Mücahede ve Cihad-ı Ekber (Büyük Cihad)
Riyazet, irşad, tebliğ veya maddî cihadla alâkalı yazılmış hemen her eserde "Allah uğrunda tam hakkını vererek cihad edin!" (Hac, 78) gibi ayetler serlevha yapılarak, mücâhede bu umumî espri içinde ele alınmıştır. Ne var ki, burada biz daha çok cihad-ı ekber üzerinde durmak istiyoruz:
Cihad-ı ekber veya sofiyece mücâhede -başta da işaret ettiğimiz gibi- nefs-i hayvanînin çirkin ve sevimsiz isteklerine, şeytanın sinsi vesveselerine, cismaniyet ve bedenin aşırı arzu ve dayatmalarına karşı birer iradeli varlık olduğumuzu ortaya koymak, his, şuur, idrak ve kalb-i insanînin bir diğer unvanı sayılan "latife-i Rabbaniye"ye karşı da saygılı olma savaşını vermektir. Evet, işte bu mânâda bir cihad, cihadların en büyüğüdür; böyle bir büyüklüğü ihraz eden insan da Allah nezdinde, kadri yüce, O'nun maiyetine mazhar olma mânâsına çok büyük sayılabilir. Zira, nefis ve bedenin arzularına bu ölçüde baş kaldırıp ömrünü, rıza hedefli, ihlas yörüngeli, ibadet ü tâat, zühd ü takvâ dairesi içinde devam ettirebilmek, düşman hattında, gülle, bomba altında hasımlarla yaka-paça olmaktan daha zor olsa gerek... İşte böyle bir zorluktan ötürüdür ki, Allah Rasûlü (s.a.s.), bir gazâdan avdet ederken: "Küçük cihaddan büyük cihada döndünüz" (el-bağdadî, tarihu Bağdad 13/523; el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ 1/424) buyurarak, ashabını böyle çok önemli bir meselede irşad etmek istemiştir. Bir başka defa da "Gerçek mücâhid, Allah rızası yolunda kendi nefsiyle mücâhede eden kimsedir" (Tirmizî, Fedâilü’l-cihad 2; Müsned 6/20) tembihiyle, cihad-ı ekberin, şeytan ve hevâ-i nefisle mücâdele etmekten ibaret olduğuna dikkatleri çekmiştir.
- tarihinde hazırlandı.