Yeni Dünyalara Doğru
Yıllar var ki, biz kurtuluşu hep batıda ve batılıda aramışızdır. Hatta o, kendi iç buhranlarıyla kıvrım kıvrım kıvrandığı bedâheti, sıradan insanlar tarafından sezildiği dönemlerde bile biz bu teslimiyetçi tiryakilikten vazgeçememişizdir. Vazgeçmek bir yana, yerinde onun teknolojik başarıları, yerinde de boş fantazyaları -sanırım göz bağcılıkları demek daha uygun olur- karşısında, apışıp kalmış ve küçük dilimizi yutmuşuzdur. Bir de, batı hayranlığını bir tutku, bir huy haline getirenlerin durumu var ki, o, bütün bütün şaşırtıcı, şaşırtmadan da öte utandırıcı.. bunlar, batı ile münasebetlerinde o denli ileri giderler ki; âdeta onu semâvileştirip yanılmaz, yanıltmaz tek örnek olarak görür ve onun sorgulanmasına kat'iyyen tahammül edemezler.
Bizde, bu bön yığınların büyük çoğunluğunu okur-yazar takımı teşkil eder.. ve bu mes'ele aynı zamanda milletimiz için bir züldür ve üzerinde ne kadar durulup düşünülse değer. En az bunun kadar önemli bir mevzû da, bizim bu şaşırtıcı halimizi başkalarının nasıl karşıladığı ve karşılayacağı keyfiyetidir. Şayet biz, vaslına erilmez bir yâr-ı bîvefâdârın, aşk-ı memnû'u uğruna yüzelli seneden beri sürdüregeldiğimiz bir öldürücü maratonu ve ruhumuzda hummâlaşan visâl arzusunu, elin oğlu hafife alıyor, istihzâ ediyor ve gülüp geçiyorsa; oturup kendi kendimizi yeniden sorgulamamız icap etmez mi? Ama, ne gezer; tahkirin en utandırıcısına, tezyifin en lâubâlicesine hem de yüz defadan fazla mâruz kaldığımız halde, hâlâ o şımarık dünyaya şirin görünme, ona yakın olabilme, onunla bütünleşme gibi hayaller peşinde koşuyor ve bu hedefsiz, ufuksuz maratonda bir şeyler kazanacağımızı vehmediyoruz.. oysa ki, her merhalede ayrı bir mefistoya ruhumuzu peyliyor, benliğimizi zaafa uğratıyor ve özümüzden bir şeyler kaybediyoruz.
Evet, keşke bu uzun ve muhataralı yolda, batı ile visâle erme uğrunda bütün tarîhî değerlerimizi fedâ eden, içimizdeki bu özüne yabancı ve mağrûr ruhlar, âleme peşkeş çektikleri onca değerlerimiz karşısında, hiç olmazsa kayda değer bazı şeyler elde edebilselerdi..! Heyhât, elden çıkardıkları onca şey karşısında elde ettikleri sâdece çalımdı, gururdu, bencillikti, ihtirastı, serâzâd ve çakırkeyif yaşama felsefesiydi, gayrı meşru kazanç usulleri, kazanç iştihâlarıydı... Aslında, insanı gayeleştiren ve onun ötesindeki bütün değerler mâverâsına kapanan bir dünya ve onun kara-kura insanlarından başka bir şey de beklenemezdi.
Kaldı ki batı, bir-iki asırdan beri, kendine verdiği bu yeni manânın, yani maddeyi esas almanın, insanı putlaştırmanın ve insan merkezli bir dünya tesis etmenin doğurduğu bunalımlarla iç içe ve inim inim yaşadı. Şu anda da o, dün binbir ihtimamla fizik ve mantık üzerine kurmaya çalıştığı hâlihazırdaki medeniyetin "arş-ı vücûd"undan sûr sesi geldiğini duydukça iliklerine kadar ürperiyor ve korkuyla tir tir titriyor. Tabiî her medeniyet gibi batı "uygarlığı" da bir sadme ve birkaç krizle devrilip yerle bir olması beklenmemelidir. Ne var ki, bu yeni batı medeniyeti, yürüdüğü yol itibariyle çoktan ölüm koridoruna ve ölüm turnikesine girmiş sayılır. Çünkü bu medeniyet maddeyi tanıdığı, cismaniyetiyle insanı değerlendirdiği, tabiatı keşif ve kâinatı hallaç ettiği, nihayet bugünkü teknik ve teknolojik başarıları ölçüsünde, insanı özüyle ve hakiki yüzüyle manâlandıramadığı.. değişik sahalardaki keşif ve tespitleri seviyesinde onun derinliklerine dalamadığı, varlık ve eşyâya yaklaşımı "olanı" anlamadan ibaret kalıp "olması lâzım geleni" sezemediği, hatta böyle bir şey düşünmediği için maddesi itibariyle anomali doğmuştur; manâsı itibariyle de ölü...
