Sözünün Eri Yiğitler

Doğrulukta zirve Nebiler Sultanı (sallallahu aleyhi ve sellem) hep doğru olarak yaşamış, ümmetine de daima doğruluğu tavsiye etmiştir. Bunlardan birkaçını teberrüken zikretmek istiyorum:

"Bana şu altı şey hakkında tekeffülde bulunun (söz verin) ben de size Cennet"i tekeffül edeyim:
- "Konuştuğunuz zaman doğru konuşun!
- Vaat ettiğiniz zaman yerine getirin!
- Emanette "emin" olun!
- Apış aranızı koruyun!
- Gözlerinizi harama yumun!
- Ellerinizi haramdan uzak tutun."

Evet, O hep ok gibi doğru yaşamış, doğruluğu tavsiye buyurmuş ve kendine has doğrulukla zirvelere ulaşmıştı. Elbette O, her hususta bir beşerdi. Fakat doğruluk O"nu işte böyle bir seviyeye yükseltmişti. O, bize de aynı tavsiyede bulunmakta ve, "Doğru söylemeye söz verin, hayatınıza yalan karıştırmayın, ben de size Cennet"i söz vereyim." demektedir.

Başka bir hadislerinde de şöyle buyururlar:

"Doğrulukta helâkinizi görseniz bile, daima doğruluğu araştırın. Muhakkak onda sizin kurtuluşunuz vardır."

Başka bir hadiste de şöyle ferman eder:

"Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi birr"e (iyiliğe), o da sizi Cennet"e ulaştırır. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa Allah katında sıddîklardan yazılır. Yalandan sakının. Yalan insanı fücura (günaha), o da Cehennem"e götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah katında yalancılardan yazılır."

Kurtuluş ve necat doğruluktadır. İnsan doğrulukla ölse bile bir kere ölür; hâlbuki her yalan ayrı bir ölümdür.

Ve sözünün eri sadıklar Kur"ân"da tebcil edilir:"Mü"minler içinde Allah"a verdikleri sözde duran nice erler var ki, işte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir."(Ahzab/23)

Enes b. Mâlik -ki Allah Resûlü"nün hizmetkârıdır. Efendimiz Medine"ye teşrif edince, annesi, henüz sekiz-on yaşlarında olan Enes"in elinden tutup onu Allah Resûlü"ne getirmiş ve "Yâ Resûlallah! Oğlum hayatı boyunca sana hizmet etsin." demiş ve Enes"i orada bırakıp gitmişti- işte bu Enes b. Mâlik, "Bu âyette kastedilen şahıs, amcam Enes b. Nadr ve emsalidir." der.

Sadakat Kahramanı Enes

Enes b. Nadr, Akabe"de Allah Resûlü"nü görünce O"na büyülenmiş gibi bağlanmış ve delicesine sevmişti. Fakat her nasılsa Bedir"de bulunamamıştı. Hâlbuki Bedir"in ayrı bir yeri vardı. Hatta Bedir"de bulunanlar ashab arasında nasıl seçkinse, Bedir"e iştirak eden melekler de gök ehli tarafından öyle seçkin görülürdü. Bu, Bedir"de bizzat bulunmuş ve meleklere kumandanlık yapmış Cibril"in sözüydü. Gel gör ki Enes b. Nadr bu fırsatı kaçırmıştı ve yanıp yakılıyor, gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Geldi derdini Allah Resûlü"ne şerh etti: "Yâ Resûlallah, eğer bir daha onlarla karşılaşmak nasip olursa, işte o zaman kâfirlerin benden çekecekleri var." Enes"in bu içten duası kabul olmuş ve Uhud"da küffarla karşı karşıya gelmişti...

Uhud.. Uhud deyince insanın içi burkulur. Çünkü orada yetmiş sahabe şehit edilmiştir. Kim bilir, belki de Uhud"daki bu acı hatıradan ötürü ona bir isnadda bulunuruz diye, Allah Resûlü bir gerçeği ifadenin yanında, buna önlem almış ve bir gün Uhud"un yanından geçerken, "Uhud öyle bir dağ ki, o bizi sever biz de onu severiz." buyurmuştur.

