Yuvamız cennet köşesi olsun
Günümüzde pek çok konuda olduğu gibi maalesef aile müessesesinde de kendimizden, kendi değerlerimizden bir kaçış var. Hâlbuki her şeyin bizcesini yaşadığımız dönemlerde bizim bu mevzuda ciddi bir problemimiz yoktu. Fakat daha sonra, ne olduysa oldu ve biz, bize ait değerleri “gelenek” diyerek, partal bir eşya gibi, kaldırıp bir köşeye attık. İşte bundan sonradır ki, başka sahalarda olduğu gibi aile müessesesinde de ciddi sıkıntılar baş göstermeye başladı.
Müşterek değerler zemininde mutabakat
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde:
“Kadın dört şeyden dolayı nikâhlanır: Malı, soyu sopu, güzelliği ve dindarlığı; sen dindar olanını seç ki huzur bulasın.” (Buhârî) buyurmak suretiyle, evlenilecek kadının diğer vasıfları yanında bilhassa dinî yönüne ağırlık verilmesini tavsiye ediyor. O hâlde evlenmeyi düşünen bir mü’min için göz önüne alınması gereken en hayatî değer, sözleri lâl u güher Peygamber beyanındaki bu ölçü olmalıdır. Aynı şekilde kadın da eş tercihinde bulunurken Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) tavsiyesindeki bu kıstası göz önünde bulundurmalıdır. Zira sadece makam, mansıp, para, maaş, güzellik gibi dünyevî değerlere bağlı gerçekleştirilen bir evlilik, kazanma kuşağında kaybetme demektir. Evet, cennet bahçelerinden bir bahçe olabilecek yuva, sadece fanî ve geçici değerler esas alınarak tesis edilirse, o yuva cehennem çukurlarından bir çukur hâline dönüşebilir. Bu sebeple denilebilir ki, aile içi huzurun devam etmesi, eşler arasında tam bir mutabakatın bulunmasına bağlıdır. Yani mütemadi bir huzur için, öncelikle eşleri mütemadi bir arada tutacak ciddi bağlara, müşterek değerlere ihtiyaç vardır.
İkinci olarak, izdivaç meselesi, akıl, mantık ve muhakeme gibi sağlam esaslar üzerine tesis edilmesi gereken bir müessesedir. Bundan dolayı evliliği düşünen kişi bu mevzuda kendi fikrini ortaya koymanın yanında, anne-babasının, itimat ettiği, ehliyet ve tecrübe sahibi büyüklerinin düşüncesini de almalıdır. Yoksa insan, “Bu mesele benimle alâkalı olduğundan sadece beni ilzam eder” der ve ona göre hareket ederse telafisi çok zor yanlışlıklar içine girebilir. Hâlbuki dünyevî-uhrevî saadete vesile olacak böyle önemli bir meselede, ehliyet sahibi ne kadar çok insanın fikir ve tavsiyesi işin içine girerse, o ölçüde sağlam bir neticeye varılmış olur.
İnsan sadece ceset ve cisimden ibaret bir varlık değildir. Onun aynı zamanda ruhu, kalbi, hissi, şuuru, mantığı, muhakemesi, ideali ve gelecek adına beklentileri vardır. Ayrıca evlilikten bir nesil meydana gelecektir. Dolayısıyla evlilik sürecinde olan bir kişinin bütün bunları hesaba katarak ona göre karar vermesi gerekir. Teenni Rahman’dandır. Cenâb-ı Hak her şeyi imhal ile yaratır. Mükâfatlandırırken de, cezalandırırken de insana mehil verir. Diğer yandan acele ise şeytandandır. Acelecinin yaptığı iş çok kere gelir başına dolanır. Bu açıdan izdivacın da aceleye getirilecek bir iş olmadığı unutulmamalı ve hissiyattan uzak, akl-ı selimle ve üzerinde durulup düşünüldükten sonra karar verilmelidir.
Çevremdekilere hep şunu söylemişimdir: Ben bir iş yaparken, beni seven, beni gözü kadar aziz bilen insanların mülâhazalarına çok önem veririm. Zira yapmayı planladığım işte, ben meseleye dar bir açıdan bakıyor, bir anlık hissiyatla hareket ediyor olabilirim. Hâlbuki o insanlar, beni benden daha iyi düşünür ve dolayısıyla benim hakkımda daha sağlam ve daha sıhhatli bir tercihte bulunurlar. Aynı mülâhaza evlilik hususunda da geçerlidir. Zira evlilik bütün bir hayatı kuşattığından geçici hissiyatla karar verilmemeli; mutlaka mantıkî bir esasa dayandırılmalıdır.
“İlmihali üç defa okudum” diyecek kaç insan vardır?