Tâ baştan bu dünyanın kurulmasında esas teşkil eden unsurlardan mantık, bağrında diyalektik felsefeyi ve muğalatayı yetiştirdiği; fiziğin biricik semeresi ise, sayesinde toptan imhanın ne demek olduğunu öğrendiğimiz "atom bombası" oldu. Şimdilerde mantık gibi, fiziğin de kötü ellerde, nelere sebebiyet verdiğini ve vereceğini görüp hisseden günümüzün insanı, bütün politik gücünü, bu canavarın dişini kırmaya ve dişinin dibindeki zehiri almaya harcıyor. Bakalım çağın frankeştaynları, kendi elleriyle hazırlayıp insanlığın içine saldıkları, onunkinden binbeter çağın hortlaklarını zabt u rabt altına alabilecekler mi..?
Bugün, insanlığın birkaç asırlık kemikleşmiş problemlerine çâre arayan ve yeni bir dünyanın rüyâlarıyla yatıp-kalkan batı, küre-i arzın âdeta büzüldüğü, mesafelerin daraldığı, milletlerarası temasların sıklaştığı ve dünyanın muhabere ve muvâsala itibariyle küçük bir köy haline geldiği şu günlerde olsun, bütün tarih boyu bir bölge medeniyeti olarak kalan kendi "uygarlığını" şimdiye kadar kendine zıt gördüğü, dolayısıyla da uzak durduğu, başka medeniyetlerden, hususiyle de İslâm medeniyetinin o canlı ve nurlu dinamiklerinden yararlanarak daha beşerîleştirmesi ve daha derinleştirmesi gerekmez miydi? Batı şimdiye kadar bunu yapamadı ve hep bir ölüm girdabı etrafında döndü-durdu. Ne varki onun sonuna kadar böyle bir çıkmazda kalacağı da düşünülemez; bir gün mutlaka ya bir çıkış menfezi bulup kurtulacak veya temerrütlerinde ısrarı yüzünden zamanın dişleri arasında çiğnenip gidecektir.
Zimamdarlarımız itibariyle bizim durumumuzla batı arasında bir fark olduğu da söylenemez; en son çıkmaza kadar, körebe oynuyor gibi, gözleri bağlı onu takip eden bizdeki resmî ideolojinin temsilcileri, şayet bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, artık kadavralaşmış ve gerilerin gerisinde kalmış batı medeniyeti modeli karşısında, yine şaşkın, yine hayran, yine idealsiz, yine ibda' ve inşa gücünden yoksun ve başkalarının alkışçısı olarak kalacaklarsa, bunların da, zamanın kazdığı çukurlardan birine yuvarlanıp gitmeleri kaçınılmaz olacaktır.
Yıllardan beri bizi istedikleri gibi oynatan ve istedikleri istikâmete sevk edenlerin ellerinden kurtulmak için henüz vakit geçmiş değil; hatta düne nispeten bugün, şartlar daha da müsait sayılabilir.. ve buhranların, sınıf kavgalarının, sistem mücadelelerinin, bir teneffüs fasılası nispetinde kapı araladıkları da söylenebilir... Bundan önceki asırlarda, insanı sadece beden olarak ele alan sistemler, kitlelere yeni bir dünyadan söz edip onların iştihâlarını kabartmış, başlarını döndürmüş; bilhassa gençleri, his ve heveslerinden yakalayarak sokağa çekmiş, hatta bu umumî curcunada, içi geçmiş bir kısım kart entellere bile, gençlik aşısı ruh hâletiyle, akla-hayale gelmedik şeyler yaptırtmışlardı. Düşünce, idrak ve şuurunu yeninin câzibesine kaptırmış yığınlar, kendilerine vazedilen şeylerin olup olmayacağına bakmadan ve uğrunda sokaklara döküldükleri meselelerin yararlı veya zararlı olduğunu muhakeme etmeden ateşe koşan kelebekler gibi önü alınmayan bir arzu ile gidip gidip kendilerini ateşlere attılar.. ve tabiî bu arada eski diye, nice eskimez şeyleri de kendileriyle beraber mahvettiler.
