Belâlara Karşı Sabır İstemek, Zımnen Belâ İstemek Mânâsına Gelir mi?
'Allahümmec'alnâ Mine's-Sâbirîn' Diye Duâ Ediyoruz. Belâlara Karşı Sabır İstendiğinden, Bu Durum Zımnen Belâ İstemek Mânâsına Gelir mi?
Sabır, insanda bir dayanma gücüdür. Yani insan, irâdesini ancak sabırla gösterir. Hem insan sabırla öyle bir hâl ve keyfiyet kazanır ki, bu sayede rûhunda meknûz güç zuhûr eder...
Sabır, sabredilen şeyler itibariyle birkaç türlü olur. Bu şeylere karşı sabır, insanın kemâli ve terakkisi, hakiki insan yani insan-ı kâmil olması istikametinde yükselmek için basamaklar hükmündedir. Bunlardan birisi ibadet ü taata karşı sabırdır. 'Afdal'ül-ibadeti edvemühâ vein kâlle.' Yani, 'ibadetin en faziletlisi, az dahi olsa, devamlı olanıdır.' Hiç ara vermeden yapılan işler, suyun deldiği gibi, zamanla mermeri delecek kadar tesir icrâ eder. Aişe-i Sıddıka validemiz buyurur ki: 'Efendimiz (sav) bir ibadete başladıysa, onu bir daha bırakmazdı. Hatta ikindiden sonra nafile kılarken gördüm. Zira bir gün ikindi namazının o ilk sünnetini kılamamış, üzerimde kaldı diye ikindiden sonra onu kaza etmişti.' Mezhep imamlarının, delilleri değerlendirmeden kaynaklanan farklı mütalâaları bir yana, insanlığın Efendisi ve Efendimiz (sav), başlattığı bu işi sonuna kadar devam ettirmek istemişti. Ashab'da da bu hâl vardı... Evet, eğer Efendimiz (sav) bir gün yorgun düşer de gece ibadetine kalkamazsa, gündüz onu katlamalı eda ederdi; yani 8 yapacaksa 16, 10 yapacaksa 20 yapardı. Evet O (sav), başlattığı bir şeyi hayatının sonuna kadar kat'iyyen bırakmadı. Hadîsler arasında bu mevzûa delâlet edecek bir hayli rivayet var: Bu cümleden olarak Hz. Aişe (ra) Validemizin şu sözünü zikredebiliriz: 'Öyle namaz kılardı ki, rükûunun, kıyamının, secdesinin, kavmesinin, celsesinin uzunluğunu ne sen sor ne ben söyleyeyim!' Efendimizin (sav) arkasında eğer cemaatte zayıf kimseler olursa, o merhametkâni, o perverdigâr, onları düşünür ona göre davranırdı. Buyuruyor ki, 'Bazen istiyorum ki, namazda uzun uzun Kur'ân okuyayım, ne varki, bir çocuğun ağladığını duyunca, anasının heyecanını düşünüyor, namazı hızlı kılıyorum.' Bir seferinde O, Bakara Sûre-i Celîlesini okumaya niyet etmiş, derken bir çocuğun sesini duyunca 'Vessemâi vettarık' deyip kıraata son vermişti. Aman Allah'ım, bu ne rikkattir! Bu nasıl bir inceliktir! Kadrini tam bilmesek de, biz nasıl talihli insanlarız ki, bütün insanlar arasında, şansımıza O (sav) düşmüş. Evet Hz.Aişe (ra): 'O'nun kıldığı namazın uzunluğundan, güzelliğinden ne sen sor, ne de ben söyleyeyim!' diyor. Evet O, ibadetinde hep derinlerden derin oldu.. ve bu derinliği hayatının sonuna kadar da devam ettirdi. Ne yaşlılık ne de 'enkada zahrek' fehvasınca, insanı iki büklüm eden musibetler, sıkıntılar, O'nun ibadetteki incelik ve derinliğine hiç mi hiç tesir etmedi.. aksine O, sıkıştırıldıkça Allah'a karşı kulluk vazifelerinde daha bir derinleşti.
