Batıdaki İçtimai Sarsıntılar Milletimize Sirayet Etti
Batıdaki kaynaşmadan, yıkılıştan bize ne; "âb-ı pâk'e ne zarar vakvaka-i kurbağadan?" diyecekler çıkabilir. Ama, iş, hiç de öyle olmadı. Oradaki sarsıntı, bizi de yerle bir etti. Setler yıkıldı; köprüler çöktü; sular perişan oldu. Câmi de gitti, mihrabı da... Bu kızıl kıyametin dışında kalamadık... Keşke kalabilseydik. Asırlar boyu geliştirdiğimiz, olgunlaştırdığımız topyekün kıymetlerimizle, bu büyük vakuma mukâvemet edemedik ve yutulduk. Yutulduk ama, kesen, biçen, çiğneyen kendi dişlerimiz oldu.
Sonra, yıllarca ağlayıp nâlân olduk, "sirişk-i çeşmimiz" (1) çağlayanlardan farksız akıp gitti... Eski hâlimize, yitirdiğimiz ikbâlimize, anadan babadan yetimler gibi ağladık. Dost vefaya yanaşmıyor, düşman cefadan doymuyor; talih zebun, bizler bitik, inledik durduk. Üstümüzde enînden bir bulut, çevremizde feryaddan bir lücce. (2)
"Git vatan! Kâ'be'de siyaha bürün!
Bir kolunu Ravza-i Nebîye uzat!
Birini Kerbelâ'da Meşhed'e at!
Kâinat'a o hey'etinle görün!" Namık Kemal
deyip gecelere dert döküp inledik, feryaddan şekvâlarla bir yüce dergâha "arz-ı hâl" eyledik. Evet, her şeyin sahibine bel bağlayıp, bacak kadar hâlimizle minare kadar ümîtler arkasına düşdük, şîr-i jiyan'ın (3) etrafa "savulun" diyeceği günün ümitleriyle. İnanıyorduk ümidimize fer verene, dizimize derman getirene; milletimize, insanımıza... Kalbimize indirdiğimiz her mızrabda iyimserliğin nağmelerini duyuyor, gözümüzün önünde dirilişimizi kutlayan ışıkların yanıp söndüğünü görüyorduk.
"Âbisten-i sefâ u kederdir leyâl hep
Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar..." (4)
[2] Lücce: Engin deniz
[3] Şîr-i jiyan: Yaralı arslan
- tarihinde hazırlandı.