Medh ü Senada Denge
Yer yer başkalarını medh ü sena ederken dengeyi yakalayamadığımızın farkındayız. Bu konuda takınmamız gereken tavır nedir, ne olmalıdır?
İnsanlar yer yer ve zaman zaman yaptıkları ameller ile başkalarının takdirlerini bekleyebilirler. Bu kabil takdir ve tebciller karşısında insanın kalb balansını ayarlaması çok önemlidir. Kişi Allah'ım hakkımda söylenen bu sözleri dua olarak kabul buyur, ayağımı kaydırma, beni bir lahza bile benimle baş başa bırakma.' demelidir. Aksine, insan kendini şımarıklık ve gaflete salarsa, Allah da onun ayağını kaydırabilir. Evet, yapılan takdir ve tebciller, gökten bir nida halinde gelse bile insan bir İmam Rabbani, bir Bediüzzaman edasıyla 'Allah'ım, ben çok hakir bir köpek olduğuma o kadar inanmışım ki, şu nidalar benim kanaatimi değiştiremez.' diyebilecek ölçüde düşünce duruluğuna ve hazımkâr bir nefse sahip olmalıdır.
Bu konu, üzerinde ne kadar durulsa değer, biz hususî bir zâviyeden önemli bir iki meseleyi işaret edip geçeceğiz.
Birincisi; Allah'a karşı insanların tezkiye edilmesi, ikincisi de; yüze karşı senanın öldürücü olması. Evvela, bilinmelidir ki, Allah Resûlü (s.a.s.) yüzüne karşı kardeşini medheden birine 'Kardeşinin boynunu kırdın.' buyurmuştu. Demek ki o sahabi, bu medhi kaldırabilecek ruhî seviyeye henüz ulaşmamıştı veya bu ona verilmek istenen bir dersti. Yine Hz. Peygamber (s.a.s.), Osman b. Maz'un'un cenazesinde bir kadının 'Ne mutlu sana! Cennete girdin!' sözleri karşısında kaşlarını çatmış ve 'Ben Allah'ın Peygamberiyim, bilmiyorum. Sen nereden biliyorsun?' demişti. Bir başka hadislerinde ise; 'Sevdiğin kişiyi ölçülü sev bir gün gelir düşmanın olabilir; gadab ettiğin kimseye ölçülü gadab et, bir gün gelir dostun olabilir.' buyurmuştu. Bu hadislerin muhtevası ışığında, Bediüzzaman Hazretleri de 'mübalâğa zımnî yalandır' der. Onun için medih, takdir ve tebcil babında söylenecek sözlerde çok dikkatli, fevkalâde temkinli ve dengeli olmak gerekir. Aksi halde, kişi hüsn-ü zannın verdiği makam karşısında konumunu koruyamayan o insanların hadisteki ifadesiyle boynunun kırılmasına -hem de istemeden- vesile olabilir. Bütün bunlar bir tarafa, Allah Resûlü'nün 'Hiç kimseyi Allah'a karşı tezkiye etmem/edemem' beyanları, bu konuda başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmayacak bir ölçüdür zannediyorum.
Evet, her türlü takdir ve tebcilin üstünde bulunan Nebiler Serveri (s.a.s.), 'Beni, Musa b. İmran'a tercih etmeyin.' Bir başka yerde 'Beni Yunus b. Metta'ya tercih etmeyin' buyurarak, hangi yolun tercih edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Öyleyse, kıyamete kadar bütün mü'minler Hz. Alivâri hep 'insanlardan bir insan olma' mülâhazası içinde bulunmalıdırlar. Bu mülâhazaya kendini kilitleyebilen insan, hiçbir beklentiye girmez, teveccüh-ü nas beklemez, hüsn-ü zannın layık gördüğü makamlara dilbeste olmaz, tabasbus ve riyaya da girmez.
Öte yandan Allah Resûlü'nün beyan buyurduğu 'Ölü, kabirde ehlinin ağlamasından dolayı azab edilir.' hakikatinin de nazar-ı dikkate alınması gerekir. Gerçi Hz. Âişe validemiz 'Hiçbir suçlu, başkasının suçunu yüklenmez.' âyetini delil göstererek bu hadisi reddetmiş ise de, hadisçiler, bu hadisin hadis kriterleri açısından sıhhatini kabullenmiş ve ona şöyle bir yorum getirmişlerdir: Arkada kalanlar ölü hakkında, ağıtlar yakar, tevhid akidesine ters, Allah'ın irade, meşiet ve kudretine dokunan sözler söylerlerse, bu sözler münasebeti ile ölü rahatsız olabilir.
