Tasavvuf
Tasavvuf; sofî ve mutasavvıfların Hakk'a ulaşma yollarına verilen bir isimdir. Tasavvuf, hakikat yolunun nazarî yanını, dervişlik de amelî cephesini ifade eder. Ayrıca, tarikatın nazarî tarafına "ilm-i tasavvuf", amelî yanına da "dervişlik" denilmiştir. Erbâb-ı hakikatten bazılarına göre tasavvuf, Cenâb-ı Hakk'ın insanı nefis ve enaniyet cihetiyle öldürmesi ve envâr-ı zâtiyesiyle ayrı bir diriliğe ulaştırmasıdır. Diğer bir ifadeyle, insanı kendi iradesiyle yok edip, irade-i hâssası ve ihtiyâr-ı ehadiyesiyle hareket ettirmesidir. Tasavvufa bir diğer yaklaşım ise, insanın her türlü ahlâk-ı zemîmeyi gidermesi ve ahlâk-ı âliyeyi ikame etmesi istikametinde sürekli mücâhede ve murâkabe şeklindedir.
Tasavvuf mevzuunda, Hz. Cüneyd'in ifadesi; "fenâfillâh" ve "bekabillâh"ı hatırlatır mâhiyettedir. Şiblî'nin sözleri ağyâr endişesine kapılmadan maiyyet-i ilâhiyede bulunabilme şeklinde hülâsa edilebilir. Ebû Muhammed Cerîr'in beyânı ise, her zaman kötü huylara karşı tavır almak ve ahlâk-ı haseneyi avlamak, sözleriyle özetlenebilir.
Tasavvufu, eşyâ ve varlığın ruhuna nüfûz etmek, hadiseleri mârifet eksenli yorumlamak ve Cenâb-ı Hakk'ın her icraatını O'nu rasat etmeye bir menfez kabul edip, kemmiyet, keyfiyet ve tasavvurlar üstü bir iç müşâhede ile, ömrünü, O'nu temâşâ edebilme peşinde geçirmek ve her hâlükârda O'nun, bizi görüyor olduğu mülâhazasıyla hep iki büklüm yaşamak, diye yorumlayanlar da olmuştur.
Bu ayrı ayrı tariflerden şöyle toplu bir netice çıkarmak da mümkündür: Tasavvuf, bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılarak, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır.
Tasavvufun esası, zâhiren şeriat âdâbına riâyet, bâtınen de o âdâba vukuftur ki, bu iki kanadı sıhhatli kullanan sâlik, zâhirde olan ahkâmı bâtından görür, bâtında olan ahkâmı da zâhirde duyar ve yaşar. Böyle bir müşâhede ve duyuş sayesinde o, hedefe hep edeple yürür ve ona yakın dolaşır.
Tasavvuf, mârifet-i rabbâniyeye açık bir yol ve bir ciddiyet mesleğidir. Onda lâubâlilik ve hezlin yeri yoktur. Nasıl olabilir ki, o mesleğin esası, çiçek-kovan arası gelip giden arılar gibi sürekli mârifet nakşetmeye.. ağyârdan kalbi temizlemeye.. nefsi tabiî temâyüllerinden alıkoymaya.. bedenî ve cismânî arzulara karşı olabildiğince kapanmaya.. her zaman rûhâniyata açık bulunmaya.. ömrünü, Hz. Rûh-u Seyyidi'l-enâm'ın çizgisinde sürdürmeye.. Hakk'ın istekleri karşısında kendi murâdâtından vazgeçmeye.. Hakk'a intisâbı en büyük pâye bilip O'nun huzurunu soluklamaya dayanır.
Burada, tasavvufun; temeli, mevzuu, faydası, esası ve erkânı üzerinde durmak da îcâp eder:
Tasavvufun temeli, dînin esaslarına sımsıkı sarılıp, emir ve yasaklarına da hassasiyetle riâyet ederek, açlığa, uyanıklığa mülâzemette bulunup, elden geldiğince nefsin haz duyduğu şeylerden mücânebettir.
Tasavvufun mevzuu; insanın, kalbî ve rûhî hayat seviyesine çıkarılması, kalbin tasfiyesi ve letâifin merci-i aslîlerine yönlendirilmesidir.
Tasavvufun faydası; insanın melekî yanlarının inkişaf ettirilmesi, icmâlî ve mübtediyâne imanın bir kere de keşfen ve zevken duyulup yaşanmasıdır.
Tasavvufun esası; ibadet ü tâate devamla, sathî olan kulluk şuurunun, derinleştirilerek insan tabiatının önemli bir yanı hâline getirilmesi ve insan için ikinci bir fıtrat sayılan rûhânîliğin elde edilmesiyle, dünyanın kendisine ve bizim heveslerimize bakan fâni yüzüne karşı bütün bütün kapanarak, ukbâya ve esmâ-i ilâhiyeye bakan çehresine uyanmaktır.
