Aile İçinde Sevgi Asıldır
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, başta Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin olmak üzere torunlarına ve diğer çocuklara karşı her zaman çok şefkatli davranmış; onları zaman zaman alınlarından ve yanaklarından öpüp sevmiştir.
Onlara karşı muhabbetini ifade eden medh ü senalarda ve haklarında dualarda bulunmuştur. Bazen mübarek torunlarından birini bir omuzuna diğerini de öbür omuzuna alıp gezdirmiş; hutbe verdiği esnada mescide giren torununun tökezlediğini görünce hemen sözlerini kesip onun yanına gitmiş, onu kucaklayarak minberin üzerine oturtmuş ve hutbesine o şekilde devam etmiştir.
Evet, Şefkat Peygamberi bütün insanlara ve özellikle de çocuklara karşı çok müşfik idi; bununla beraber, O'nun iki aziz torunu Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin'e karşı hususî bir muhabbeti söz konusuydu. Şu kadar var ki, Rehber-i Ekmel'in bu sevgi ve alâkası, sadece kan bağının ve nesebî duyguların bir neticesi değildi; Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sevgisi bir yönüyle O'nun risâlet vazifesinin bir gereğiydi. Nur Müellifi'nin ifadesiyle, gayb-âşina kalbiyle dünyadan meydan-ı Haşri temâşâya duran, yerden Cennet'i gören, zeminden gökteki melekleri müşahede eden, hatta Zat-ı Zülcelâl'in rü'yetine mazhar olan ve zaman-ı Âdem'den beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlenmiş hâdisatı bilen Zat-ı Ahmediyye (aleyhissalatü vesselam) nuranî nazarı ile elbette Hazreti Hasan ve Hüseyin'in soyundan gelecek kutupları, imamları ve mürşidleri de görmüş ve onların umumu namına o ikisinin başlarını öpmüştü. Dolayısıyla, Hazreti Hasan'ın (radıyallahu anh) başını öpmesinde Şâh-ı Geylânî'nin de büyük bir hissesi vardı.
Diğer taraftan, Habîb-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, kız torunu Ümâme'ye karşı da çok şefkatli davranmış; onu da mübarek sırtına almış, kucağında taşımış ve yanaklarından öpüp sevmişti. Ebû Katâde'nin (radıyallâhu anh) rivayet ettiğine göre; Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı Zeyneb'in kerîmesi olan torunu Ümâme'yi omuzunda taşıdığı halde halka namaz kıldırmıştı. Kız çocuklarının hakir görüldüğü bir zaman diliminde ve onların horlandığı bir toplum içerisinde, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) kız torununu omuzunda taşıması ve hususiyle mescidde namaz kıldırırken onu sırtına alması çok derin manalar ihtiva etmekteydi ve büyük ehemmiyeti hâizdi.
O Bir Denge İnsanıydı!..
Aslında Efendimiz, (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) tabiatı itibarıyla şefkat ve muhabbet doluydu. Fakat O, aynı zamanda bir denge ve sırat-ı müstakim insanıydı. Dolayısıyla, O'nun umumî manada çocuklara ve hususiyle de torunlarına karşı tavır ve davranışları bir bütün olarak ele alınmalı ve o şekilde değerlendirilmelidir. Mesela; Resûl-i Ekrem'in şefkatinin yanı sıra mutlaka ciddiyeti de göz önünde bulundurulmalı ve her iki hususla alâkalı hâdiseler beraberce yorumlanmalıdır.
