Hakikat-ı Ahmediye ve Hakikat-ı Muhammediye
Hakikat-ı Ahmediye ve Hakikat-ı Muhammediye, tasavvuf dünyasının enginliklerine açılabilen kimselerin, belli bir mesafe aldıktan sonra anlayabilecekleri iki kavramdır. Çok küllî hakikatleri ihtiva eden bu iki kavram hakkında öteden beri tasavvuf erbabı farklı değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Önemine binaen fakir de bu kavramlar hakkında sentez mahiyetini taşıyan bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Hiçbir tasnife tâbi tutmadan, aklıma geldiği çerçevede bunları ele alacak ve arz etmeye çalışacağım.
Hakikat-ı Ahmediye:
1) Kader plânında değerler üstü değere sahip bir mânâ ifade eder.
2) Ahmed, berzahî mânâda Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait bir isimdir.
3) Nahiv kaideleri itibarıyla gayr-i munsariftir ve âmiller onun üzerinde müessir değildir. Bu espriye binaen hakikat-ı Ahmediye varlığın değerlendirilmesi adına bir "sâbite"dir.
4) Allah Resûlü'nün gerçek peygamberlik cevheri, Ahmediye kaynağında bulunmaktadır. Dolayısıyla da gerçek peygamberlik misyonunu onda aramak lâzım gelir. Bundandır ki, Efendimiz'in peygamberliği, vefatından sonra da bu kaynak itibarıyla devam etmektedir.
5) Bütün velilerin hatta -Hz. Âdem onun yaratılmasından önce o kaynaktan istimdatta bulunduğuna göre- peygamberlerin feyiz kaynağı da hakikat-ı Ahmediye'dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Hz. Meryem'e temessül eden ve Kur'ân'ın "Beşeran seviyya" (Meryem sûresi, 19/17) dediği ruh da -ihtimal ki- bu mânâdaki Hz. Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'dır. Zaten Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bir yerde "Meryem'i bana nikâhladılar." buyurmuyor mu? Burada, Hz. Meryem'in gözüne başka hayalin girmemesi mülâhazası da, üzerinde durulmaya değer ayrı bir konu...
6) Kelâm ilmine ait mevzulardan olan "İsim müsemmanın aynı mı, gayrı mı?" meselesi zaviyesinden bakacak olursak, hakikat-ı Ahmediye'de ne ayniyet ne de gayriyet söz konusudur. Bu, hakikat-ı Muhammediye'yi hafife almak değildir. Tam aksine gerçek peygamberlik misyonunun hakikat-ı Ahmediye etrafında döndüğünü izah adına yapılan bir tespittir.
7) Hakikat-ı Ahmediye'nin hakikat-ı Muhammediye'ye karşı fâikiyeti vardır. Fakat bu fâikiyet gerçek veçhesiyle öbür âlemde inkişaf edecektir.
8) Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımıyla "Allah, O'nun istikbalde yapacağı şeyleri bildiğinden dolayı O'na sanki bir avans vermiştir." İşte o avans hakikat-ı Ahmediye'dir.
Hakikat-ı Muhammediye:
1) Bu, yukarıda sekiz madde hâlinde mahiyetini ele aldığımız Allah Resûlü'nün "Muhammed" ismiyle bizim aramıza inişidir ki, bu bizim adımıza şereflerin en büyüğü, O'nun adına bir tenezzüldür. Bir diğer tabirle hakikat-ı Ahmediye'nin hakikat-ı Muhammediye ufkundan insanlık âlemine bir nüzulüdür.
2) Hakikat-ı Ahmediye kaynağını besleyen, hakikat-ı Muhammediye'dir. Efendimiz'in söz ve fiilleri, o kaynağı besleyen ve böylece misyonun devamını sağlayan bir faktördür.
3) Sekizinci maddede ifade ettiğimiz avans -ki ona aşkın bir pâye demek de mümkündür- O'nun dünyada buna lâyık bir performans göstermesi gereğini de hâsıl etmiştir. Elhak dost ve düşmanın şehadetiyle o Nebiler Sultanı (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu performansı burada tam göstermiştir. Ezcümle, Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) olarak O'nun Kâb-ı Kavseyn'e yükselmesi, vücub ve imkân ortası bir noktayı tutması, Allah ile irtibat adına beşer idrakini çok çok aşan bir aşkınlık içinde bulunması, bunun göstergelerinden sadece birkaçıdır. Öyleyse denilebilir ki, hakikat-ı Muhammediye, hakikat-ı Ahmediye'nin bir matiyyesidir. Yalnız bahsini ettiğimiz bu aşkınlığa ya da Allah'a doğru devamlı yükselen bu yolculuğa dünyanın belli bir noktaya kadar tahammülü ve müsaadesi vardır. Hâlbuki hakikat-ı Muhammediye'nin seyr u sülûkü hiç bitmez. Seyr ilallah, seyr maallah, seyr billah ve seyr anillah.. derken, dünyevî seyr kemâle erer. Bu ikmal yolculuğunda Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) başkaları için tevil ve tefsire ihtiyaç duyulan hususları apaçık, ayan beyan görür ve müşâhede eder. Dünya artık O'nun urûcuna müsaade etmediği bir hâl alınca veya kendi kemalât arşına başı değecek hâle gelince de O, "Allahümme er-refika'l a'lâ - Allah'ım, yüce dostluğuna." diyerek ruhunun ufkuna yükselir; yükselir ve urucunu başka bir âlemde devam ettirir.
Muhammedîlikten tekrar Ahmedîliğe intikal eder. Livâü'l-Hamd'e ulaşır ve kendi ummanının derinliklerinde dalgalanır durur.
Hakikat-ı Ahmediye ve hakikat-ı Muhammediye kavramları üzerinde yaptığımız bu sentez mahiyetindeki değerlendirmeler, vicdanında derinleşen insanların belli ölçüde, belki de bir rüya gibi duyabileceği şeylerdendir. Rüya teşbihini şunu ifade etmek için bilhassa kullandım: Rüyalar hakikatlere ne kadar ayna oluyorsa, bunları duyan insanlar da işte o kadar duyabilirler. İşin gerçek veçhesi ve perde arkasına gelince o, bütün netliği ile öbür âlemde zuhur edecektir.
- tarihinde hazırlandı.