Amellerin Temessül Etmesi
"O gün her nefis yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de. O, kötülükle kendisi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah sizi kendisinden (emirlerine karşı gelmekten) sakındırıyor. Allah kullarına şefkatlidir." (Âl-i İmran, 3/30) mealindeki ayet de bu hakikati ifade ediyor.
"O gün herkes ne amel etmişse onu hazır bulacak. Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, gönülden bir kere Allah diyen, mescide gelen, Huzur-u Rabbü'l- âleminde başını yere koyan, Kulun Allah'a en yakın olduğu hal, secdedir"[1] hadisiyle anlatılan durumu kazanan bir insanın bütün bu amelleri belli bir âlemde temessül eder, kendilerine has şekil ve keyfiyetlere bürünürler... Ve insan da bunları orada, başının ucunda hazır bulur. Berzah âleminde bu çizgide cereyan eder. Onun bu cereyan şekli haşirde, sıratta da devam eder ve Cennetle sona erer. "Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür." (Zilzâl, 99/7) ayetiyle anlatılan temessülü o gün bütün vüzûhuyla ortaya çıkar..
Kur'an ferman ediyor: "Her insanın amelini boynuna doladık; kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız." (İsra, 17/13)
Herkesin arkasına takılan ve sahibinden ayrılmayan bir kitabı vardır. Hiç kimse, hayır ve şer herşeyi içinde muhafaza eden kitaptan kurtulamaz. Herkesin kitabı gerdanlık gibi boynuna takılmıştır. Âlem-i şehâdette yapılan şeyler aynıyla gerdanlık olamayacağına göre, yaptığımız her iş, her amel âlem-i misâle ait keyfiyetiyle boynumuza takılacaktır. Nasıl olacaktır? Havadaki ses ihtizazları gibi mi? Elektromanyetik dalgalar gibi mi? Eşyanın bir kısım ses, şekil, renk ve keyfiyetleri imtisas etmesi (absorbe) gibi mi? Her şeyin eşyanın içinde muhafaza edilmesi gibi mi? Keyfiyeti bizim için meçhul; ama varlığında zerrece şüphe yok. "Sırların açığa çıkacağı gün" (Târık, 86/9) bu defterdekiler ortaya dökülecektir. Keyfiyetini bilemiyoruz; ama ne çıkar? Biz misallerle meseleyi çözmeye çalışıyoruz. Zaten Kur'an da, "Ve lillâhi meselü'l-a'lâ; en yüce misaller Allah içindir" (Nahl, 16/60) diyerek bize misal vermeyi öğretmiyor mu? Evet burada Zat-ı Ecelli Â'lâyı tanıma mevzuunda da misal verilebileceğine işarette bulunuluyor. Misallerin en alîsi 0'na ait ve biz misallerle meselelerimizi vüzûha kavuşturmaya çalışıyoruz.
Kabirde ameller temessül eder. Rasulü Ekrem (s.a.s.): "Namaz nur, sadaka bürhandır"[2] buyuruyor. Namaz bir nur, sadaka ise bir burhan halinde temessül eder. İki bahadır civanmert gibi insanı muhafazaya çalışırlar.
Bir başka hadislerinde de yine bu manaya işaretle şöyle buyururlar: "Cenaze mezara konduğu zaman kendisini teşyi edenlerin daha ayak sesleri kesilmemiştir ki, melekler gelir kendisine soru sorarlar. Tam o dakikada nûrânî bir şey gelir onun baş ucuna oturur. Bu onun namazıdır. Bir başka nûrânî şey ayak ucuna oturur. Bu onun sair hayrat ve hasenatıdır. Bir başka nûrânî şey onun sağ tarafına oturur. Bu onun orucudur. Bir başka nûrânî şey sol tarafına oturur bu da onun zekatıdır. Bunlar, sağdan ve soldan kabrin onun kemiklerini sıkmasına (canını yakmasına), sıkıntılar hasıl etmesine karşı onu korurlar."[3]
"Kabir amellerin çeyiz sandığıdır" Bir gelinin çeyizlerini içine koyduğu sandık gibi, ebedi vatanımız ve baba yurdumuza gittiğimiz zaman, namazımızı, orucumuzu, zekâtımızı, hayrat ve hasenatımızı orada temessül etmiş olarak bulacağız.
Mükafatları Verecek Olan Ancak Allah'tır
Allah'ın gönderdiği rehberler sayesinde vazife ve sorumluluklarımız da artık bâriz ve beyyin; onlar da bir aydınlık içinde. Namaz kıldığımız zaman ne yaptığımızı biliyoruz. Onu mü'minin miracı, kalplerin nuru ve sefine-i dinin dümeni olarak görüyoruz. Onunla Allah'a yaklaştığımıza ve başımızı yere koyduğumuz an O'na en yakın hâle geldiğimize inanıyoruz. Oruç tuttuğumuz zaman, "Oruç Benim içindir; sevabını da bizzat Ben veririm" vaad-i sübhânîsiyle ümitleniyor; sevabını sadece Allah'tan bekliyor ve mükafâtını alacağımız hususunda da asla şüpheye düşmüyoruz. Hacca giderken, yeniden bir doğuş ve diriliş yaşama, günahların ağırlığını Arafat'ta döküp yüklerden kurtularak geri dönme duygularıyla dopdolu olarak yola koyuluyor ve Rahman'ın misafirlerinin mutlaka misafirperverlik göreceklerine itimad ediyoruz. İşte bütün bu inanç, ümit ve uhrevî beklentiler, hem sorumluluklarımız, hem mesuliyetlerimiz ve hem de umduğumuz mükafâtlar adına bize gayet açık, oldukça net ve çok güzel manalar fısıldıyor.
Korku ve ahiret endişesinin derecesi imanın derecesini de gösterir. "Rab'lerine döneceklerine inandıklarından kalbleri titreyenler, O'nun yolunda mallarını harcayanlar.. evet, işte onlardır hayırlara koşanlar ve o işlerde öne geçenler!" (Mü'minûn sûresi, 23/60) meâlindeki âyet münasebetiyle, Hazreti Aişe validemiz buyurur ki: "Bu âyet nâzil olunca 'âyette zikredilenler, zina etme, hırsızlık yapma, içki içme gibi haramları irtikap edenler midir?' diye Rasûlullah'a sordum. Allah Rasûlü, 'Hayır yâ Âişe, âyette anlatılanlar, namaz kılıp, oruç tutup sadaka verdiği halde, kabul olup olmadığı endişesiyle tir tir titreyenlerdir.' buyurdular." Bu hadis-i şerifte de görüleceği üzere, hakiki mü'minler hayır ve hasenât adına koşar durur, daima salih amellerde bulunurlar ama amellerinin kabul olup olmadığı hususunda da sürekli endişe yaşar; yapıp ettiklerine asla güvenmezler. Şu kadar var ki, bu endişe onları ye'se atmaz, bilakis, daha çok gayret göstermeye, hayır ardında daha fazla koşturmaya sevk eder.
[1] Müslim, Salat 215; Nesei, Mevâkit 35; Tatbik 78; Tirmizi, Deavat 118
[2] Nesei, Zekat 1; Müslim, Taharet 1; Tirmizi, Cuma 80; Deavat, 85; İbni Mace, Taharet 5
[3] Abdürrezzak, Musannef, 3/582-583
- tarihinde hazırlandı.