Maalesef bugün Müslümanlar, İslâm’ı ve onun hayatımızı tanzim eden esaslarını, bilinmesi gerektiği ölçüde bilmiyorlar. Kaldı ki, Müslümanlığı gerçek manada duyup hissedebilmek için sadece nazari bilgi de yeterli değildir. Dinin hayata hayat kılınması, yaşanarak tabiat hâline getirilmesi gerekir. İşte Müslümanlık gerçek derinlik ve enginliğiyle bilinmediğinden ve ona göre bir hayat yaşanmadığından dolayı, insanlar kendi iradeleriyle sorumluluk altına girdikleri hususlarda dahi bazı sıkıntılara katlanmaları gerektiğini bilmiyor/bilemiyorlar. Diyelim ki, aile içi münasebetlerde eşlerden birinin bir eksiği, bir gediği var. Böyle bir problem karşısında şahsın kendisine “Acaba ben bu eksiği nasıl giderebilirim; hangi yolla, bu problemin altından kalkabilirim?” sorularını sorması ve bu noktada dinin emir, tavsiye ve nasihatlerini araştırması gerekir. Ne var ki, bu mevzuda ciddi bir i’mal-i fikir olduğu kanaatinde değilim. Evet, maalesef günümüzde kimse ciddi mânâda kendi dinini öğrenmeyi düşünmüyor. Acaba içimizde, “Dinimi öğrenme adına bir ilmihali üç defa okudum.” diyecek kaç insan çıkar?
Farklı fıtratlardaki eşlerin imtizâcı
Ben, geçmiş dönemde kadınıyla erkeğiyle yuvasına gerçekten bağlı aile fertlerine şahit olmuşumdur. Müsaadenizle burada bir-iki misal arz edeyim: Dedem, şedit ve oldukça sert denebilecek bir insandı. Dedemin güldüğünü hiç görmedim, çok ciddiydi. Evden çıkıp camiye giderken herkes “Şamil Ağa geliyor!” diye teyakkuza geçer, onun heybetinden ürperirdi. Zahidane bir hayat yaşıyordu. Belki her gece 50-100 rekât namaz kılardı. Ninem ise adı gibi mûnise bir hanımdı. Allah haşyetiyle doluydu. Bir kere yanında, gönülden “Allah!” dediğinizde, etekleri gözyaşlarıyla dolardı. İşte fıtrat itibarıyla farklı denebilecek bu iki insan meğer birbiriyle öyle imtizâç edip öyle kaynaşmış ki annemin anlattığına göre ninem her zaman: “Allah’ım! Beni bu adamdan bir saat geri bırakma. Bahtına düştüm, ben onsuz yapamam.” diye dua edermiş.
Ölümüne yakın ninem hastalanmıştı. On ayı aşkın bir süre hasta yatmıştı. O durumda dahi hiçbir zaman namazını terk etmemişti. Annemin anlattığına göre vefatından az bir zaman önce abdest için annemden su getirmesini ister. Abdest aldıktan sonra bir kahkaha atar ve sonra dedeme hitaben şöyle der: “Dünyadan murat almamışız. İkimizin de cenazesi bu gece evde kalacak.” O gün itibarıyla dedemin herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra ninem vefat eder. Annem, ninemin gözlerini kapatırken o esnada diğer odadan “Dede öldü!” diye bir feryat kopar. İşte dedem ile ninem arasında böylesine bir imtizâç vardı.
Müsaadenizle ayrı bir misal daha vereyim: Bir gün babam, anneme bir meseleden dolayı sinirlenmişti. Hayatımda belki bir kez babamın böyle bir hâline şahit olmuşumdur. O esnada ninem de oradaydı. Babam kaşlarını çattı ve anneme tavır aldı. Fakat annem, kayınvalidesine öyle nüfuz etmiş, gönlüne öyle girmiş ki, ninem hemen araya girdi ve babama şöyle seslendi: “Ramiz! Ona dokunursan, sana sütümü, emeğimi haram ederim.”
İşte bu, bizim genel kültürümüzdür ve bu kültürde eşler, birbirine emanettir. Her iki taraf da bunun şuurunda olmalıdır. Bu ise sağlam bir eğitime bağlıdır. Bugün bu eğitim, sokakta ve mektepte verilmiyor. Bu sebeple evlenecek bazı delikanlı ve hemşirelerin evlenme rüştünü idrak etmeden bu önemli işe teşebbüs ettikleri görülüyor. Bundan dolayı fakir, öteden beri iki mevzuda insanların eğitime tabi tutulup diploma/sertifika almaları gerektiği hususunda ısrarcı oldum. Bunlardan biri hac, diğeri de nikâh mevzuu.
Haftanın Duası
Ey kendisine gönülden inanan kullarını her zaman koruyup gözeten Allah’ım! Ben nâçar kulunu, kadın-erkek bütün kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı ve sevdiklerimizi önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan (gelecek tehlike ve musibetlerden) muhafaza buyur. Ey Rabb’imiz! Hakkımızda kötülük düşünenlere fırsat verme.. Sana iman etmiş masum kullarının aleyhinde entrika çevirenlerin komplolarını başlarına yık..
Sözün Özü
Yüce bir mefkûreye dilbeste olmuş, bir yönüyle ona göre kendi düşünce dünyasını yeniden inşa etmeye çalışan ve böylece başta kendi milleti olmak üzere topyekûn insanlığa yeni bir ba’su badel mevt yaşatma istikametinde didinip duran bir insan, dünyevî herhangi bir beklenti içine girmeyeceği/girmemesi gerektiği gibi, çok defa belki cennete girme ve cehennemden uzak kalma gibi, Cenab-ı Hakk’ın fazlından beklenen manevî beklentilere dahi girmemelidir.
- tarihinde hazırlandı.