Mezalimden Bir Kesit
Bosna-Hersek'te, Karabağ'da ve dünyanın daha birçok yerinde Müslümanlar katlediliyor. Biz buna karşı hiçbir şey yapamıyoruz. Âdeta ellerimiz bağlanmış duruyoruz. Bu bizi ümitsizliğe düşürüyor. Acaba tavrımız nasıl olmalıdır?
"Beşer, beşeri öldürmekten, ona zulmetmekten ne zaman vazgeçti ki!" sözünü hatırlayın. Gerçi bunu, Celal Nuri, Beşir Fuat, Tevfik Fikret gibi kimseler değişik bir zaviyeden ifade etmişlerdi ama, zulmün, haksızlığın devamı bakımından geçerliliğini koruduğu bugün de doğrudur. Evet, dünyanın yüzü hiç gülmedi, kan seylapları hiç durmadı. Milletler birbirlerini öldürmekten hiç vazgeçmedi.
Düşünün ki, İkinci Dünya Harbi'nde kırk milyon insan öldürüldü. Öyle ki, bütün insanlık hatta –hâşâ– Allah'ı inkâr eden mülhidler, ateistler bile bu kızıl kıyametin saldığı dehşetle çıkıp kiliseye koştu. Hiroşima'da atom bombasının patlatılması ile ilk etapta seksen bin insan öldüğü söylenir. Atom bombası, hidrojen bombası icat edildi ama bunlar, çağın vahşilerinin eline geçince, yeryüzünde hakikî vahşileri bile utandıracak cürümler işlendi.
Bir de, Müslümanlar açısından meseleye bakacak olursak, sadece Balkan Harbi'nde kendi öz be öz evlâtlarımızdan, şimdi Bosna-Hersek'te öldürülen insanlardan daha fazla Müslüman öldürüldü. Ve kim bilir daha hangi cephelerde nice gül yüzlü canlar ve nice sultanoğlu sultanların canına kıyıldı.
Bir mânâda bu katliamlar bize, medeniyet ve hümanizm sloganları ile insanlığa sunulan sistemlerin, ideolojilerin gerçek yüzünü gösterdi. Evet, Batı, çifte standarttan hiçbir zaman vazgeçmedi ve Müslümanlara ayrı, Hıristiyanlara ve Yahudilere ayrı muamelede bulundu.
Günümüzde, yeryüzündeki hâkim bazı güçlerin büyük yalanlarını bir defa daha bütün dünya ile beraber müşâhede ettik. Bosna-Hersek'e hiçbir yardım yapılmazken, Hırvatistan sınırları on dört bin Birleşmiş Milletler askeri ile koruma altında. Bosna-Hersek'te öldürülen Müslümanlar hakkında sadre şifa bir beyanat yok ama, onların öksüz-yetim kalan çocuklarını alıp kaçırma ve Hıristiyanlaştırma için yoğun faaliyetlere diyecek yok..!
Dilerim bu hâdiseler, Müslümanların hamiyet-i milliye ve hamiyet-i diniyelerini tahrik edip onları harekete geçirir... Evet, belki de etrafımızda cereyan eden bu tegallübler, tahakkümler, esaretler, zulümler vicdanlarda ürperti hâsıl eder de, "sâir fi'l-menam"[1] olan Müslümanlara "Yeter be!" dedirtir. Eğer bu tür hâdiseler böyle bir neticeyi doğurup mâşerî vicdanın uyanmasını sağlayacaksa, olup biten bu şeyler, zâhiri çirkin görünse de netice itibarıyla yararlı oldukları söylenebilir. Zira din ve diyanetleri uğruna ölenler zaten şehit oluyorlar. Öldürenler ise layık oldukları, azaba çarptırılacaklardır ve bunda zerre kadar şüphemiz yok. O hâlde, mazlum, mağdur olarak öldürülenler şehitlik mertebesini, Cennet'i kazanıyorlar. Bununla beraber, arkalarında yıllardan beri Batı düşüncesi ile mahmur kitlenin uyanmasına vesile oluyorlar. Bu açıdan da şimdilik bir kaybetsek de gelecekte –inşâallah– on kazanacağız demektir.
Evet, sistemin sağlıklı yürümesinin yolu, insan ve kültürden geçer. Bunu da makam ve mansıp sevdasına kapılmamış, milletine ait kültürü ile bütünleşmiş, "Bize vazife yapmak düşer, Allah'ın işine karışmayız." terbiye ve edebi içinde Allah'a karşı saygılı, vazife şuuru ile dopdolu nesiller başaracaktır.
Ümitsizliğe düşmemeliyiz. Zira biz millet olarak artık ellilerin nesilleri değiliz. Biz bugün, dirilmenin de ötesinde, bütün dünya ülkelerinde bir ışık kaynağıyız. Bu durum bazılarının akıllarına geldikçe, hafakanları kabarıyor. Sorarım size, o ülkeler sizi düşününce niye böyle hezeyana giriyor ve çıldırıyorlar? Çünkü Türkiye yeni bir tekevvünün içine girdi de ondan. Evet, artık o, büyük devlet olma yolunda.
İşte bunun içindir ki Batı, Müslüman dünyası üzerine gaile üstüne gaile açıyor. Bosna-Hersek, PKK, Kıbrıs, su, Ermeni, Filistin, Keşmir vs. Evet, bütün bunları onlar planlıyor; planlıyor ve: "Bunların bir tanesinden kurtulsalar, diğerine yakalanırlar, ondan da kurtulsalar, diğerine" deyip başımıza gaile üstüne gaile açıyorlar. Öyleyse biz ne diye ümitsizliğe düşeceğiz. Bırakın onlar ümitsizlik uçurumlarına yuvarlansınlar.
Bir de biz, hiçbir zaman işlerimizi, davranışlarımızı neticeye bağlama ve o neticeyi elde etme uğruna mücadele etme durumunda değiliz; zira netice bizi alâkadar etmez. Çünkü böyle bir düşünce beraberinde bazı sakat şeyler de getirir. Ayrıca, böyle bir düşüncede, Allah ile pazarlık etme gibi bir saygısızlık da söz konusudur. Hâlbuki biz, bundan fersah fersah uzağız...
Hâsılı, etrafımızda cereyan eden ve mutlak planda bizi üzen hâdiseler karşısında ümitsizliğe düşme yerine, canla başla davamızın i'lâsı istikametinde koşma, birinci hedefimiz olmalıdır.
1992 yılı Eylül ayında yapılan bir sohbetten derlenmiştir.
- tarihinde hazırlandı.