Hâsılı, yüze karşı yapılan medhiyeleri hazmedebilecek, hüsn-ü zanların verdiği farazî makamları reddedebilecek ruh olgunluğuna ulaşmamış kişilere medhiyeler düzme, onları baş aşağı götürebilir. Kim bilir, belki de... böyle birisiydi. O, etrafın şişirmesiyle kendini, önce müceddid, sonra Mehdi, sonra Mesih-i Mev'ud görmüş, sonra da bununla kalmamış hulul ve ittihad'a inanarak dalâlete düşmüştür. Şahsen ben, ... 'ın da yoldan sapıttığı kanaatindeyim. Geçenlerde arkadaşlar Türkiye'de 15-20 kadar Mehdî'liğini ilan eden insandan bahsediyorlardı ki, bunların kaymaları da her halde aynı yollarla olmuştur.
Söz buraya gelmişken, yaptıkları hizmetlerle dost-düşman hemen herkesin takdirlerini kazanan arkadaşlara bir-iki hususu hatırlatmakta yarar var: Bu çığırın başındaki o büyük zat, o kâmet-i bâlâ, o serv-i revân yapmış olduğu onca devâsâ hizmetlere rağmen diyor ki: 'Biz yapageldiğimiz hizmetlerle, ahir zamanda gelecek zâtlara zemin hazırlıyoruz.'; 'Sen, ey riyakâr nefsim! Dine hizmet ettim diye gururlanma. 'Allah bu dini facir bir adamla da te'yid ve takviye eder.' sırrınca, müzekka olmadığın için, belki sen kendini o racül-ü facir bilmelisin; hizmetini, ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i san'at bil, ucub ve riyadan kurtul.'; 'Güneşe müteveccih su kabarcıklarında güneşin aksi bulunur. Onlar karanlığa girdiğinde veya güneşle alâkası kesilince her şey de biter.' Onun bütün hasiyeti güneşi tam aksettirebilmesindedir, yoksa o güneş değildir. Aynen öyle de, sen kabarcıklar misali Allah'tan gelen şeyleri aksettirebiliyorsan ne güzel!
Görüldüğü gibi bizim çizgimiz bellidir. Bizim en büyük vazife ve misyonumuz kulluktur. Başkalarının medh ü senaları, o medh ü senaların hakkımızda biçtiği makamlarda gözümüz yoktur. Biz, her zaman Hz. Ali'nin 'insanlardan bir insan olma' hedefine ulaşmaya çalışmalıyız. Bizim büyüklüğümüz, şahs-ı manevide, güncel tabirle tüzel kişiliğimizdedir. Bâki hakikatler, fani şahısların üzerine bina edilemez.. bina edilse, onlar âhirete irtihal ettiğinde, dava da akîm kalır. Bu açıdan birbirimizle irtibatımızı kavî tutmalı ve sabah-akşam bir ve beraber olma yollarını araştırmalıyız.. araştırmalı ve vahdet-i ruhiyemizi korumaya çalışmalıyız. Kendimizi her daim sıfırlayarak yolumuza devam etmeliyiz. Unutmamalıyız ki, 'büyüklerde büyüklüğün alameti tevazu ve mahviyettir. Küçüklerde küçüklüğün alameti tekebbürdür.' 'Ben yaptım, ben ettim.' demek şirkin bir uzantısıdır. Ene'yi yırtıp, Nahnü'yü ya da 'Hu'yu göstermek bizim vazifemizdir. Topluluk içinde ihtilaf çıkarmama, yalanın en küçüğüne dahi tenezzül etmeme de yine vazifelerimiz cümlesindendir. Çeşitli vesilelerle anlattığım şahsî velayet değil, cemaat veliliğini yakalamak gayemizdir. O halde yapılan ve yapılacak olan medh ü senalar bizi bizden almamalı ve vazifelerimizi yapmaya engel teşkil etmemelidir. Bu ise, yukarıdaki esasları benimsemeye ve özümsemeye bağlıdır.
- tarihinde hazırlandı.