İnanmak
Hidayet, zatında Allah'a ait olmasına rağmen, esbap, şart-ı âdî -Üstad'ın tabiriyle meyelanda tasarruf- plânında, insana aittir. Zira ondaki bu meyil ve irade hesaba katılarak onun hakkında değişik takdirler yapılmıştır. Ancak Allah (celle celâluhu), bazen birisinin çok ciddî gayreti neticesinde ona hidayet eder, bazılarının da küçük bir temayülüne lütufta bulunur. Böyle bir muamele tamamen rahmetin genişliği, biraz da o insanın samimiyetiyle alâkalıdır. Adalet, bir kimsenin gösterdiği cehd ve gayret kadar karşılık görmesi demektir. Bu muameleye göre, insan, dünyada hiç gözünü kırpmadan ahiret için çalışması hâlinde ihtimal Cennet'e gidebilir. Çünkü adalet, ebedî mesut olmaya karşı ebedî çalışmayı gerektirir. Oysa Allah'ın rahmeti her zaman öndedir; kullarına, benim farz kıldığım şeyleri yapın, haram kıldığım şeylerden de kaçının; arada meydana gelen boşlukları Ben rahmetimle doldururum demiştir ki, bu da O'nun rahmetinin enginliğine işarettir.
Evet, Allah'a iman çok güzel ama çok zor bir meseledir. Hucurat sûresinde Allah (celle celâluhu), "İnandık" diyen bedeviler için: "De ki: Siz iman etmediniz ama "İslâm olduk." deyin. Zira henüz iman kalblerinize yerleşmedi." (Hucurat sûresi, 49/14.) buyurmakta ve bir sonraki âyette de gerçek inananları, "Gerçek mü'minler ancak Allah'a ve Resûlü'ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücahede edenlerdir..." (Hucurat sûresi, 49/15.) diye tavsif etmektedir. Demek iman, riyazî kat'iyet içinde, aksine ihtimal vermeyecek ve perde-i gayb açılıp aksi gösterilse sarsıntı yaşamayacak şekilde bir iz'an gerektiriyor. Ben, avam halktan öyle insanlar tanıdım ki, akla, mantığa açık bir dimağı olmadığı hâlde, inandığı şeylere, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanıyor ve çok rahat bir şekilde, "Biz toprağın altına girecek, oradan Allah'ın huzuruna gidip hesap vereceğiz. Ne olacak bizim hâlimiz?" diyorlardı. Yani bunlar, insanın kemikleri bile çürüdükten sonra toprağın altında nasıl canlanıyor ve o huzura gidiliyor? diye düşünmüyorlardı. Demek onlar, akıl ve mantığın meydana getirdiği bir kısım boşlukları, safvet ve samimiyetleri ile aşmışlar. Bu durum, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Aleyküm bidini'l-acâiz - Size yaşlı kadınların inandıkları gibi inanma düşer." sözleriyle ne kadar da örtüşüyor! Yani onlar bir delile, bir işarete ihtiyaç duymadan inanıyorlar.
Sahabe efendilerimizin imanı da bir yönüyle böyleydi; onlar -muhalfarz- Efendimiz'i, peygamberlik mânâsının tersi bir noktada görseler, O'nun hakkında hiç mi hiç kanaatleri değişmezdi. Meselâ, hiçbir zaman "Neden diğer insanlar dört kadınla evlenebiliyorlar da, Allah Resûlü'nün dokuz tane?" diye akıllarının köşesinden bile geçmemişti. Kaldı ki onların çoğunun bir tane hanımı ya var ya da yoktu. Nitekim Suffe ashabı arasında evlenmeye fırsat bulamayan onlarca insan mevcuttu...
- tarihinde hazırlandı.