Anlamını Bilmek, Duaya Derinlik Katar
Bir duayı, manasını da anlayarak okumak daha engin mülahazalara açılmaya ve daha derin hislerle dolmaya vesile olur. Bazı ifadeler vardır ki, okuyan ya da dinleyen insanın yüreğini ağzına getirir.
Hususiyle, Hak dostları daha önce kimsenin söylemediği ve hiç matbaa mürekkebi görmemiş sözler söylerler. Onlar aşk u iştiyaklarını, Allah'a karşı o kadar saygılı, üslup itibarıyla o kadar ince ve Mevlâ-yı Müteâl'e o kadar layık bir eda ile seslendirirler ki, o ifadeler karşısında kalbinizin ritmi değişir, bayılacak gibi olursunuz ve kendinizi yere atarsınız.
Hazreti Şah-ı Geylanî'nin Evrâd-ı Kudsiye'sini ilk defa okuduğum zaman bana çok tesir etmişti. Adeta kendimden geçmiştim; Hazret'in Cenâb-ı Hak'la münasebetine, O'na içini döküşüne ve Rabb-i Rahim'e hitap ederken seçtiği kelimelere hayran kalmıştım. Hacı Kemal Efendi, duadan çok etkilendiğimi görünce hemen yanıma gelmiş ve "Hocam, size o kadar tesir eden dua hangisi?" demişti. Evet, gönlün sesi-soluğu olan o sözler karşısında müteessir olmamak elde değildi.
Bu açıdan, okunan evrâd ü ezkârın manalarını bilmek, insana engin bir ruh haleti kazandırır; yakarış heyecanlarını tetikler, konsantrasyonun temin edilmesini sağlar ve dudaklardan dökülen kelimelerin dilden değil gönülden kopup gelmesine zemin hazırlar. Bu itibarla da, keşke herkes okuduğunu anlasa, o büyük insanların hissiyatlarına ortak olsa ve o derin manalarla dolup manen doysa.. bu arzulanan bir neticedir. Ne var ki, böyle bir anlama söz konusu olmayınca, yapılanın hiçbir işe yaramadığını düşünmek de kat'iyen doğru değildir. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri ve Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in duaları zatında nuranî olan ifadelerdir. "El-Kulûbu'd-Dâria" isimli dua kitabında yer alan sözlerin çoğu, Kur'an-ı Hakîm'den ve İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (aleyhi ekmelüttehaya vetteslimat) dualarından mülhemdir; ayet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden alınmış, format değişikliği yapılarak farklı bir şekilde yeniden seslendirilmiştir. Dolayısıyla, biz onların manalarını hiç bilmesek de, abdestimizi alır, kıbleye dönerek oturur, saygılı durur, gönlümüzü Cenâb-ı Hakk'a tevcih eder, huzur-u kalble o duaları okur ve Allah Teâlâ'ya karşı bir dilenci edasıyla ellerimizi açarsak umulan sevaba ulaşırız.
Evet, dualardaki derin manaları his, akıl ve mantığımızla yakın takibe alıp onlardan azamî istifade etmemiz için Arapçayı anlamak ya da o virdlerin Türkçe meallerini okumak lüzumludur ve bu olsa çok iyi olur; fakat o olmayınca, duanın hiçbir fayda sağlamayacağını zannetmek de yanlıştır. Bir kere, manası ister anlaşılsın isterse de anlaşılmasın, duayla meşgul olmanın kendisi bir teveccühtür; dua ile değerlendirilen zaman da başlı başına bir teveccüh vaktidir. İnsan, arzularını yalnızca Allah Teâlâ'nın is'af edebileceğine, ihtiyaçlarını sadece O'nun giderebileceğine inanır ve bu inançla Cenâb-ı Hakk'a yönelirse o müddet zarfında onun kalbi, hisleri, latifeleri çok istifade eder, ihsasları dua boyunca demlenir ve insan huzurda bulunuyor olmanın lezzetiyle zaman zaman kendinden geçer. Dolayısıyla, tazarru ve niyaz yine kâmet-i kıymetince eda edilmiş olur; kazandıracağı mükâfatı yine kazandırır ve okuyan kimseyi Allah'a yaklaştırır.