Tasavvufun erkânına gelince, onları da şöyle sıralamak mümkündür.
1- Nazarî ve amelî yollarla hakikî tevhide ulaşmak..
2- Hz. Kelâm'ı dinleyip anlamanın yanında Hz. Kudret ve İrâde'nin emirlerini de okuyup temâşâ etmek..
3- Hak sevgisiyle dolup-taşmak ve O'ndan ötürü de, bütün kâinâta "mehd-i uhuvvet" nazarıyla bakarak herkesle ve her şeyle hüsn-ü muâşerette bulunmak..
4- Her zaman îsâr ruhuyla hareket ederek, elden geldiğince başkalarını nefsine tercih etmek..
5- Murâd-ı ilâhîyi kendi murâdâtının önünde tutarak, ömrünü "fenâfillâh", "bekabillâh" zirvelerinde sürdürmeye çalışmak..
6- Aşk u vecd ve cezb ü incizaba açık bulunmak..
7- Simalarda sineleri duyup anlamak ve hadiselerin çehresinde ilâhî esrârı okumak..
8- Mânevî sefer niyetli ve hicret mülâhazalı uhrevîlikleri çağrıştıracak yerlere seferler tertip etmek..
9- Meşrû dairede zevk ve lezzetlerle iktifâ edip, gayr-i meşrû daireye adım atmama mevzuunda kararlı olmak..
10- Tûl-i emel ve onun menşei olan tevehhüm-i ebediyete karşı sürekli mücadele ve mücahede içinde bulunmak..
11- Dîne hizmet ve bütün insanlığı Hakk'a ulaştırma yolunda bile olsa, kurtuluşun, yakîn, ihlâs ve rızâ yolundan geçtiğini bir an dahi hatırdan çıkarmamaktır.
Ayrıca bu hususlara şunları da ilâve edebiliriz: Zâhir ve bâtın ilimlerle mücehhez olma ve bir kâmil insanın rehberliğine sığınma.. bu son iki husus Nakşîler arasında ayrı bir önem arz eder.
Burada "tasavvuf" deyip, tasavvuf düşünüp, tasavvufu yazarken, dervişlik ruhunun icmâlî mânâsını ihtivâ eden; ve ahlâk, edep, zühd kitaplarının da esası sayılan, hatta bir mânâda kalblerin Hakikat-i Ahmediye ile iltika noktası kabul edilen, seyr u sülûk-i rûhânînin işaret kristalleri de diyebileceğimiz aşağıdaki hususlara temas etmeden geçemeyeceğiz:
Bu hususların başında, "Benim gözlerim uyur, ama kalbim uyanıktır"[1] beyânıyla irtibatlandıracağımız.. ve "İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar"[2] beyânına esas teşkil eden "yakaza" gelir. Sonra da onu tevbe, inâbe, muhasebe, tefekkür, firar, i'tisâm, halvet, uzlet, hâl, kalb, hüzün, havf, recâ, huşû, zühd, takvâ, vera', ibadet, ubûdiyet, murâkabe, ihlâs, istikamet, tevekkül, teslim, tefvîz, sika, huluk, tevâzu, fütüvvet, sıdk, hayâ, şükür, sabır, rızâ, inbisât, kasd, azim, irade, mürîd, murâd, yakîn, zikir, ihsan, basîret, firâset, sekîne, tuma'nîne, kurb, bu'd, mârifet, muhabbet, aşk, şevk, iştiyak, cezbe, incizap, dehşet, hayret, kabz, bast, fakr, gınâ, riyâzât, tebeddül, hürriyet, hürmet, ilim, hikmet, himmet, gayret, vilâyet, seyr, gurbet, istiğrak, gayb, kalak, vakit, safâ, sürûr, telvin, temkin, mükâşefe, müşâhede, tecelli, hayat, sekr, sahv, fasl, vasl, fenâ, beka, tahkîk, telbîs, vücud, tecrîd, tefrîd, cem', cem'u'l-cem' ve tevhid takip eder ki, bu kitapçıkta icmâlî mânâlarıyla dahi olsa, bunları tanımanın mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Her şeyin doğrusunu yalnız Allah (c.c.) bilir ve doğru yola hidayet etmek de O'na mahsustur.
Sızıntı, Ağustos 1994, Cilt 16, Sayı 187[1] Buhârî, teheccüd 16; Müslim, salâtü'l-müsâfirîn 125
[2] Hz. Ali ve Süfyan es-Sevrî gibi bazı İslam büyüklerine dayandırılan bu söz için bkz. Aliyyü'l-Karî, el-Masnû' 1/199; el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ 2/414, 525; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-evliyâ 7/52
- tarihinde hazırlandı.