Aile içinde sevgi asıldır; evde hep inşirah vesilesi bir insan olmak, hane fertlerine karşı her zaman mülayim davranmak ve onları rahatlatmak esastır. Ferîd-i Kevn ü Zaman (aleyhissalâtü vesselâm) Efendimiz de hususiyle hane-i saadetlerinde ve ailesinin güzîde fertleri arasında her zaman mütebessim, müşfik ve merhametliydi. Ne var ki, misyonu ve donanımı itibarıyla, O aynı zamanda bir ciddiyet âbidesi ve bir vakar insanıydı. Ashab-ı Kiram, derlenip toparlanmadan ve Nebevî huzura yakışır bir vaziyet almadan O'nun mübarek yüzüne bakmaya cesaret edemezlerdi. Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma da böyleydi. Onlardaki hürmet ifadelerine sürekli şahit olan Hasan ve Hüseyin efendilerimiz de zamanla aynı ruh haletine bürünmüşlerdi; artık Allah Resûlü'nün atmosferindeyken onları da tatlı bir mehabet hissi sarıverirdi. Bu itibarla da, Şefkat Peygamberi ne kadar yumuşak davranırsa davransın, ne denli merhamet tavrı ortaya koyarsa koysun, O'nun muhatapları asla laubalîliğe giremezdi. Evet, Efendiler Efendisi'nin sevgi ve şefkati, kat'iyen karşısındaki insanların ciddiyeti ihlal etmelerine sebebiyet vermezdi.
Aslında, sevgiyi ve ciddiyeti bir arada bulundurma konusu, pedagojik açıdan öğretmenler için de çok önemli bir mevzudur. Öğrencilerin hissiyatlarını gözetme, onların dertlerini dinleme, başlarını sıvazlama, ellerinden tutma ve ihtiyaçlarını giderme mutlaka ehemmiyetli bir meseledir; fakat onlar karşısında ciddiyeti koruma da yine pek mühim bir husustur. Şayet bir muallim, yerli yersiz talebeleriyle futbol oynamaya kalkarsa ve onlara tekme savurursa, çok geçmeden onlar da ona tekme atarlar. Zamanlı zamansız öğrencileriyle güreş tutarsa, bir süre sonra onlar da ona kafa tutmaya başlarlar. İster anne-baba, isterse de muallim, çocuğunu ya da talebesini mutlaka bağrına basmalıdır; her zaman onun halini hatırını sormalı, dertlerine ortak olmalı, gerekirse harçlık vermeli, hatta onun için canını feda etmeyi dahi göze alabileceğini göstermeli ve sevgisini ortaya koymak için her vesileyi değerlendirmelidir; ama onun karşısındaki konumunu ve ciddiyetini de hep korumalıdır. Aksi halde, kontrolsüz sevgi ve alâkanın çocuğu şımartıp küstahlaştırması kaçınılmaz olacaktır.
- Efendimiz, bütün insanlara ve özellikle de çocuklara karşı çok müşfik idi; bununla beraber O'nun bu sevgi ve alâkası, sadece kan bağının bir neticesi değil; risâlet vazifesinin bir gereğiydi.
- Pedagojik açıdan öğretmenlerin, öğrencilerin dertlerini dinleme ve başlarını sıvazlamalarının yanında, onlar karşısında ciddiyetlerini koruma da mühim bir husustur.
- Gereksiz bir saygı ve faydasız bir terbiye anlayışıyla çocuklara sevgisini göstermemek ne kadar yanlışsa, onları yırtık hale getirecek şekilde şımartmak da o kadar yanlıştır.
Mahcubiyetle Karışık Bir Sevgi
Eskiden özellikle bazı bölgelerde çoğu zaman anne, bazen de baba kendi akrabalarının arasındayken çocuklarıyla alâkadar olmazdı.
Hususiyle anneler kayınpeder, kayınvalide ve kayınbiraderlerinin yanında çocuklarını kucaklarına alamazlardı; bu çok ayıp sayılır, bir günah addedilirdi. Bugün de bazı yörelerde hâlâ aynı âdet devam etmektedir. Aslında, bu türlü uygulamalar, gelenekten gelen bir kısım yanlışlıklardır. Şüphesiz, insanda bir utanma hissinin olması gayet tabiidir; insan utanabilir ya da yetiştiği kültür ortamından dolayı rahat davranışlardan rahatsızlık duyabilir. Mesela; kendi çocuğunu başkalarının yanındayken kaçamak seviyormuş gibi bir tavır takınabilir; fakat kayınpederi orada hazır bulunduğundan dolayı, bir annenin ağlayan ve çırpınıp duran yavrusunu kucağına almaması gibi âdetleri biraz fazla ve yanlış buluyorum.
