Hz. Peygamber'in Geçmişle Alâkalı Haberleri Nübüvvetinin ve Risâletinin Delilleridir
1. Tarih, bir ilim dalıdır. İlk bakışta çok kolay gibi gelse de ona daha derin ve köklü bakıldığında ne kadar zor ve müşkil bir ilim dalı olduğu anlaşılacaktır. Çünkü tarih laboratuvarlarda tecrübe edilemez; tecrübî ilimler gibi çabuk neticeye gidilemez. Geçmiş hâdiseleri, tarihî vak'aları ve o vak'aların kahramanlarını yeniden sahneye çıkarıp film seyrediyor gibi seyretmemiz mümkün değildir. Bu sebeple, tarih hakkında bildiklerimiz, bir bakıma dokümanların ortaya koyduğu ve kitapların anlattıklarından ibarettir. Ayrıca, kişileri değerlendirmek sadece hâdiselere veya görgü şahitlerinin sözlerine bağlı bulunduğundan gerçek niyetler ve maksatlar saklanabilmektedir.
Bir tiyatro düşünün: Sahnede oyuncular, sahne gerisinde yapımcı rejisör, senarist ve karşıda seyirciler. Bir de, bu oyunun gerçek sahneleyicileri... Şimdi iç içe buudlu bu oyunu yalnızca seyredenlerin ağzından ya da kaleminden dinlediğinizde, neyi ne kadar kavrayabilirsiniz? Diğer taraftan her seyircinin anlayışı, idraki, aktarışı ve değerlendirişi farklı olmayacak mıdır? Sonra, oynayanların niyeti, oyunu sahneye koyanların hüviyeti ve maksadı seyirci tarafından ne kadar bilinebilir?
Basit bir sahne oyununda durum böyle olursa bir de çok karmaşık ilişkilerin, akıl almaz tezgâhların, yani şahların ve piyonların, iplerin ve ipleri tutanların; cüceleri dev, devleri cüce görme ya da gösterme gayretleri bahis mevzuu olduğu sürece, sahnedeki hâdiseleri gerçek yüzleriyle öğrenip değerlendirmek mümkün olmayacaktır. Gözümüz önünde cereyan eden vak'ları anlamada bu denli zorlanırsak, tarihin karanlıklarında yatan hâdiseleri nasıl isabetli değerlendireceğiz ki..!
2. Eldeki vesikaların güvenilirliği, vereceğimiz kararın isabetine daima doğru orantılı olarak tesir edecektir. Hâlbuki eski tarih hakkında güvenilirlik açısından hiç de müspet konuşmak mümkün değildir. Onun içindir ki, tarih çeşitli çarpıtmalardan mahfuz kalamamaktadır. Bırakın uzağa gitmeyi, bugünkü hâliyle Tevrat ve İncil'e bakıverin; ismet ve iffetlerine meleklerin dahi gıpta ettiği o baştacı insanlar hakkında neler neler bulacaksınız.
Tahrif dahi olsa, içinde semavîlik bulunan kitaplar böyle olunca, bütünüyle beşerî boşlukların mahsulü kitaplar acaba ne durumdadır? Ve insan bu kitaplardan elde edeceği malumatla, doğruyu nasıl yakalayacaktır. Veya bulduğunun doğru olduğunu nereden bilecektir?
İşte bunlar ve bunlar gibi pek çok mesele eski-yeni tarihî hâdiseler hakkında, isabetle karar ve hüküm vermenin ne denli zor bir iş olduğunu gayet açık göstermektedir.
Elimizde Buhârî, Müslim ve diğer hadis kitapları gibi sağlam senetlere müstenit tarihî kaynaklar yok ki kesin hükümler verebilelim. Evet, elimizde mevcut kaynaklardan istifade ile de tarihî gerçeklere yol bulmanın imkânsızlığı ortadadır.
