşmekten kurtuluyordu.
Şimdi, bu eski müesseselerin îfâ ettikleri vazifelerin, eksiksiz olarak yerine getirildiğini iddia edebilir miyiz? Yuva, çocuğa ne kazandırmaktadır? Sokak, onun hangi ilhamlarını coşturmaktadır? O, dost ve arkadaşlarından fazilet adına ne öğrenmektedir?.. Keşke bütün bunlara, ürpertici de olsa, bir çırpıda hiç diyebilseydik!. Belki o zaman, kendi kendimize karşı yalan söylememiş, aldatmacaya sapmamış olurduk!.. Ama, nerede, o yürek bizde? Nerede, acı dahi olsa, hakikate temenna ve saygı?
Evet, yıllar var ki neslimiz, her yönüyle ihmal edildi. Ve o, kendini, buz gibi bir zeminde terkedilmiş olarak buldu. Tam ruhunun askıya alındığı ve inançlarından uzaklaştırıldığı bu dönemde idi ki, kalbine uzanan yabancı eller, onu bütün bütün kendinden, mazisinden ve tarihinden kopararak, ruhuna karşı yabancı hale getirdiler.
Şimdi, yeniden onu bütün çevresiyle ele alıp ihya etme mecburiyetindeyiz... Şunu bir kere daha tekrar edelim ki, çocuk en az yuva ve aile muhiti kadar, dost ve arkadaş çevresinden de müteessir olur. Hattâ bazen yuvada iyi beslenememiş çocuklar için, dış çevrenin tesiri daha da baskın çıkabilir. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki, bazen aile muhiti çok iyi olmasına rağmen, dostları ve arkadaşları itibariyle çocuğun çevresi bozuksa, aileden aldığı herşeyi bu ikinci iklimde bütünüyle kayıp da edebilir.
Evet, düşünceden tasavvura, tasavvurdan davranışlara kadar yuvada kazanılan her şey, bu ikinci muhitte geliştirilip olgunlaştırılması mümkün olduğu gibi, daha önce elde edilmiş şeylerin tamamen yitirilmesi de ihtimal dahilindedir. Bazen iyi bir dost, dürüst bir arkadaş, bir mürşit bir siyanet meleği gibi, adım adım insanı takip eder ve sürçmelerine, düşmelerine meydan vermez. Sürçtüğü, düştüğü zaman da bir Heraklit gibi imdadına koşar ve elinden tutar kaldırır. Kötü bir dost, fena bir arkadaş ise, yılandan daha kötüdür. İnsanın hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını berbat eder.
Atalarımız: 'Üzüm, üzüme baka baka kararır.' 'Atı, atın yanına bağladın mı, ya huyundan ya da tüyünden alır', derken, dost ve arkadaşın, insan üzerindeki tesirini anlatmak istiyorlardı.
Terbiyecilerde, çocukların, kötü arkadaş ve fena çevreden korunması hususunda hemen hemen ittifak halindedirler.
Bu itibarla, anne-baba ve terbiyeciler, çocuğun, sokaktaki oyun arkadaşlarından, beraber kaldığı dostlarına ahbaplarına kadar, bu ikinci muhiti, bizzat ayarlayıp, onun önüne koyma zorundadırlar. Aksine, çocuğun kendine göre seçeceği muhit ve dost dairesi, bütün bir hayat boyu yuvanın da toplumun da huzursuzluk kaynağı olma ihtimali vardır.
Çevre Hakkında Birkaç Husus
Dış muhit dediğimiz, bu ikinci çevre hakkındaki mütalâalarımızı, aşağıdaki maddelerde hulâseten arzetmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz:
- Çocuk, kendi düşüncesine göre bir dost ve arkadaş çevresi edinmeden, dünyamıza aşinâ ve ruh kökümüze bağlı uygun bir arkadaş muhitiyle, münasebeti temin edilmelidir.
- O, iç-âlemi ve maneviyatı adına kendisini besleyecek irfan yuvalarıyla diyaloga geçirilmelidir.
- Nezih arkadaşlarıyla eğlenme ve oyun oynamasının yanında, olgun insanların meclislerine, hattâ ibadet yerlerine götürülmeleri katiyen ihmâl edilmemelidir.
- Toplum içinde herhangi bir insanın mutlaka uğraması gerekli olan, bütün bir çarşı pazar çevresi hazırlanıp, onun önüne sürülmelidir. Yani, tıraş olacağı berberden, elbisesini diktireceği terziye, ondan defter-kalem alacağı kırtasiyeciye kadar bütün bir çevre düşüncelerimize göre seçilip, ayarlandıktan sonra ona takdim edilmelidir. Evet, o, ancak bu suretle dolaştığı her yerde, ihtiyacı olan havayı ve ruhunun arzuladığı şeyleri bulacak ve beslenecektir. Aksine, saçını kestirdiği aynı yerde, ruhuna hoyratlık aşılanacak, başına geçirilecek urba ile, kalbine fesat saçılacak ve defter-kalem için uğradığı dükkanda, uyutucu ve öldürücü zehirler içirilerek baştan çıkarılacaktır.
