Ferec İçin ve Hayatlarına Tâbî Olmadıkça
Dolayısıyla, halk için ve gerçekten de en önemli meselenin işsizlik, hemen hemen bütün devlet müesseselerinin yolsuzlukla kirlenmesi, enflasyon, çeteler ve mafya olması; korkunç boyutlardaki ahlâkî tefessüh, ekonominin yıllar sonra İMF'ye teslim edilmesi; tarım ve hayvancılığın neredeyse bitme noktasına gelmesi; ülkeyi 16 yıl uğraştıran bir terör şebekesinin başının rahatı için bir adanın tahsis edilmiş bulunması; savunma sanayii ve istihbarat servisimizin, yarım asırlık ve bir vilâyetimiz büyüklüğünde bir ülkeye âdeta muhtaç bir görünüm arz etmesi; eğitimin içler acısı hali.. evet bütün bunlar, yetkililer ve sorumlular için bir manâ ifade etmiyor ve Kemalizm, lâiklik ve çağdaşlık açısından mesele olarak görülmüyor ki, halkın sadece % 3,4'ünün tehlike addettiği ve bir türlü tarifi yapılamayan irtica adlı bir gulyabani, uykuları kaçırmaya yetiyor.
Cumhuriyet tarihimizin görünüşteki bu değişmez manzarasına rağmen, şahsen, daha derinde çok daha önemli bir mücadelenin varlığına inanıyorum ben. Bunun iki boyutundan biri, Türkiye'nin ve Türk insanının tarihte bıraktığı izin, gelecek adına sahip bulunduğu potansiyel ve bu potansiyelin kaynağı olan dinamiklerinin, Türkiye'yi âdeta dünya nüfuz ve siyaset mücadelesinin merkezi yapması; diğeri ise, tamamen dünya hayatını hedef almış, behîmî arzuların azamî tatmininden başka bir şey düşünmeyen, bunun için de meşrû-gayri meşrû ayırımı yapmayan, ben-merkezci bir anlayışın sahiplerinin, hayatlarını kendilerini yaratan, kalplerinden geçene varıncaya kadar bütün hareketlerini gören ve bir büyük mahkemede bu yaptıklarının hesabını soracağına inandıkları bir varlığa ve ebedî hayat inancına göre düzenleyenlerin mevcudiyetine katlanamamalarıdır. Evet, yolsuzluğu âdeta kazanma felsefesi; yeme-içme, giyme ve cinsel arzuların sınır tanımaz tatminini hayat felsefesi ve üretim-tüketim döngüsünü dünya görüşü yapmış olanların, vazgeçilmez ve değişmez değerleri olanları kabullenmeleri; yanı başlarında, dünyayı âhiretin tarlası gören, yaşamayı ellerinin tersiyle itip yaşatmayı hedef alan ve ahlâkî değerleri bir bayrak gibi dalgalandıranlara tahammül etmeleri mümkün değildir. Eğitim yuvalarının yüz akı da olsalar Müslüman kızın giyimine; başarı, ilim, ahlâk ve edep âbidesi de olsalar, Türkiye'yi dünyanın dört bir yanında, devletten tek bir kuruş almadan büyük fedakârlıklarla temsil de etseler muhabbet er ve erenlerine; bulundukları makam ve mevkilerde millete hizmetten başka bir şey düşünmeyen ve hiçbir yolsuzluğa, hiçbir gayri kanûnîliğe bulaşmamış kaymakam, vali ve memurlara hayat hakkı tanımak istememelerini anlamanın zor bir yanı yoktur. Bilhassa bazı önemli mevkilerde bulunan samimî insanların, bu hususu çok iyi anlamış olmaları ne kadar arzu edilir bir husustur.
Evet, imanın karakterinde sıcaklık, sevgi, merhamet ve dolayısıyla yayılma, onun zıddında ise soğukluk ve düşmanlık vardır. Bu bakımdan iman, her şeye hemen dostluk eli uzatabilir. Fakat, soğukluk ve düşmanlığın bu eli sıkması mümkün değildir. Çünkü bu, karşı tarafın dünya görüşü, hayat felsefesi ve dolayısıyla yaşama şeklini değiştirmesini gerektirir. Bu ise, oldukça zordur. İmanın zıddı, iman ehlinin, imandan vazgeçmese bile, hayat felsefesi, yaşama biçimi, giyimi ve kuşamıyla aynen kendisine benzemesini ister. Birebir benzeme olmadıkça da, ondan asla razı olmaz ve onu kabullenmez. ''Onların milletine tâbî olmadıkça, yani onlar gibi inanıp, onlar gibi düşünüp yaşamadıkça senden asla razı olmazlar'' İlâhî fermanı, hem bu gerçeğin ifadesi, hem de sevgi, sıcaklık ve dostluk şiarı ve karakteri olan iman ehli için bir ikazdır.
1930'ların sonu veya 1940'ların başında Ramazan ayında, ehl-i keşf, ehl-i iman için bir ferec beklentisine girer. Fakat beklenen ferec gelmez. Bunun üzerine devrin çok önemli bir âlimi ve mütefekkiri, ''Camilerde çoğalan bid'atlar, ferecin gelmesine mânî oldu'' buyurur.
Kanaat-i âcîzanemce bu, çok önemli bir noktadır. Ehl-i iman, inancından, dünya görüşünden ve yaşayış biçiminden fedakârlıkta bulunamaz. Hattâ, kemiyete paralel, keyfiyette derinleşmedikçe, Allah korusun tefessüh ve inkıraz başlar. Buna rağmen, inanç ve yaşayışında hassas ehl-i imanın hayatında son birkaç yılda görülen dejenerasyonlar, ''vakkolaşma'' ve önemli bazı noktalarda hassasiyetlerin yitirilmesi, iman ve ehl-i iman için en büyük düşman ve tehlikedir. Allah, hükmünü onların müspet faaliyetlerine göre verecekse, bu noktadaki gevşemeler, karşılarında uyanık bulunulması gereken en büyük düşmandır. Yoksa, başka düşmanlıkların örümcek ağından farkı yoktur.
Gün, Allah ile münasebetleri bir defa daha ve derinden gözden geçirme günüdür.
- tarihinde hazırlandı.