Sadakatten yüksek paye yoktur!
İnanan bir gönül, hiçbir zaman hamasete girmemeli, aşk derecesinde sevdiği, ciddî manada saygı duyduğu insanlar hakkında bile asla mübalağalı ifadeler kullanmamalıdır. Hele ifade edilecek bu hususlar, doğrudan doğruya dinin ruhuyla alakalı değil de detaya ait talî meselelerse ve bunlar ifade edildiği takdirde ihtilafa düşme söz konusuysa, bu tür mevzulara girmeme konusunda azami derecede hassasiyet gösterilmelidir.
Şahıslar fâni mefkûre bâkidir
Esasında önemli olan, şahısları göklere çıkarmak değil, o şahısların hayatlarını ortaya koyarak mayalamaya çalıştıkları mefkûreye sadakattir. Zira şahıslar fâni; mefkûre ise bâkidir. Hem sadakatten daha yüksek bir paye yoktur. Bir âyet-i kerimede işaret edildiği üzere sadakat; şehitlik ve veliliğin bile üstündedir. (Bkz; Nisa, 4/69) Peygamberlerden sonra en büyük insan olarak kabul edilen Hazreti Ebû Bekir Efendimiz, Sıddîk-i Ekber unvanıyla serfirazdır. Bu itibarla asıl mârifet; sevip saygı duyduğunuz insanlar hakkında "Mehdi", "Mesih" gibi abartılı ifadeler kullanmak değil; elden geldiğince o insanların gittiği yolda, adım adım onları takip edebilmektir.
Hem, bir zata karşı aşk derecesinde alaka ve sevgisi bulunduğunu iddia eden birisi, şayet o zatı hatırladığı zaman burnunun kemikleri sızlamıyor, birkaç dakika gözyaşı dökmüyor; gece yüz rekât namaz kıldıktan sonra ellerini açıp, "Allah'ım beni onunla haşret!" diye dua etmiyor ve en önemlisi onun yürüdüğü yolda varını-yoğunu feda etmiyorsa, bana göre bu kişi iddia ettiği mevzuda çok samimî değil demektir. Elbette ki söylediğimiz bu ölçü, şahsın kendi iç muhasebesinde kendini kritiğe tâbi tutarken riayet etmesi gereken bir ölçüdür. Yoksa biz hiç kimseyi samimiyetsizlikle itham edemeyiz/etmemeliyiz.
Ayrıca şunun da bilinmesi gerekir ki, şayet siz birini hamasî destanlarla anlatmaya durursanız, hiç farkına varmaksızın başkalarını tahrik etmiş ve o zat hakkında elli farklı cephenin oluşumuna sebebiyet vermiş olursunuz. Hatta sizin abartılı söz, tavır ve davranışlarınız sadece din düşmanı kesimleri tahrik etmekle kalmaz, ehl-i iman arasında da şu veya bu seviyede tahriklere sebebiyet verebilir. Evet, meseleyi şahıslara indirgeyip daralttığınız zaman, din-i mübin-i İslâm'a hizmet eden insanları dahi rekabete sevk etmiş ve belki de haset günahıyla onların mahvolmalarına sebebiyet vermiş olursunuz. Bu itibarla, bir kez daha ifade edelim ki, önemli olan şu ad veya bu unvanla sevdiğiniz zatları yâd etmek değil, onların davalarına karşı fevkalâde sadık olmaktır.
Zarar veren mübalağalar
Hem ortaya konulan güzelliklerin sadece önde görünen insanlara nispet edilmesi ve bundan dolayı onlar hakkında mübalağalı ifadelere girilmesi apaçık bir haksızlık ve zulümdür. Zira ortada bir muvaffakiyet ve zafer varsa, o muvaffakiyet ve zafer birlik ve beraberlik ruhuna Cenâb-ı Hakk'ın bahşettiği bir lütuftur. Dolayısıyla, yapılan hizmetleri sadece önde görünen şahıslara mal etmek, hem Allah'a karşı şirke varabilecek bir saygısızlık, hem de o iş için didinip duran insanların ceht ve gayretlerine yapılmış bir zulüm ve haksızlıktır.
Önde görünme meselesine gelince; öncelikle hepimizin kardeş olduğu unutulmamalıdır. Bazıları cebr-i lutfî olarak elinde olmadan turnikeye daha önce girmiş olabilir. Yani Allah (celle celâluhû) kader planında evvelâ onun dünyaya gelmesini murat buyurmuştur. Belli bir tarihte doğmak kimsenin elinde değildir; dolayısıyla turnikeye önce veya sonra girme meselesi mutlak bir değer ölçüsü olamaz. Elbette biz, Resûl-i Ekrem Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Küçüklerimize şefkat etmeyen, büyüklerimize saygı duymayan bizden değildir!" (Tirmizî) beyanı gereğince her zaman büyüklerimize saygı duyarız. Fakat bu, onlara taşıyamayacakları payeler yükleme ve mübalağalı ifadelerle onları başkalarına anlatmaya çalışma demek değildir. Mesela iman hakikatlerini kendileri vesilesiyle tanımış olanlar, bir Hulusî Efendi'yi, bir Tahirî Mutlu'yu (makamları Cennet olsun) kutup gibi görebilirler. Fakat onlar bu hissiyatlarını sağda solda hamasî destanlarla anlatma yolunu tercih ederlerse, esasında yaptıkları bu işle, o büyük zatların mefkûresine ihanet etmiş olurlar.
