İbadet şekillerindeki farklılık
Soru: Hazreti Âdem’den bu yana hak olarak gönderilen dinlerdeki ibadet şekliyle bugün bizim yaptığımız ibadet şekli arasında fark var mıdır?
Esasen ibadet şekli insanların fikir, ruh ve kalbî yapılarının terakkisine bağlı bir husustur. İbtidâî toplumlarda sıfat ve esma anlayışı daha basit seviyede olduğundan onların, Allah’ın büyüklüğünü bizim kavradığımız seviyede kavramaları düşünülemez. (“Biz” derken, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetini kastediyorum.) Mesela, sizin elinizden tutup sizi bütün sistemleri görebileceğiniz bir noktaya çıkarsalar ve yine elinizden tutarak atomlar âleminin içinde gezdirseler; keza sizi kanınızın alyuvarlarına, akyuvarlarına bindirip kalbinizin çalışmasını gösterseler –ki, biz bunların hepsini günümüzün âlât ü edavatıyla görebiliyoruz. Mesela, teleskopla büyük âlemleri, mikroskopla da küçük âlemleri temaşa edebiliyoruz. Kısaca en büyük ve en küçük âlemlerde dolaşabiliyoruz– neticede de şüphesiz ki biz, Allah’ın bu icraatları karşısında O’nun büyüklüğünü her hâlde de daha şuurlu ve köklü bir irfan ve iz’âna bağlı daha engince düşünebiliyoruz.
Evet, yüksek makamları ihraz etmiş bir insanla bu tür meseleleri basit plânda ele alan bir çoban arasında büyük farklar olması kaçınılmazdır. İsrailiyat olarak nakledilen bir kıssa vardır. Bu kıssada bir çoban anlatılır. Hazreti Musa, bu çobanı şu şekilde münacat ederken görür. Çoban: “Ey kerem sahibi Allah’ım, neredesin ki sana kul olayım; çarığını dikeyim, elbiseni yıkayayım… Yüce Rabbim sana süt ikram edeyim. Bütün keçilerim sana kurban olsun.” gibi Zât-ı Ulûhiyet’e isnadı caiz olmayan sözler söyler.[1]
Böyle bir çobanın ilâh telâkkisini ele aldığımızda, onun ulûhiyet mevzuunda çok ileri gidip derin düşünemeyeceği açıktır. Asrımızda ise bütün meseleler o kadar vuzuhla ortaya konmuştur ki, bu asrın insanının ilmi, irfanı ve iz’ânı karşısında ulûhiyet anlayışını düşündüğümüzde böyle bir anlayış kendine göre kulluk ister. İşte ümmet-i Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu irfana göre geniş çapta ve geniş dairede bir kullukla vazifelendirilmiştir.
Hazreti Âdem’den Efendimiz’e kadar kademe kademe değişse de, onlara kendi anlayış, kendi irfan ve iz’ânlarına göre vazifeler verilmiştir. Bizimki daha köklü, daha derin, fakat –şayet ubûdiyetten namaz kılmayı, el açıp yalvarmayı anlıyorsak– ubûdiyetin aslında bir değişme olmadığı kanaatindeyim. Çünkü Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberlikle serfirâz kılınmadan önce de şu anda bizim yaptığımız ibadetlere benzer ibadetler yapıyorlardı. Mesela, Kâbe’yi tavaf ediyor, namaz kılıyor ve Allah’ı anıyorlardı. İbadet için halktan uzak bir yere çekiliyor ve “tehannüs” yapıyorlardı. Gâr-ı Hira ufkundaki hazırlık dönemiyle alâkalı hadis-i şeriflere bakılabilir.[2]
[1] Mevlâna, Mesnevî 2/396-399
[2] Buhârî, bed’ü’l-vahy 3; Müslim, îmân 252.
- tarihinde hazırlandı.