Hiç Günümde Değilim
Bakabildiğim gazetelerden dördünde adım geçiyordu.
Milliyet bir gün önce telefonla Fethullah Gülen'in ortaya çıkan son kasetiyle ilgili görüşümü almış, onu sütunlarına taşımıştı. Radikal'in Ankara temsilcisi de olan yazarı, sütununda, birkaç yıl önce yaşanmış bir olayı anlatıyordu. Fethullah Gülen benim misafirim olarak Zaman'ın Ankara bürosuna gelmiş, dâvet ettiğim bir grup gazeteciyle sohbet etmişti. Ordu içerisinde darbe hazırlığı yapan bir gruptan söz etmişti Hocaefendi ve ertesi gün Türkiye bu haberle çalkalanmıştı... Radikal yazarı bu olayı hatırlatıyordu işte. Milliyet ve Radikal'de anlatılanlar gerçeklere uygundu.
Benimle ilgili üçüncü yazı Hürriyet'te çıktı. "Eğer ispat edersen şerefsiz olduğumu kabul eder, yazarlığı bırakırım" diye karşıma çıkmış yazara, hakkında yazdıklarımın hepsinin doğru olduğunu kendi yazdıklarını tanık göstererek ispatlamış, Kulis'te kendisini 'şerefsiz' ilân etmiştim. O günden beri sesini kısmıştı. Fethullah Hoca kasetleri ona ininden çıkma fırsatı sağlamış anlaşılan; kuyruk sokumu arasından kaçak bakarak bana sataşıyordu. Yazdıkları tümüyle yalandı; ancak ondan ne bekleyebilirdim ki?
Dördüncü yazı ise bu sütunda çıktı. Hakkında yazı yazdığım bir firmanın açıklamasıydı bu. Yalan ve dolan yetmiyormuş gibi bana hakaret ediyordu açıklamayı kaleme alanlar... Ne paracılığım, ne de şantajcılığım unutulmuştu o açıklamada; Yeni Şafak yönetimi, "Avukat, metni yumuşatmaya hazır" dediği halde, arşivlere geçmesi için, olduğu gibi yayımlanmasını ben istedim o açıklamanın...
Bana ağız dolusu küfreden açıklamayı kaleme alanların, Hürriyet'in küfürbaz yazarının beni hedef tahtası seçmesine sebep olan kesimle bir biçimde irtibatlı insanlar oluşu kaderin garip bir cilvesi değil mi sizce de? Bir başka cilve de, beni küfürbaz yazarla aynı noktadan suçlamaları... Eminim, aransa, aralarında başka ortak noktalar da bulunacaktır.
Elimde doğan ve gelişmesi için geceli-gündüzlü çalıştığım gazeteden ayrılalı neredeyse bir yıl olacak, o gazeteyi çıkartan gruba sempati duyan gençlerden hâlâ aynı türden kuşku dolu mesajlar alıyorum. Önceki gün Uludağ Üniversitesi'nde okuyan üç öğrencinin imzasını taşıyan şu mesajı aldım: "Bildiğimiz kadarıyla siz gazetenin kuruluş ve bu duruma gelmesinde büyük rol oynadınız. Fakat bir süre önce gazeteden -okuyucularınızın hiç beklemediği bir anda ve şekilde- ayrıldınız. Bu olay bizi çok şaşırttı, bir anlam veremedik. Çok değişik söylentiler -maddi, fikirsel vb.- duyduk. Bunların hiç biri bize inandırıcı gelmedi. Biz de çok merak ettiğimiz bu olayda kendimizi tatmin etmek için cevabını olayın asıl kaynağı olan sizden öğrenmek istedik."
İslâmî kesimde en çok kullanılan kavramlardan biri olan 'tevâfuk' şu sıralarda yaşananlara çok uygun düşüyor.
Ben Fethullah Gülen'in bu ülke için iyiyi düşündüğü kanaatindeyim. Onun yönlendirmesiyle harekete geçen insanların kurduğu eğitim müesseseleri yurt içi ve dışında büyük hizmetler veriyor. Toplumda gerilimi azaltmak, değişik görüşler arasındaki çelişkileri gidermek için başlattığı ve giderek uluslararası bir zemine oturttuğu hoşgörü ve diyalog hareketinin Türkiye'yi Cezayir ve Mısır gibi ülkelere dönüştürmekten uzak tuttuğuna da eminim. Geçmişte yaptığı ve yapıldığında tam anlaşılamamış, bazen şaşkınlıkla karşılanmış çıkışlarının o günlerde önemli işlevler gördüğünü de biliyorum. Bu sebeple Fethullah Gülen'i savundum, savunulacak yönlerini bundan böyle de savunmaya devam edeceğim. Terbiye yoksunları ne derse desin, geçmişte veya şimdi, insanî ilişkilerimde, 'madde'nin hiçbir rol oynamadığını bilen biliyor.
Korku insana mahsus, hepimiz korkarız. Ancak, hayatta en çok korktuklarım Allah'tan korkmayanlardır. Allah'tan korkmayanın kendisini yanlışlıktan alıkoyacak mekanizması yok demektir. Allah'tan korkmayan yalan olduğunu bile bile yalan söylemekten kaçınmaz, yanlışı doğru gibi göstermekten çekinmez, gerçekleri ters yüz etmeyi mârifet bilir. Öyle biri bir tek kendisini düşünür. Yarın diye, hesap verme gibi bir düşüncesi bulunmaz. Bu yüzden, Allah'tan korkmadığını anladığım biri ile karşı karşıya gelmekten müthiş çekinirim. Meslek hayatım boyunca bir çok kez öyle tiplerle karşılaşmak, kalem tokuşturmak zorunda kaldım; Allah'ın takdiri işte...
Şu anda, kendimi, kendi hayatımın da önemli bir dönüm noktasında hissediyorum. Bugüne kadar yaptıklarım bana çok anlamlı ve değerli gelmiyor. Yazarak üretmek yerine yazarak tüketmek -daha doğrusu yazarak tükenmek- tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumu hissediyorum. Basın mesleği benim içinde bulunmaktan onur duyduğum bir konumdan uzaklaştı. Sözün ve yazının beni de okurlarımı da ileriye taşımadığının fena halde farkındayım. Yaranmak diye bir derdim hiç olmadı, ama insanların nobranlığı da sinirlerime iyi gelmiyor doğrusu...
Medâr-ı maişet motoru her şeye rağmen çalışmak zorunda. Peki, ama bu hislerle ne yapacağım, önümü nasıl göreceğim ben?
- tarihinde hazırlandı.