Günümüzde de, yeryüzünün değişik coğrafyalarına göç edip giden hicret kahramanları arasında çok önemli işler başarmış arkadaşlarınız olabilir. Fakat birilerinin kalkıp da safiyane düşüncelerle dahi olsa falan zata, filan kişiye değişik namlar, nişanlar takması, onlara farklı payeler yüklemesi, Gönüllüler Hareketi'ne yapılmış bir ihanet sayılır. Çünkü bu, yeni yeni hazımsızlık cephelerinin oluşumuna sebebiyet verme demektir. Sizin ölçülerinizden haberdar olmayan insanlar, bu mevzuda bâlâ-pervâzâne iddialarda bulunabilirler. Bu durum karşısında sizin kalkıp el âlemin ağzına fermuar vuracak hâliniz yok! Fakat siz iradenizle, kendi ağzınızı mübalağalı ifadelerden, kendi dilinizi hamasî destanlardan koruyabilirsiniz. Bu mevzu, Gönüllüler Hareketi'nin geleceği adına bana çok önemli geliyor. Bu sebeple, umumî mânâda bu mevzuda sürekli tahşidat yapılması gerektiğine inanıyorum. Siz isterseniz buna bir "hizmet vecibesi" olarak da bakabilirsiniz.
- İnanan bir gönül, aşk derecesinde sevdiği, ciddî manada saygı duyduğu insanlar hakkında bile asla mübalağalı ifadeler kullanmamalıdır.
- Önemli olan, şahısları göklere çıkarmak değil, o şahısların hayatlarını ortaya koyarak mayalamaya çalıştıkları mefkûreye sadakattir.
- Ortaya konulan güzelliklerin sadece önde görünen insanlara nispet edilerek haklarında mübalağalı ifadelere girilmesi bir haksızlık ve zulümdür.
Kalpteki lekeler, istiğfarla silinir
Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanlarına göre her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. (Buhâri) Esasen insanın yükümlü kılındığı mükellefiyetlerdeki temel espri de doğuştan insana verilen bu aslî fıtratı korumaktır. Yani insan, Cenâb-ı Hakk'ın kendisine ihsan ettiği fıtrat-ı asliyeyi vefat edinceye kadar korumakla mükelleftir. Zaten münciyât (insanı sahil-i selâmete ulaştıracak ameller) kategorisinde ele alınabilecek bütün emirler fıtrat-ı asliyeyi korumaya matuf olduğu gibi, mühlikât (helâk eden, felâkete sürükleyen hususlar) olarak isimlendirilen bütün haramlar da fıtrat-ı asliyeyi bozmaya sebeptir. O hâlde insan bir taraftan helâk edici günahlara karşı sağlam seralar oluştururken diğer taraftan da sürekli, sâlih amellerin peşinden koşmalı; fıtrat-ı asliyesini, kirletmeden ve deformasyona maruz bırakmadan, muhafaza etmenin yollarını aramalıdır.
İşlenen her bir günah insan tabiatı açısından bir deformasyondur. Böyle bir deformasyon yaşayan insanın yeniden formuna girebilmesi yani tabiat-ı asliyesine dönebilmesi ise ancak istiğfarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle, günahlar insan mahiyetinde olumsuz bir kısım değişiklikler meydana getirir. Öyle ki, günah ile kirlenen bir kalp zamanla kendi fonksiyonunu dahi eda edemez hâle gelebilir. Ayrıca her bir günah, insanı Allah'tan uzaklaştırır ve onu küfre yaklaştırır. İşte insanı küfre yaklaştıracak günahlardan kurtulma ve kalpte oluşan lekeleri silme ancak istiğfarla mümkün olur.
Esasında insan daha baştan günahın en küçüğüne bile adım atmama mevzuunda kararlı bir duruş sergilemelidir. Bu istikamette o, günaha düşmeyeceği temiz ve nezih ortam oluşturma gayreti içinde olmalı ve kendisini günaha sürükleyebilecek zeminlerden yılandan çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır. Bu ise ancak her günahta Cehennem'e yuvarlanıyor olma hissini vicdanında derinden derine duyan mü'min bir gönle müyesser olacaktır. Zaten günaha karşı kalpte bir tiksinti hâsıl olmuyorsa, o kalbin ölmüş olduğuna hükmedilebilir.
Haftanın Duası
Allah'ım! Hakkındaki hüsn-ü zannıma göre bana muamele ve mukabelede bulun; bağışla beni. Ey yegâne merhamet sahibi Rahman ü Rahîm ve ey tevbeye koşan günahkârları mağfiret buyuran Gaffâr u Settâr! Bendeni rahmetinle yarlığa. Dünyada ve ukbada Sensin, dostluğuna güvenilen Yüce Mevlâ ve Sensin, kendisine ümit bağlanan Mürtecâ. Rabbim! Sineme inşirah salmanı, yolumu, peygamberan-ı izamın, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu eylemini istirham ediyorum. Dualarımı kabul buyur, Rabbim!
Sözün Özü
Hakiki bir mümin, medihten hoşlanmadığı gibi, methedene karşı da içinde bir burukluk hisseden; bir manada yergiden memnun olan ve kendisini yeren kimseye hiddet etmek şöyle dursun onu, yardıma koşmuş bir dost olarak gören insandır. O, övülmenin, gönül dünyası için zararlı bir fitne olduğunu bilir. Gıybet, iftira ve bühtana girmeden, "müspet tenkit" diyebileceğimiz bir üslupla kendisini zemmedeni ise, kusurlarını hatırlatıp onlardan kurtulmasına vesile olduğu için memnuniyetle karşılar.
- tarihinde hazırlandı.