Arapça kadar Türkçeyi de iyi bilmek gerekŞüphesiz, daha baştan heyecanı tetikleme, konsantrasyonu temin etme, kalb ve ruhun yanı sıra akıl ve mantığı da besleyip doyurma açısından, takip edilen virdlerin mealinin okunması çok faydalı olacaktır. İnşaallah ileride, Arapça ile beraber Türkçeyi de iyi bilen ve her iki dildeki temel espriye vakıf olan bir arkadaşımız, bazı yerlerde derkenar yaparak, bir kısım haşiyeler (şerhler, açıklamalar) düşerek el-Kulûbu'd-Dâria'yı tercüme edebilir. Bir cümledeki kelimelerin tek başlarına bulundukları zamanki anlamlarını değil de, cümle içindeki konumlarını, diğer sözcüklerle bir araya geldikleri zamanki manalarını ve üzerlerine yüklenen mazmunları (nükteli, sanatlı, ince sözleri) nazar-ı itibara alarak; bir de, "Bu mefhumu Türkçe dile getirseydim, nasıl ifade ederdim?" ölçüsüne bağlı kalarak o güzel duaları dilimize çevirebilir.
Evet, el-Kulûbu'd-Dâria gibi kitapları ya da onlardaki bazı metinleri Türkçeye çevirirken, deyimleri, atasözlerini ve bazı hususi tabirleri dilimizin temel esprisi ve genel özellikleri açısından değerlendirip, dil zevkimize uygun şekilde manalandırmak da çok önemlidir. Mesela, bir velinin, "Allah'ım, halimi Senin bilmen, benim onu şerhetmeme ihtiyaç bırakmıyor!" şeklindeki sözünü, kelimesi kelimesine tercüme etmek yerine, "Halim sana ayan, söze ne hâcet!" diyerek Türkçeye aktarmak daha hoş düşebilir. Bu açıdan, harfi harfine mana vermeye çalışmamak ve kelimelerin ilk anlamlarına takılıp kalmamak gerekir; çünkü Kur'an-ı Kerim meallerinin bazılarında olduğu gibi, kelime kelime tercüme meseleye darlık getirir; sözün ruhunu ve cümlenin ışığını söndürür. Öyleyse, anlatılmak istenen hususu ve o sözün maksadını kendi dilimizde nasıl ifade ediyorsak, onu o şekilde meallendirmek, en azından parantez içinde belirtmek icap eder. Böylece, dua edecek olanlar, önce okuyacakları yerlerin Türkçesine bakarlar, sonra da Arapçasını okurlar.
Özetle- Bir duayı, manasını da anlayarak okumak daha engin mülahazalara açılmaya ve daha derin hislerle dolmaya vesile olur. Bazı ifadeler vardır ki, okuyan ya da dinleyen insanın yüreğini ağzına getirir.
- Okunan duaların manalarını bilmek, insana engin bir ruh haleti kazandırır; yakarış heyecanlarını tetikler ve dudaklardan dökülen kelimelerin dilden değil gönülden kopup gelmesine zemin hazırlar.
- Dualardan azamî istifade etmemiz için Arapçalarını anlamak ya da Türkçe meallerini okumak lüzumludur ve bu olsa çok iyi olur; fakat o olmayınca, duanın hiçbir fayda sağlamayacağını zannetmek de yanlıştır.
Şayet, inanan insanlar bir dua kitabındaki duaları paylaşır ve manevî bir halka yapmış gibi her gün belli bir sıraya göre okurlarsa, o zincire dâhil olan herkesin amel defterine o dua kitabının tamamını okumuş olma sevabı yazılır.