İnsan, ciddiyet ve vakarını muhafaza etmek kaydıyla, çocuğunu sevebilir, bağrına basabilir ve alnından öpebilir. Önemli olan, işi laubalîliğe götürmemek; çocuğu şımartmamak, küstahlaştırmamak ve onun sonu gelmez isteklere açılmasına meydan vermemektir. İster yalnızken isterse de başkalarının yanında, ölçülü bir şekilde çocuğu sevmek edebe aykırı olmadığı gibi, cahilce bir tavırla değil de hikmetli bir davranışla onu kontrol etmek ve muhabbet izhar ederken bazı sınırları gözetmek de sevgiye zıt değildir.
Maalesef, gelenekten kaynaklanan bazı katı âdetlerin yerini, günümüzde bilhassa Batı kültüründen akıp gelen yırtıklıklar almıştır. Bir kısım katılıklara maruz kalarak büyüyen nesiller, başka kültürlerle tanışınca, bu defa da bazı disiplinlere bağlı olmaktan kurtulma, bir kopma ve bir yırtılma dönemine adım atmışlardır. Heyhat ki, bugünün çocuklarında ve gençlerinde de çok ciddi bir yırtıklık göze çarpmaktadır. Öyle fevkalâde bir yırtıklık ki, çocuklar, anne-babalarının veya diğer aile büyüklerinin karşısına oturup saygısızca konuşabilmekte, değişik şeylerin pazarlığını yapabilmekte ve istediklerini öyle ya da böyle koparabilmektedirler. Evet, ne acıdır ki, gereksiz bir saygı ve faydasız bir terbiye anlayışının yerini, bu defa fevkalâde bir yırtıklık istila etmiştir; bu mevzuda da ifratlar tefritleri netice vermiştir.
Evet, keşke kendi çocuklarını severken dahi hafif bir mahcubiyet duygusuna kapılan ecdadın torunları o mahcubiyeti ve sevgiyi İslam'ın bu konudaki prensipleriyle dengeleselerdi.. Dengelese ve daha rahat olma sevdasıyla sonunda yırtıklığa düşmeselerdi.
Haftanın Duası
REy recâ kapısının biricik sahibi.. ey bütün ümit ve beklentilerin yegâne mercii! Gönülden istediğimiz şeylerin tahakkuku hakkındaki recamızla sadece Sana teveccüh ediyoruz; beklentilerimizi dua kabul buyur.. af ve cömertlik denizinden üzerimize sağanak sağanak rahmet yağdır, yağdır ki Senin huzur bahşeden huzuruna emniyet ve selamet içinde varabilelim. Bütün lezzetleri acılaştıran ölüm değişik zorluklarıyla gelip çattığında, kabirde, hesap gününde, sevenlerin sevdiklerine davrandığı gibi, Sen de bize re'fet ve şefkatinle muamelede bulun..
Sözün Özü
İçimizi imanla doldurup, bizi imana doyursan.. cismaniyetimiz adına yaşamayı unutturup kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselterek, soluklarımızı meleklerin soluklarına ulaştırsan.. yolunda küheylânlar gibi coşturup, sinelerimizin çatlayacağı ana kadar da yorgunluğumuzu hissettirmesen.. milletimizi bir kere daha ayağa kaldırıp, zilletimizi sona erdirerek, devletler muvazenesinde yerimizi alma gâye-i hayaline ulaştırsan.. "N'olur ya Rab, neyin noksan olur ya Rab!"
- tarihinde hazırlandı.