Muhabbet ve İltifat
Muhabbet seviyeleri farklı dahi olsa, O’na aşk u iştiyakla yönelen herkes, alâkasının seviyesine göre mukâbele ve iltifâta mazhar olur. Birinciler, husûsî rahmet ve inâyet bulurlar O’nun kapısında.. ikinciler, celâlî ve cemâlî sıfatların idrâk ufkuna ulaşır, beşerî boşluklardan ve karanlıklardan kurtulurlar.. üçüncüler, O’nun vücudunun nurlarıyla ziyâdâr olup eşyânın hakîkatına uyanır ve varlığın perde arkasıyla münâsebete geçerler. Yani Cenâb-ı Hakk evvelâ, sübühât-ı vechiyle tecellî edip, sevdiği kimselerin cismânî ve zulmânî sıfatlarını yakar-yıkar, sonra da cemâlî nurlarıyla onları, sem’ u basar gibi ilâhî sıfatlar dairesine alır; damlayı derya, zerreyi de güneş yapar. Yani onları, benlik ve nefisleri cihetiyle acz u fakra uyarır, yok oldukları iz’ânına ulaştırır ve gönüllerini Zât-ı Ulûhiyetin envâr-ı vücûduyla doldurur.
Bu mazhariyete eren muhib, varlık ve yoklukla izâh edilmeyen bir ebedî hayâta erer ve ateşte kızarmış bir demirin, ateş olmadığı halde, kendini ateş zannedip "ben ateşim" dediği gibi, o da duyuş ve sezişlerini bu türlü hulûl ve ittihâd şâibeli sözlerle mırıldanır. Bu türlü durumlarda esas olan göz açıklığı ve sünnet mîzanlarıdır. Ama; hâle mağlup, müşâhede ve hazlarıyla mahmûr Hakk erleri, bazen bu gerçeğe muhalif beyanda da bulunabilirler. Bu gibi durumlarda insaf ve onların niyetlerini araştırmak, aceleden hüküm vermemek çok önemlidir. Aksine, insan farkına varmadan "Kişi sevdiğiyle beraberdir" [2] sözüyle maiyyet-i ilâhiyyeye mazhar pek çok kimseye düşmanlık beslemiş ve "Men âde lî veliyyen" kudsî hadîsinde ifâde buyurulduğu gibi, Allah dostlarına düşmanca tavır almakla, Allah’a karşı ilân-ı harp etmiş olur. [3]
[3] Buhârî, Rikak, 38.
- tarihinde hazırlandı.