Ruhun Zaferi
İnsan, bu dünyada ruh ve beden gibi birbirinden farklı iki kuvveti temsil etmektedir. Zaman zaman bu iki kuvvetin birleşip bir bütün teşkîl ettikleri müşahede edilse bile, ekseriyet itibariyle, zıtlaştıkları ve birinin zaferi diğerinin hezimetini netice verdiği görülmektedir. Bedenî isteklerin şaha kalktığı ve azgınlaştığı bir bünyede ruh; çelimsiz, dermansız ve cismanî arzuların âzat kabul etmez kölesi olmasına karşılık, nefsin iştihalarına baş kaldırıldığı, kalbin akla, ruhun bedene hâkim kılındığı bir bünyede ruh, binbir labirenti bir solukta aşar ve ölümsüzlüğe ulaşır.
Ruh plânında çökmüş bir ülkenin her bucağı, yüzlerce zafer takı ve dragon timsâlleriyle süslense dahi, mezardan farkı yoktur. Evet, ruhun zafer solukları üzerine kurulmamış bir dünya, kaba kuvvetin elinde bir oyuncak; onun faziletli ikliminde geliştirilmemiş bir kültür, insanlığın yolunu kesmiş bir cadı ve böyle bir ülkede yaşayan yığınlar da buhrandan buhrana sürüklenen gözü bağlı talihsizlerdir. Ne var ki şahsî haz ve zevklerinden başka bir şey düşünmeyen ve bir türlü varlığını başkalarının mutluluğuyla birleştiremeyen ham ruhlara, hiçbir zaman bunu anlatmak da mümkün olmayacaktır.
Ah! Ne olurdu, bir kere bunlar da nefis ve benlikleri cihetiyle yokluğa erip, ruhta ebedîleşmenin sırrını kavrayabilselerdi!..
Sînesini en yüksek mefkûre ve insanlık sevgisiyle donatanlardır ki, kalbin enerji balansını düzeltmiş, duygularını en ulvî hedeflere doğru kamçılamış ve kendi içlerinde ölümsüzlüğe ermişlerdir. Bir hamlede hayvanî yaşayıştan kurtulup bedenî hazlarını aşan bu talihliler, ruhlarını coşturmuş, kalplerini kanatlandırmış ve nefislerinin rağmına insanî yanlarıyla zaferlere ulaştırmışlardır.
Güçlü ve muzaffer insan, kendini yenen insandır. Nefis ve kötü tutkuların esaretinden kurtulamamış sefil ruhlar, cihanlar fethetseler dahi mağlûp sayılırlar. Böylelerinin, bir baştan bir başa dünyayı işgal etmelerine fetih denemeyeceği gibi, istilâ ettikleri yerlerde de uzun zaman pâyidar olmalarına imkân yoktur.
Kendini cihanın tek hâkimi görme çılgınlığıyla, feylesof Molmey'in şahsında, ilim ve fazîleti tokatlayan Napolyon, bilmem ki ruhtaki bu hezimet ve yenilmenin Yena'daki mağlubiyetten daha acı ve daha alçaltıcı olduğunu anlayabilmiş miydi?.. Merzifonlu, ordusunun Viyana'daki bozgunundan evvel, kendi içinde yenilmişti. Kumandanın ruhundaki hezimetle başlayıp yaygınlaşan, tarihimizdeki bu ilk bozgun, onun kellesini alıp götürmeden başka, cihanın en muazzam fâtih ordusuna, firar etme gibi, o güne kadar bilmediği bir şeyi de öğretmiş oluyordu. Arslan yürekli Yıldırım Han, Çubuk'ta değil, hasmını hakîr ve kendini yeryüzünün biricik hükümdarı saydığı gün yenilmişti... Ve daha kimler...
Buna karşılık Tarık, Herkül sütunlarını geçip bir avuç fedaisiyle, 90.000 kişilik İspanya ordusuna galebe çaldığı zaman değil, Toleytola'da kralın servet ve hazineleri karşısında:
'Tarık dikkat et! Dün bir köleydin, bugün muzaffer bir kumandan, yarın toprak altında olacaksın!' dediği ve coştuğu an, ruhuyla kanatlanmıştı ve muzafferdi. Cihânı, iki hükümdar için az gören Yavuz, dünyanın dört bir bucağını velveleye veren fatih ordusuyla, krallara taç verip taç aldığı günlerde değil, Ridâniye zaferini müteakip İslâm dünyasının biricik hükümdarı ünvanıyla, İstanbul kapılarına kadar gelip de teb'anın alkış ve alâyişini görmemek için, halkın uykuda olduğu bir saati kollayıp, pâyitahta sessizce girdiği zaman gerçek fâtih; hocasının atının ayağından sıçrayan çamurla kirlenmiş Estağfirullah!, ıtırlanmış cübbenin, tabutuna sarılmasını vasiyet ettiği zaman da muzafferdi. Romalı kumandan Katon, Kartacalıları yendiği zaman değil; ordusu zafer nâralarıyla başkente girerken, kumandanlık at ve formalarını krala teslim edip: 'Ben milletime hizmet için savaşmıştım, şimdi vazifem bitti, köyüme dönüyorum.' dediği zaman muzafferdi ve milletinin gönlüne taht kurmuştu...
Bir ağacın boy atıp gelişmesi için kökleri ne ise bir insanın da maddî-mânevî füyûzat hislerinden fedakârlığı aynı şeydir. Ağaç, köklerinin sağlamlığı nispetinde serpilip geliştiği gibi, insan da menfaat düşüncesinden, bencillikten sıyrılıp, başkaları için yaşadığı sürece, gelişir, yükselir ve başı bulutlara erer. 'Seksen küsür senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum; ömrüm hep, harp meydanlarında, esaret zindanlarında ve çeşitli çilehânelerde geçti. Çekmediğim eza, görmediğim cefa kalmadı... Gözümde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu var; milletimin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur...' İşte ruhun zaferlerini terennüm eden kutsi gülbank!..
Geleceğin tâcidârları, ruhun zaferleriyle saadete ermiş talihliler olacaktır.
Sızıntı, Temmuz 1983, Cilt 5, Sayı 54
- tarihinde hazırlandı.