Hikmet Açısından Bilgi
Okuma, mütalâada bulunma ve mârifet arayışında olma, ruhun en önemli gıdalarındandır. Bunlardan yoksun olmak ise, telâfisi imkânsız çok ciddî bir mahrumiyettir.
Yabancılar, dağ-taş ülkemizin her yanını didik didik edip, bize ait ilim, san'at ve kültür hazinelerinden istifade ederken; bizler, geçmişimize ait ilim ve kültür kaynaklarını araştırmaz, okumaz ve okuyamazsak, oturup hâlimize ağlamamız gerekir.
Şanlı cedlerimizin miras olarak bırakıp gittiği ve bugünkü dünyanın da aşkla-şevkle arkasına düşüp araştırdığı bunca ilmî ve edebî eserlere karşı milletçe alâkasızlığımız, doğrusu anlaşılır gibi değil...
Tam bilemediği, bilip hazmedemediği bilgilerle nesillerin düşüncelerini bulandıranlar, sadece zararlı değil, aynı zamanda hâin sayılırlar.
Izdırap, en duru ilham kaynağıdır.
Bir milletin varlık ve ihtişamı, o milletin kültür ve san'at derinliğiyle mebsûten mütenâsiptir (doğru orantılıdır). Dünyanın dört bir yanında ilim ve san'at eserleri sergilenen bir millet, o eserler sayısınca dillerle "Ben de varım." demektedir.
İnsanlar arasında kıymet ve şeref, ilim ve mârifet iledir. Hasis ve değersiz bir adam bile her zaman zengin olabilir; ama, kat'iyen şerefli olamaz.
Bir insanın okuyup-öğrendikleri ne kadar çok olursa olsun, hiçbir zaman onu okuyup-öğrenmekten alıkoymamalıdır. Gerçek ilim adamları, daha çok, sürekli araştırmalarının yanında, bildiklerini yetersiz bulan kimseler arasından çıkmıştır.
Hak söylemeye başlayınca cehalet öfkelenir, taassup tedirgin olur; ilim ise, kulak kesilir dinler.
Her câhil için bilgisiz demek doğru değildir. Hakikî câhil, doğruyu hissetmekten mahrum olandır. Böyle bir insan, çok bilse de, yine câhildir.
Yaşamak; görüp bilmek, yiyip içmek değildir. O, duyup hissetmektir.
Bilen faydalı, bilmeyen zararlıdır; az bilen ise, bilmeyenden daha zararlıdır. Tam bilenlerle hiç bilmeyenler, nadiren aldansalar da aldatmazlar; az bilen, çok aldatır.
İlim adına anlatılabilen şeyler, anlaşılmış kabul edilir; anlatılamayanlar ise, bir ölçüde hazmedilmemiş sayılır. Bu itibarladır ki, mekteplerde bir şey anlamayan gençler üzerinde durulurken, biraz da muallimlerin durumu ile meşgul olunmalıdır.
Mektepler gerçek muallimlerin elinde mâbet hâline getirileceği âna kadar, hapishanelerin boşalabileceğini beklemek beyhûdedir.
İnsan, herhangi bir iş yapmaya niyet edince, önce, o mevzu ile alâkalı şeyleri iyi öğrenmeye çalışmalı, yapabileceğine tam inandıktan sonra da teşebbüste kusur etmemelidir.
Herkes, işini, mesleğini çok iyi bilmeli ve imkânlar ölçüsünde kendi ihtisas sahası içinde kalmalıdır. Zira, herkes ihtisası dışında başarılı olamayabilir. Onun için, tabip, tabip olarak, mühendis de mühendis olarak kalmalı.. hoca, tabiplik yapmamalı; tabip de, hukukçu olacağım diye kendini zorlamamalıdır.
Sızıntı, Nisan-Haziran 1990, Cilt 12, Sayı 135-137
- tarihinde hazırlandı.