Uhud sarp bir dağdır. Fakat Uhud Savaşı o dağdan da sarp cereyan etmiştir. Her nasılsa sahabe geçici olarak nöbet yerini istenen şekilde koruyamamış, hatta mevziini değiştirmiş ve böylece Allah Resûlü"nün gösterdiği tabyanın dışına çıkmıştı. Bu muharebede Allah Resûlü de yaralanmış, mübarek dişi kırılmış, miğferi yüzüne batmış ve vücudu kan revan içinde kalmıştı. Ama her şeye rağmen O mağfiret ve rahmet peygamberi, ellerini açmış, dua dua yalvarmış ve "Allah"ım! Kavmimi bağışla; çünkü onlar bilmiyorlar." buyurmuştu.

Enes b. Nadr, Uhud günü oradan oraya koşuyor ve bir sene önce Allah Resûlü"ne verdiği sözü yerine getirmeye çalışıyordu. Çalışıyordu ama o da çokları gibi sona doğru bir noktada dolaşıyordu. Evet, vücudu delik deşik olmuş, son anlarını yaşıyordu. Dudaklarında son tebessüm, yanına yaklaşan Sa"d b. Muaz"a şu sözleri söylüyordu: "Resûlullah"a benden selâm söyle. Vallahi şu anda Uhud"un arkasından Cennet kokularını duyuyorum."

O gün nice şehitleri tanımak mümkün olmamıştı. Hamza tanınamamış, Mus"ab b. Umeyr bilinememiş, Abdullah b. Cahş"ın vücudunun parçaları bir araya getirilince ancak hakkında "O"dur." diye hüküm verilebilmişti. Enes b. Nadr da aynı durumdaydı. Kız kardeşi gelmiş, kılıcı tutan eline -ki ihtimal tek oradan yara almamıştı- bakıp onu tanımış ve gözleri dolu dolu, "Bu, Enes b. Nadr, yâ Resûlallah!" diyebilmişti.

İşte âyet, bu civanmerdi anlatıyordu. O, verdiği sözde durdu. "Ölesiye savaşacağım." dedi ve öldü. Ölüm dahi onu sözünde yalancı çıkaramadı.

Âyetin onu anlatması, onun, inananlara da bir örnek olması içindir. Evet, "Lâ ilâhe illallah" dedikten sonra, her fert bu denli o kelimenin muhtevasına sadık kalmalıdır ki, din harap, iman serâp, şeâir de pâyimâl olmasın...

Enes b. Nadr ve Enes b. Nadrlar sözlerinde durdular. Sözlerinin eri ve dosdoğru olduklarını ispatladılar. Çünkü onlar derslerini, Kâinatın Efendisi Muhammedü"l-Emîn"den almışlardı. O nasıl doğru ve emindi, dostları da aynı şekilde doğru ve emindiler...

Özetle
  • Doğrulukta zirve Nebiler Sultanı hep ok gibi doğru yaşamış, ümmetine de daima doğruluğu tavsiye etmiştir. Elbette O, her hususta bir beşerdi. Fakat doğruluk O"nu insanlığın zirvesine yükseltmişti.
  • Enes b. Nadr, Akabe"de Efendimiz"i görünce O"na büyülenmiş gibi bağlanmış ve delicesine sevmişti. Fakat her nasılsa Bedir"de bulunamamıştı. Bu yüzden yanıp yakılıyor, gözüne bir türlü uyku girmiyordu.
  • Enes, Uhud günü oradan oraya koşuyor ve Allah Resûlü"ne verdiği sözü yerine getirmeye çalışıyordu. O da çokları gibi sona doğru bir noktada dolaşıyordu. Vücudu delik deşik olmuş, son anlarını yaşıyordu.
Günah, Hayaline Bile Girmesin

Allah Resûlü, bir hadislerinde, insanın kötülüğe niyet edip yapmadığı zaman, bir sevap kazanacağını; başka bir hadislerinde ise fenalığa niyet edip yapmadığı halde günah kazanacağını bildirir.