Şimdi bütün dünya ve topyekûn insanlık kanlı gözlerle, bir zamanlar, acımadan zamanın seline attığı o eski şeyleri -estağfurullah- eskimeyen değerlerleri, bir bir bulup çıkarma hummâsını yaşıyor.. ve eğer insanoğlu bütün bütün insanî melekelerini kaybetmemişse, ki kaybetmediği ümidini taşıyoruz, yıllar öncesi gerdanından söküp attığı o değerler kolyesini "doğrusu bu yolculuğumuzda bir hayli yorgun ve bîtâp düştük" 18/62 ufkuna ulaşınca mutlaka elde edecek ve aynı noktada Hızır'la buluşup "âb-ı hayata" erecektir.
Bütün insanlık, bu buluş ve bulunuşu canlandıracak vicdan topluluğunun, Hz. Musa gibi atılması gerekli olan adımı atıp berzahı aşmasını bekliyor. Bir adım veya birkaç adım, onu atabilenler, Tûr'dan dönen babayiğitler gibi cihanları aydınlatacak bir nurla dönecek ve her tarafta "ba'sü ba'de'l-mevt" soluklayacaklardır. Ümidim var ki, bu yeni dirilişe, gerçek ölüm bile kement vuramayacaktır.. vuramayacaktır; zirâ temelinde İlâhî inayet, arkasında sonsuz kudret ve ruhunda peygamberâne bir himmet var.. enbiyâ tarihi ise yüzlerce misâliyle ayrı bir levha-i ibret...
Evet, tarihte öyle milletler görülmüştür ki, herkes onların dirilmemek üzere yokolup gittiklerini düşündüğü bir anda, bir ferd-i ferîd veya bir avuç kudsînin üfledikleri hayat, tutuşturdukları meş'ale ve taşıdıkları enerjiyle bir hamlede dirilmiş ve dörtbir yanda îman, ümit ve diriliş soluklamaya başlamışlardır. Bilhassa her zaman "Hira" bağlantılı kalabilmiş, ve "Tûr'" lara açık yaşamış bizim dünyamızdaki bu dünya insanı ruh safveti, zekâ duruluğu ve Kudret-i Sonsuz'la sımsıkı irtibâtı sayesinde şimdiye kadar bin ölüm çukurunu atladığı gibi, bu defa da önünü kesen ve aşılmaz gibi görünen şu handikapları bir bir aşacak ve ölümsüzlük arasâtına ulaşacaktır.
Aslında, daha şimdiden bir sürü başkalaşmanın varolduğundan dahi söz edilebilir. Bir hayli zamandan beri fikrî, ahlâkî, içtimaî, iktisadî ve siyasî hayatın çarkları, büyük ölçüde, toplumdaki bu önemli istihâleyi netice verecek şekilde cereyan ediyor. Evet, eski dünya bütün olumsuz yanlarına rağmen döl yatağında yepyeni bir dünya geliştiriyor. Hakk erlerinin esbâb dâiresindeki istek, dilek, yalvarış, yakarış, dua ve niyazlarına, Allah'ın o evvelsiz-âhirsiz, zamansız, merhalesiz ve herzaman sebepleri aşan meşîet ve irâdesinden cevâb-ı tevfîk beklemek, hem bilmem kaç yüz hikmet buudlu bir cevâb-ı tevfîk beklemek, elbette istek, dilek, yalvarış ve yakarış sahiplerinin acz u ihtiyaçlarının gereği, Allah'ın da ululuk ve engin rahmetinin iktizâsıdır...
Sızıntı, Kasım 1991, Cilt 13, Sayı 154
- tarihinde hazırlandı.