Akıl - mantık - his beraberliği
Üstad Hazretleri’nin Mesnevî’de ifade ettikleri gibi, insan nebatiyet, hayvaniyet ve insaniyet mertebelerinde gezinip duran bir varlıktır.[1] Bu insan fıtratının tabiî bir hususiyetidir. İnsanın bunu aşabilmesi ve sürekli en zirve mertebede karardîde olabilmesi oldukça zordur. Evet, insan her zaman tabiatını meydana getiren unsurların hususiyetlerini hisseder ve bu unsurlar onun davranışlarına mutlak mânâda tesir eder. Öyle ki mahiyetinde turab ağır basanlar turabî, hava ağır basanlar havaî, ziya ve su ağır basanlar da ziyaî ve maî olurlar. Yani toprağın, havanın, ışık ve suyun hususiyetlerini hisseder ve ettirirler.
Bizim tabiatımız muhtelit. Onun için de bizde potansiyel olarak her şey ama her şey vardır. Şehvetten hiddete, abdiyetten ubûdiyete kadar.. şayet bunlar, terbiye‑i Ahmediye metotları ile terbiye edilebilirse, insanın kemalâtına medar olabilirler. Evet, işte o zaman ateş aynı nur, hava aynı ziya olabilir ve bunlar insanı kemalâta taşıyarak insan‑ı kâmil yapabilirler.
Ne var ki, bazen de bu unsurlar, kendi hususiyetleri ile ortaya çıkabilirler. Bu durum bizi kat’iyen ye’se ve ümitsizliğe atmamalı. Zira bu “ilelebet” böyle devam etmez. İnsan, iradesi ile bu zorlu akabeyi de aşabilir.
Kâmil insanlarda hissiyat, kalb, akıl, mantık hep aynı ölçü ve aynı çizgi üzerinde birleşir. Yalnız bunların arasındaki bu ittihadın hakikî mânâda olup olmadığını çok iyi bilemeyeceğim. Evet, hissin kalb, kalbin akıl ve aklın mantık ile hep uyum içinde olduğunu görmek istiyorsanız kâmil insanlara bakmanız kâfidir. Hatta vicdanî tecrübelerle sabittir ki, böyleleri his tufanıyla yaşasa ve hisleri çağlayanlar gibi aksa, yine de akıl, mantık ve kalb dengesini koruyabilirler. Burada nefsin olumsuz müdahaleleri, şeytanın iğvası, şer güçlerin vesveseleri hep marjinal kuvvetler olarak kalır ve büyük ölçüde mağlûbiyet yaşarlar.
- tarihinde hazırlandı.