3. En doğru tarihî malumat, en doğru insanın haber verdiğidir. Gelmiş ve geçmiş bütün insanlar içinde, hatta düşmanlarının tasdikiyle dahi en doğru insan Hz. Muhammed'dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Öyleyse en doğru haber de O'nun naklettikleri olacaktır. Bu kaziyye ve hüküm karşısında itiraz edecek hiçbir akıl sahibi yoktur ve olamaz. Ancak, O (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiçbir tarihî eser veya kitabı okumak yoluyla öğrenmiş değildir. Zira okuma-yazma bilmediği herkesçe bilinmektedir.
Hem, kendi devrinde Hıristiyan ve Yahudi âlimlerinden yüzlercesi, O'na Tevrat ve İncil'de anlatılan hususlardan nice sorular sormuşlar ve hep doğru ve muknî cevaplar almışlardır. Bazen aralarındaki ihtilaflı noktaları şerh ve izah ederek, onlara en doğru şekilde malumat vermiştir.
Hem, O Zât (sallallâhu aleyhi ve sellem), ne kendisine sorulan sorulara cevap verirken duraklayıp düşünüyor, ne de böylesi konuşmalar için bir hazırlık yapıyordu. Böyleyken, geçmiş peygamberlerin hayatını ve ümmetlerine ait kıssaları; onların konuşma tarzlarına, içlerinde besledikleri duygu, his ve psikolojik durumlarına varıncaya kadar teferruatıyla anlatıyordu. Ayrıca, anlattıklarını tarihî hikâyeler ve tarihte kalmış hâdiseler olarak değil, Hz. Âdem'de (aleyhisselâm) tecellî eden temel insanî fıtrat ve karakter kıyamete kadar değişmeyeceği için, peygamberlerin ve ümmetlerinin yaşadıkları hayatı ve başlarından geçenleri içtimaî, insanî ve tarihî birer düstur, birer kanun ve kıyamete kadar tekerrürle yaşanacak birer hakikat ve ibret sahneleri olarak takdim ediyordu. Bu basit bir takdim de değildi. Aynı zamanda fevkalâde bir mânâ zenginliği, eşsiz bir belâgat ve fesahat, görülmemiş bir üslûp inceliği, beyan selâseti ve edebî güzellik de taşıyordu.
O'nun geçmiş ümmetlere ait verdiği haber ve malumatın hiçbiri, on dört asırdır yapılan ilmî araştırmalar ve arkeolojik kazılarla yalanlanamamış, hatta tam tersine her geçen gün yeni yeni buluşlar ve gelişmelerle doğrulanmıştır.
Evet, kendisinden asırlar öncesini asırlar sonrasına, tam bir doğruluk ve mükemmel bir üslûpla nakleden bu ümmî Zât'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) önünde bir kere daha "Enneke Resûlullah" diye eğilmekten kendimizi alamıyoruz.
4. Dünya milletlerinin yüzlerce yıldır kabul edip baş tacı yaptığı bir veya bir kaç kitabı "Eksiltmeler ve ilâveler var; ayrıca, çeşitli yanlışlıklarla da malul." diyerek tenkit etmek istiyorsanız, böylesine önemli ve zor bir iş kesin delillere dayandırılamazsa, tenkit edilen değil tenkit eden yara alır ve gözden düşer. Onun için böyle bir tenkit gelişigüzel yapılamaz. Gerçek bu iken, okuma-yazması olmayan Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), hem kendi zamanındaki hem de gelecekteki ilim adamları ve ilmî mahfiller karşısında, Tevrat ve İncil gibi, hem de ilâhî kaynaklı mukaddes kitapları tenkit edip, doğrularını tasdik, yanlışlarını ve muharref yanlarını tashih etmesi, O'nun nebi olmasından başka neyle izah edilebilir?
5. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirip, hem de cihana meydan okuyarak tebliğ ettiği Kur'ân'da anlatılan Âd, Semûd ve İrem kavimlerini, içinde yaşadığımız şu asrın ortalarına kadar tarihçiler inkâr ediyor ve böyle kavimler var olmamıştır iddiasında bulunuyorlardı. Ne zaman ki Batlamyus Tarihi bulundu; kendilerince Kur'ân'ı yalanlama cüretine kalkışan o tarihçilerin ağızları açık kaldı ama ne yazık ki, kibir ve gururlarından kalbleri ebedî hakikate bir türlü açılamadı.
- tarihinde hazırlandı.