Fasl’ın Mahiyeti
Başlangıçta, nefsin cismâniyet üzerindeki hâkimiyetine karşı koyarak, insanî melekelerin öne çıkarılmasıyla başlayan fasıl, kalbin hakîkî matlup ve maksûd olan Zat-ı Ulûhiyet'le münasebeti ölçüsünde O'nu anıp O'nunla meşgul olmak suretiyle başka alâkaların gevşeyip çözülmesine; O'nun muhabbetiyle oturup kalkma sayesinde başka sevgilerin sönüp gitmesine -O'ndan ötürü sevmeler yine O'na râcîdir- O'nun mehâfet ve mehâbet iklimine sığınarak başka endişe ve korkulardan kurtulmaya; ümit ve beklentilerde sadece ve sadece O'na yönelerek, herkesten ve her şeyden alâkayı kesip, O'nu görmek, O'nu bilmek, O'nu söylemek ve O'nda fâni olmakla devam eder gider...
Bu itibarla faslın başlangıcı, iradî olarak Allah'a yönelip bütün dünya ve ukbâ endişelerinden sıyrılmak.. ortası, böyle bir cehd ve gayreti bir daha aklına getirmeyecek şekilde ruhundan söküp atmak -zira, böyle bir faslı görüp hatırlamakta dahi varlık kokusu hissedilmekte ve "Lâ havle velâ kuvvete -illâ- billah" gerçeğinden gaflet olunmaktadır.. a'lâsı ise, hakîkî varlık ve müessiriyet açısından, bütün bütün ikiliğe karşı kapanarak O'nun mülâhazasıyla erimek, irade ve onun müktesebatını da sıfât-ı Sübhaniye'nin birer yansıması şeklinde duyarak ve hissederek, sürekli vahdet nurlarıyla müstağrak yaşamaktır ki; bazı mizaçlar bu mertebeye erince küllîyi cüz'îye, gölgeyi asla karıştırarak "vahdet-i vücud"dan dem vuragelmişlerdir. Aslında, onların bu hissi olsa olsa bir zevk-i şühûd olabilir; ama katiyen "vücud" olamaz.
- tarihinde hazırlandı.