Bu hakikat, İhlâs Risalesi'nde misalleriyle anlatılır; dört beş adamdan, biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip iştirak niyetiyle bir lâmbayı yaksalar, onlardan her birinin tam bir lâmbaya mâlikmiş gibi istifade edeceği ve aydınlanacağı ifade edilir. Hazreti Üstad, bu misali verdikten sonra mealen şöyle der: "...Aynen öyle de, uhrevî amellerde ihlâs, kardeşlik ve birlik sırrı ile dayanışma ve ortak iş üretimi meydana gelir. Neticede, o ortaklıktan hâsıl olan bütün sevaplar, iştirakçilerin her birinin amel defterine eksiksiz olarak yazılır. Bu husus hakikat ehlince tespit edilmiştir. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin enginliği ve kereminin bolluğu bunu gerektirir." Demek ki, bin kişinin dâhil olduğu bir halkada yer almak, hasenât defterine o bin adamın hepsinin sevabını kaydettirmeye vesiledir. Bu itibarla, böyle büyük bir manevî şirketten hisse alma ve o şirketin kârına ortak olma çok mühim bir meseledir.
Bu sebeple bizler, M. Lütfî Hazretleri'nin,
"Ey tâlib-i feyz-i Hudâ gel halkaya, gir halkaya!
Ey âşık-ı nûr-i Hudâ gel halkaya, gir halkaya!"
Davetine icabet ederek, bir manevî şirkete de biz başvurmalı ve halkadaki yerimizi almalıyız.
Hasılı; dua halkaları, kalbî ve rûhî hayata sıçrama faslı gibidir.. Herhangi bir halkada gönüllerini göklere bağlamış ve kendilerini uhrevîliklere salmış zâkirler, ötede kim bilir ne kevserler ne kevserler içeceklerdir. Adanmış ruhlar, "Yakaran Gönüller"in dua halkasından hiç ayrılmamalı, ruh haleti itibarıyla bast (inşirah, neş'e ve sevinç) anlarında başkalarına şevk kaynağı olmalı, kabz (gönül darlığı) yaşadıkları zamanlarda da dostlarının kanatlarıyla uçmalı; fakat ne yapıp edip yol yorgunluğunu tazarru ve niyazla aşmaya çalışmalıdırlar. Halkanın dışında kalanlar, dışta kalmış sayılırlar; -hafizanallah- zamanla heyetten de kopup ayrılırlar. Halkanın içinde bulunanlar ise Allah Teâlâ'nın bütün halkaya teveccühü ölçüsünde sevaptan nasipdar olurlar. Onlar kalb ve ruh ufku itibarıyla tutukluk yaşadıkları anlarda bile, dâhil oldukları halkadaki arkadaşlarının sînelerinden kopup gelen inanç ritimli sesler ve rikkat yüklü iniltiler sayesinde haşyetle dolar ve canlılıklarını hep korurlar.
Haftanın DuasıYüce Mevlâ'mız! Senin masum kullarına adavet besleyen amansız ve emansızların elleri bize uzanamasın! Şayet, kendilerini kin, haset, düşmanlık ve zulüm gibi çirkin sıfatların mahbusu haline getirmiş o tali'sizlerin hidayetini murad buyuruyorsan en kısa zamanda onların kalblerini de İslam, Kur'an ve iman istikametinde yumuşat! Yok eğer ıslahları kâbil değilse, çirkin ve menfur emellerine ulaşmalarına asla fırsat verme!.
Sözün Özü
Kur'an tilavet ederken, O'nun enginliğine yakışır bir ruh haletini yakalamaya çalışmalıyız. Sormalıyız kendi kendimize: ruh var mı, mana var mı benim okuyuşumda? İhlas var mı, Kur'an saygısı var mı? Telaffuz ettiğimiz her kelimeyi duyarak seslendiriyor muyuz? Eğer, bütün bu sorulara "evet" cevabı veremiyorsak, "Kolunu-kanadını kırdın İlahî kelamın." diyerek nefsimizin başını ezebiliyor muyuz?
- tarihinde hazırlandı.