Allah, Kulları Arasında Ayırım Yapmaz
Kulun hidayeti de dalaleti de Cenab-ı Hakk'ın meşietiyle gerçekleşir. Peki, burada -hâşâ-bir haksızlık söz konusu mudur? Her şeyden önce şunu ifade etmeliyim ki, Allah, eğer kulları arasında bir ayırım yapsa, kimsenin "Niçin ayırım yaptın?" demeye hakkı yoktur.
Allah mülkün yegâne sahibidir ve mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Cenab-ı Hak, her şeyi kabza-i tasarrufunda tutan bir Mâlikü'l-mülktür. O'na karşı insanın hiçbir şey demeye hakkı yoktur. Aslında, böyle bir soru şöyle de sorulabilir: Cenab-ı Hak bir insanı hidayete erdirdikten veya dalalete attıktan sonra kendi adet-i sübhanisi açısından hangi prensibe göre muaheze edecektir? Zira Allah Hâkim-i mutlaktır. Kendisi insanı nehyettiği şeyin içine itiyorsa acaba dalalete itmesi hangi hikmete binaendir ve hangi isminin muktezasıdır?
Evet, Allah (celle celâluhu) dilediğini hidayete sevk eder, dilediğini de dalalete düşürür. Bu hakikat, Kur'an-ı Kerim'in mükerrer yerlerinde zikredilir. Bu hususta meşiet-i ilahi esastır. Hidayet ve dalalet Allah'ın yaratmasıyladır; sebebiyet, kulun mübaşeretiyledir. Ancak bu mevzuda kulun mübaşereti o kadar önemsizdir ki, adeta hiç hesaba katılmamakta ve doğrudan doğruya hidayetin yaratılması zat-ı ulûhiyete isnat edilmektedir.
İsterseniz konuyu biraz daha açalım: Mesela, insan yemek yeme ve su içme ameliyesini yapar. Yemek ve içmekle onun bedenindeki hücrecikler içine giren çeşitli protein ve vitaminler gidip yerlerini alırlar ve bunlar bedende kendilerine ait fonksiyonları ifa ederler. Bütün bu hususlar öyle hassas hesaplara göre cereyan eder ki, insanın sadece lokmayı ağzına koyması bu işleri halletmeye yetmez. İnsana lokmayı ağzına koyması için gerekli olan eldeki kuvvet, kafadaki plan ve daha değişik şeyler Allah tarafından verilmiştir. İnsan lokmayı ağzına koyar; Allah tükürük bezlerini harekete geçirir, onun ağzını ıslatır. Ağızda daha yemek ıslanırken beyne haber gider ve hemen oradan mideye "Şöyle bir yemek geliyor. Ona göre gerekli olan asiti ifraz et." diye mesaj gönderilir. Bunun üzerine midedeki bütün fakülteler faaliyete geçer ve mide kendine ait fonksiyonu eda etmeye başlar. Daha sonra bağırsaklara bir mesaj gönderilir ve orada bir kısım lüzûcetli şeyler çeşitli sert asitlerle halledilir. İnsanın bütün bunlarda hiçbir dahli yoktur. Selülozlu şeyler bağırsaklarda ayrı bir vazife görür. Bazı şeyler insan vücudunda bunları eritecek enzimler olmadığı için erimez, dışarı atılır. Bütün bunların hepsi fevkalade bir nizam içinde cereyan eder. Aksi takdirde insanın bağırsaklarında bir kısım problemlerin meydana gelmesi kaçınılmaz olur. İnsan, ağzına lokmayı koyduktan sonra bu lokma ağza girdiği andan itibaren vücutta faydalı hale gelinceye kadar bin ameliye görür ve bütün bu ameliyeler içinde denebilir ki insanın hiçbir dahli yoktur.
'Ben yaptım' demek nankörlüktür
Şimdi nankör biri kalkıp da, "Bütün bu faaliyetlerin hepsini ben kendi irademle yaptım" dese Allah'ın icraatında kendini ona şerik saymış olmaz mı? Oysaki bunun yerine o şöyle demelidir: Ben ağzıma lokmayı koydum, birdenbire esrarengiz bir mekanizma gaybi bir el tarafından çalıştırıldı. Binaenaleyh bu lokmanın halledilmesi mevzuunda, herhalde benim hiçbir dahlim olmadı. Görüldüğü gibi bu mevzuda insanın irade ve meşieti o kadar cüz'idir ki, bu işleri ona isnat etmeye imkân yoktur.
Hidayet meselesine gelince, o öyle mühim bir meseledir ki, onda insanın en küçük bir dahli yoktur. Mesela siz çok defa, bir kalb inşirahı ve inbisatı içinde içinizi döküyorsunuz. Nâfizü'l-kelim ve olabildiğine müessir bir üslupla anlatacağınız şeyleri anlatıyorsunuz. Ancak bir türlü muhataplarınıza müessir olamıyorsunuz. Ne kadar arzu ediyorsunuz ki, namaza durduğunuz zaman kendinizden geçesiniz. Vecd ve istiğraklar içinde kendinizi unutasınız. Dünya ve mâfihayı elinizin tersiyle itip O'na yönelesiniz; ama buna muvaffak olamıyorsunuz. Allah, bazen istediklerinizi lütfetse de her zaman olmaz; olması O'nun meşietine bağlıdır.
İman zevki, aşkı ve onun hazzı, cennet iştiyakı ve Cenab-ı Hakk'a yönelmeye teşne olma keyfiyeti öyle ilahi bir ihsandır ki, Allah bunu sadece dilediklerinin ruhuna ifaze eder de etmedikleri mahrum kalır. Onun için Sadüddin Teftezani bu mevzuu tarif ederken, "İman, insanın cüz'î iradesini kullanması suretiyle, Allah'ın insanın içinde yaktığı bir şem'adır." der. Şem'ayı yakan Allah'tır ve insanın bunda dahli gayet cüz'idir. Evet, insan cüz'i iradesini kullanır; düğmeye dokunur, Allah da onun hayatını tenvir eder.
İnsan, ağızdaki lokma örneğinde olduğu gibi bu meseleyi de öyle kabul mecburiyetindedir. "Vemâ teşâûne illa en yeşâallah - Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (İnsan Sûresi, 76/30; Tekvir Sûresi, 81/29) Evet işin çoğu O'na aittir. İnsana ait olan o kadar küçüktür ki, bunu görmezlikten gelerek bütüne sahip çıkmak Allah'a karşı büyük bir su-i edep ve cüretkârlık olur.
- tarihinde hazırlandı.