Müşâhedenin Dereceleri
Müşâhedenin de mükâşefe gibi kendi içinde birbirinden farklı dereceleri vardır. Bu dereceler, hakikati temâşâ adına, değişik kabiliyetlerin kıymet ölçülerine göre, onlara tahsis edilmiş birer rasathane mesâbesindedir. Bu rasathanelerden, herkes, imanının enginliği, yakîninin derinliği ve gönlünün vüs'ati ölçüsünde alış verişe mazhar olur ve müşâhede ile şereflendirilir.
Bu derecelerin birincisi; ilim, iman hakikatiyle beslenen marifet müşâhedesidir ki bu noktaya ulaşan sâlik, vicdanındaki güçlü yakîni sayesinde, idrak ufkuna sürekli, ilim televvünlü "vücud" nurlarının aktığını hisseder ve derin bir iştiyakla "Hazretü'l-cem"e yürümeye başlar.
İkincisi; müşâhede-i muâyenedir ki, bu ufka ulaşan ârif, delil ve müşâhedeleri aşarak, Hazret-i Esmâ ve Sıfât'ın asliyetinde eriyerek kendi zılliyetinin şuuru ile zıllî-şuhûdî bir tevhide erer ve artık gözü başka bir şey de görmez. Bu makâmla alâkalı, "Mîzanü'l-İrfan" Sahibi şunları söyler:
"Keşf-i zâtî var ki bir âlî makâm
Orda geçmez sikke-i nakd-i kelâm.
Kim ederse o makâmda tâk-ı bâb,
Hep nidâ-i "len terânî"dir cevâb...
Hâl-i Musâ'dan verilirse nişân,
Bir tecellî-i celalîdir hemân.."
Üçüncüsü; müşâhede-i cemdir ki bu zirveyi tutan ârif-i kâmil, müşâhedeye inkılâb etmiş iman ve yakîni sayesinde bütün Esmâ-i Hüsnâ ve Sıfât-ı Kudsiye'yi câmi "Hazreti Vücud"un onu cezbi ve nâsutiyetini ifnâsıyla, doğrudan doğruya, ukbâ nazarıyla, Hâlık'ı, Mabud'u, Rabb'i, Vâcid'i, Mucid'i ve Ziyâ-i vücudu kim olduğunu bilir, bulur ve bütün bütün ağyar münasebetlerinden kurtulur.
Bu makâm münasebetiyle Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri: "Müşâhede, kalblerin safâsı vaktinde ilâhî nurlar sayesinde idrak olunan gaybın tecellisinden ibarettir" buyurur. Mîzanü'l-İrfan Sahibi de bu mülâhazayı şöyle ifade eder:
"Ger tecelli eylese Sultan-ı Zât,
Mahvolur tavr-u vücud-u kâinat.
Olsa Mahbub-u Hakikî cilveker,
Hiç kalır mı zıll-i zulmetten eser..!
Gerçi burda remzeder bazı zevât
Berk-i Zât'ı zannederler aynı Zât..."
Haddizatında böyle bir yaklaşım, asliyetle zılliyeti birbirine karıştırma ve zevkî, hâlî, vicdanî bir temâşâyı, Zât-ı Hakk'ı müşâhede sanmaktır ki, bu da apaçık bir iltibas demektir. Aşağıdaki mısralar, böyle bir iltibasdan sızmış küçük bir-iki katredir:
"Eğer sana, Hakk'ı tanıyan iki göz verildiyse, iki cihanı da Dost'la dolu gör! Biz her ne kadar katre isek de garîk-i deryayız.. her ne kadar zerre olsak da bütün bir güneşiz."
- tarihinde hazırlandı.