Hayat-ı seniyyelerinin son yıllarında -Aişe-i Sıddıka'nın rivayetiyle- bu uzun namazların bir kısmını oturarak eda ediyor.. uzun uzun Kur'ân okuyor ve rükûa gideceği zaman ayağa kalkıyor, kıyamdan rukûa varıyordu. Farz namazları bütün hayatı boyunca, bir-iki durum müstesna hep ayakta eda etmişti. O da hastalığının şiddetinden bayılıp düştüğü ve kendinden geçtiği zamanlarda...
Bazı zamanlarda da O (sav), âyetleri oturarak okuyordu, ne zaman ki, okuma niyetinde olduğu miktardan 30 veya 40 âyet kalıyordu, bu sefer kalkıyor ve onları ayakta okuyor sonra da rükûya gidiyordu. Çünkü tâ bidayette ibadeti böyle başlatmıştı ve sonuna kadar Rabb'imizle arasındaki bu münasebeti bozmadan, aynı seviyede götürmek istiyordu. O bakımdan ibadet ü taatta, sabır çok önemli bir meseledir ve bu sabrı sürdürebilenler önemli bir terakkidedir.
İkincisi, ma'siyyete karşı sabırdır. Bu sabır hususiyle günümüzün gençleri için çok ehemmiyetlidir. Bilhassa sokakların birer kanal haline gelip ma'siyyetle aktığı ve göz yoluyla kalbimize giren, günahların vicdanlarımızı yaraladığı bir dönemde, ma'siyyete karşı dişini sıkıp günaha girmeme ve günahlar karşısında sarsılmama çok önemli bir husustur. Bu da insanın terakkisi için ikinci bir merdivendir, bu merdiveni kullanan adam arş-ı kemâlata ulaşabilir.
Üçüncüsü sabır, sabırların en çetini, musibetlere karşı sabırdır. Yani Allah'ın insanın başına verdiği şeylere karşı onun sabretmesidir.
Dördüncüsü, dünyanın zinet ve depdebesine ve nefsi gıcıklayan müştehiyâta sabırdır ki, amudî kahramanlık yoludur.
Beşincisi, maddî-mânevî füyûzat hislerine karşı sabırdır ki, sadece kâmil insanlara müyesserdir.
Soruda, 'sabır istemek bir bakıma belâ istemek gibi midir?', deniyordu. Sadece sabır belâya karşı olursa doğrudur. Belâ gelmeden sabır isteme, belâ isteme manâsına geldiğini ehl-i tahkîk söylüyor. Fakat burada dikkatimizden kaçan ayrı bir husus var, o da, başta izah edildiği gibi sabrın sadece belâlara karşı münhasır bulunmadığı keyfiyetidir. Bu itibarla, ma'siyyete karşı olanın dışında:'Allah'ım! İbadet ü taatta bana sabır ver, caydırma! Allah'ım! ma'siyyete karşı sabır ver, ruhlarımıza ibadet ü taatı şirin ve ma'siyyeti çirkin göster!' demeliyiz.. ve böyle demenin belâ istemekle alâkası yoktur. Bu manâlar mahfuzdur ve bunlara karşı Allah'tan sabır istememizde hiçbir sakınca yok.. ama bir kısım belâlar endişesiyle sarsılıp,'Allah'ım! Belâlara karşı bize sabır ver!' demeye gelince, bu, ehl-i tahkîkin beyânına göre belâya davetiye çıkarma demektir. İşte bu nokta-i nazarı mülâhazaya alarak, belâlara karşı, belâ gelmeden -ki gelmesin Allah'ın inâyet ve keremiyle- Allah'tan sabır istemeyi muvafık görmüyorlar.
- tarihinde hazırlandı.