- İmkân el-verdiği nispette, oturulacak semt ve mahallenin seçilmesine dikkat edilmelidir. Her köşe başında bir şakî ve bir yol kesicinin bulunduğu bir semtte oturmak, akrep ve yılan yuvaları üzerine çadır kurmak gibidir. Bugün olmazsa yarın tabiatlarının gereğini yerine getireceklerdir.
- Çocuğun, tamamen arkadaşlarına bağlanıp, evden soğumasına imkân verilmemelidir. Yuvadan kopuk olarak yetişen çocuklar, pek-çok insanî melekeleri itibariyle 'güdük' kalırlar. hattâ, bu nokta-i nazardan, bakım-evlerine bırakılmış veya terkedilmiş çocuklar, rûhî yönleriyle zayıf ve içtimaî cepheleriyle eksiklik kompleksi içindedirler. Anne-babanın gönülden ve fıtrî şefkatlerinin yerini ne doldurabilir ki?. Aslında, kimsesiz çocukları himâye etmek için kurulmuş bu müesseseler, anne-babasız ve hâmisiz çocukları terbiye edip yetiştirmek ve topluma kazandırmakla büyük bir hizmet görmektedirler. Ancak, bu 'Kuruluşlar'ın belli kimselerin bakım ve görümü için meydana getirildiği ve buralara kabul edilmenin de, belli şartlara göre olacağı asla hatırdan çıkarılmamalıdır. Anneden, babadan mahrum hâmisiz çocukların buralara alınıp barındırılması-mülahaza dairesi açık olmakla beraber-düşünülse bile, her halde ebeveyni veya candan bir bakıcısı olan yavruların bu türlü 'dar'ül-eytam'a [3] bırakılması, anne baba adına çocuğa karşı bir vefâsızlık ve yavru için de bir talihsizliktir. Kaldı ki, imkân elverdiği nispette, bu soğuk yuvalardaki çocuklar dahi, birer akraba ve yakının himayesine verilerek, insanî bakım ve görüme kavuşturulmaları her zaman tavsiye edilebilecek bir husustur.
- Çocuğa, yer yer arkadaşların yanına gitmek istediğinde, alınıp götürülmeli ve onları davet ettiği zaman da, hoş karşılama ve izzet u ikrâmda kusur edilmemelidir. Hele bu arkadaşlar, yolu, yönü belli, yüce ideallere gönül vermiş, kaldıkları yurt ve yuvaları birer laboratuar, birer kütüphane ve bir ibâdet mahalli haline getirmişlerse... Evet, çocuklar, daha ilk yaşlarda, zirveleşip gökler ötesi âlemlere yükselen ve burcu burcu melek solukları kokan bu yuvalara kavuşturulursa, onlara ait bir çok mesele kendi-kendine çözümlenmiş olur.
- Evde olduğu gibi, arkadaşlar arasında da, okunacak kitapların, müzakere edilecek mevzuların faydalı, yapıcı ve yükseltici olmasına dikkat edilmelidir. Bu hususla, alâkalı, geçen bölümde, bir kitap listesi tavsiyemizi mahfuz tutmakla beraber, okunacak kitaplar mevzuunda salahiyetlilerin fikir ve mütalâalarının alınması yararlı olur. Hasbî, sözü-özü bir, gönlü bin bir insanî heyecanla buhurdan gibi tüten, yaşama zevkini, yaşatma uğrunda fedâ etmiş salâhiyetlilerin..
Çocuğu, ara-sıra ciddî ve oturaklı kimselerin toplantılarına götürme ve onu, onların görüş ve düşünce açılarına yükseltme semâvi terbiye anlayışımızın gereğidir. Böyle bir davranış, onun minicik iklim ve atmosferine yeni yeni buutlar kazandıracak ve onu daha hızlı geleceğin adamı haline getirecektir.
Aynı zamanda bu davranışın büyüklere karşı edepli ve saygılı olmada da, bir hayli faydalı olduğu söylenebilir. Zira, bu türlü toplantılarda, büyükler şefkat ve sevgileriyle, küçükler de hürmet ve saygılarıyla kendilerini gösterme imkânını bulurlar. Bu karşılıklı his ve davranış, başlangıçta falsolu olabilir ama, sonra düzelmez diye bir şey yoktur. Kaldı ki, hangi iş vardır ki, bidâyetinde bir kısım tökezlenmeler, sürçmeler olmasın?
Evet, ısrar ediyoruz: Çocuklar büyüklerden koparılmamalıdırlar. Bu bizim semâvî terbiye anlayışımızın gereği ve aynı zamanda 'değişken' terbiye telâkkilerine karşı da hem bir ayırıcı unsur hem de bir üstünlük sebebidir. 'Büyüklerimize tazim, küçüklerimize şefkat ve alimlerin hakkına riayet etmeyen bizden değildir.' Hele, bu yüce telâkkinin değişmesinin kıyamet alâmeti sayılması, oldukça düşündürücü ve manidârdır.
Netice olarak diyebiliriz ki, çocuk, yuvada ve yuvanın dışında, adım adım takip edildiği sürece, bize ait olacağının münakaşası yapılsa bile, başı-boş bırakıldığında yabancılaşacağının münakaşası katiyen yapılamaz.
[1] Meşcerelik: Ağaçlık, koru.
[2] Hüküm-fermâ: Hüküm süren, hâkimiyetle idare eden.
[3] Dar'ul-eytam: Yetimler evi.
- tarihinde hazırlandı.