Bu iki hadiste kastedilen mânâ telif edildiği zaman, birinci hadisin bizim gibi avam insanlara karşı söylenmiş; ikinci hadis-i şerifin ise Allah tarafından bol bol lütuflarla serfiraz kılınmış ve o lütuflar helezonunda yükselmiş insanlara yöneltilmiş bir hitap olduğu anlaşılır. Çünkü o insanın fenalıkları zihninde tasavvur etmesi bile, Allah"a kurbiyetle telif edilemeyeceğinden o, aksi bir hükümle cezalandırılır. Yine önemli (önemli olduğu kadar kudsî) bir mekânda bulunup kendilerinden sadece okuma, düşünme, iman ve Kur"ân hizmetinde çalışmakla Allah"a kurbiyet kesbetme beklenen insanların, bu türlü fısk u fücura girmesi, çarşıya-pazara çıktıklarında gözlerine dikkat etmemeleri, Allah"ın kendilerine karşı onca hıfz, himaye ve kelaetine saygısızlık olacağından, daha büyük tokatlara sebep olabilir. Onlar, bu türlü şeylere maruz kaldıklarında, şeytandan bir ok yemiş gibi hemen Allah"a teveccüh etmeli ve, "Estağfirullah Ya Rabbi!" demelidirler...

Bir diğer husus da şudur, kasdî ve iradî olmaksızın, vazife icabı bu türlü şeylere tevessül eden Müslümanlar hakkında sû-i zan etmemiz hiçbir zaman doğru olmaz. Zira bu insanlar, vazife icabı toplumun içine girmekte ve görevlerini ancak bu şekilde yürütebilmektedirler. Dolayısıyla, "Toplumun içinde kalıp da ondan gelenlere katlanmak, tek başına olmaktan daha hayırlıdır." hadisi, onlar için bir sığınak sayılabilir. Böyle bir hayır arama düşüncesiyle, ister okulda talabe ya da hoca olarak görev yapsınlar, ister çarşıda esnaflık, isterse başka yerde çalışsınlar, kasdî olarak bu türlü şeylere tevessül etmedikleri müddetçe, tıpkı sokakta gezerken paçalara sıçrayan çamurun namaza engel olmadığı gibi bu durum da onlar için sorumluluk vesilesi olmaz.

Fakat bir mecburiyet olmadan, kasdî ve iradî olarak bu tür günahlara kapı aralanırsa, o zaman da Cenâb-ı Hak burada sormasa bile, âhirette sorabilir; dünyada sorulması ehven; ahirette sorulması ise daha eşed/şiddetlidir. Dolayısıyla, özellikle Cenâb-ı Hakk"ın has dairesi içinde bulunan kişilerin, içtimaî münasebetlerinde olabildiğince dikkatli olmaları ve iktisat etmeleri gerekmektedir. Bu sebeple bu mevzuda hassasiyet gösterenleri hafife almak kesinlikle doğru değildir.

Haftanın Duası

Ey, varlığı canlarımızın cânı, nûru gözlerimizin ziyası Yüce Varlık! Sen tenlerimize can vermeseydin, bizim çamurdan, balçıktan ne farkımız olurdu.! Sen gözlerimize ziya çalmasaydın, kâinatları nasıl değerlendirebilir ve Seni nasıl bilebilirdik.! Sana kâinatın zerreleri adedince hamd ü senâda bulunsak, yine de hakkıyla şükretmiş sayılamayız... Ey Güzeller Güzeli! Gönüllerimizi güzellik duygularıyla mamur kıl ve bize her zaman güzel kalmanın yollarını göster!

Sözün Özü

Hayal, tıpkı tefekkürde olduğu gibi, azme, ideale.. ait hususlarla ilgili olduğu zaman iyi ve faydalı; çirkin ve çirkef şeylere ait olduğu zaman da kötü ve zararlıdır. Hususiyle genç dimağlarda hevesata ait hayal ve tasavvurlar, onları öyle fenalıklara sürüklerler ki, bir daha kendilerini toplamaları çok zor olur. Bu bakımdan, her günah içinde küfre giden bir yolun olduğu gibi, içinde fesat ve fücur olan her hayal de sahibini fıska ve dalâlete çekip götüren zihnî bir gulyabânidir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.