Hizmet aşkıyla 'yanan' gönül insanı: Mehmet Özyurt

nsanın yaratılış gayesi istikametinde kendisinden isteneni yerine getirmesi kadar büyük bir saadet düşünülemez. Rabb'im cümlemizi bu saadetle mesut etsin." diye yazar, not aldığı bir deftere Mehmet Özyurt. Bir başka yere de "Herkes bulunduğu sahada şartsız, kayıtsız ve ölünceye kadar beklentisiz hizmete devam etsin." der. Sadece kelimelere dökerek değil hayatının her anında bu sözleri yaşayarak anlatır aslında herkese. İlminin genişliğini tevazusuyla örterek, imanın giremediği sinelere bir nebze de olsun ışık yansıtabilmek için gecesini gündüzüne katarak koşturur. Hizmet aşkı ve milletinin dertleri ile için için yanar. Ne ilginçtir, dünyaya vedası da yanarak olur. Bir hizmetten başka bir hizmete koşarken elim bir trafik kazasında şahadet şerbeti içer. Geride yaşanması, ulaşılması zor örnek bir hayat bıraksa da yollara dizilen işaret taşı gibi ardından gelenleri aydınlatmaya devam ediyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi onun için "Gelecek nesillerin Mehmet Özyurt Hoca gibi hasbî ruhları tanıması ve onların izinden yürümesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü onlar, ömürlerinin her anına bir örnek hal, tavır ve davranış sığdırmış insanlardır. Onların sergüzeşt-i hayatları yarının hasbîlerine yol gösterecek işaret taşlarıyla doludur. Dolayısıyla, hem onları birer yâd-ı cemîl olarak anmak hem haklarında duaya vesile olmak ve hem de geleceğin fedakar ruhlarına hüsn-ü misaller göstermek için Mehmet Hoca gibi kahramanların hayat hikâyelerinin yazılması lazımdır." der. Biz de onun yolundan yürüyenlere kutup yıldızı olan Mehmet Özyurt'un hayatına bir göz atalım istedik.

Özyurt, 1945'te Antakya'da dünyaya gelir. Tek odalı bir evde, kömür satarak geçimini sürdüren bir ailenin çocuğudur. İçindeki Kur'an öğrenme aşkı onu yedi yaşında hafız yapar. 10 yaşında Hasan Okuyucu Hocaefendi'nin yanında eğitime başlar. Burada Arapça öğrenip, dinî ilimlerde tahsil yapar. Müezzinlik yaptığı İskenderun Çay Mahallesi Camii'ne 16 yaşında imam olur. Bu dönemde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kasetleri eline geçer. Gülen'in gözyaşlarıyla seslendirdiği hakikatlerden çok etkilenir. Hocaefendi'yle tanışmak en büyük arzusudur artık. Bu isteği ise Yüksek İslâm Enstitüsü sınavını birincilikle kazanarak İzmir'e gitmesiyle gerçekleşir. Sesine kasetlerden aşina olduğu hocası ile sabaha kadar süren bir sohbet yapar. Hocası da ona "30 yıldır aradım, ancak buldum." diyerek teveccüh eder.

Mehmet Özyurt, İzmir hayatına Gültepe Camii'nde görev almasıyla başlar. Sonra Bornova Büyük Camii'ne imam olarak tayin edilir. Aynı camide, 1976 yılında Fethullah Gülen Hocaefendi cuma vaazlarını vermeye başlar. Caminin yakınlarında tuttuğu evde Hocaefendi'nin vaazlarına gelen insanları ağırlar. Eve kurulan ses düzeneğiyle vaazlar kadınların da istifadesine sunulur. Özyurt, kendi imkânlarıyla cemaate yemek ikramında bulunur.

1980 ihtilalinin kara bulutları onu da etkiler. 11 Şubat 1983 Cuma akşamı hadis dersi için arkadaşları ile bir araya geldiği eve polisler baskın düzenler. Yaka paça göz altına alınır. 19 gün süren hücre hayatında türlü türlü işkencelere maruz kalır. Serbest bırakılıp evine geldiğindeyse sırtındaki derilerin parça parça döküldüğüne şahit olur yakınları. Ayaklarının altındaki derilerin perişaniyetini aylarca kimseye göstermemeye çalışır.

Hakkında herhangi bir tutuklama kararı verilmemesine rağmen memuriyetine son verilir. Çok sevdiği imamlık mesleğine bir daha geri dönemez. O, ''Bunda da bir hayır var.'' diyerek, gönüllere iman aşılamak için ailesiyle Diyarbakır'a gider. Şartları eskisinden de kötüdür. Ailesiyle birlikte damdan dönüştürme bir eve yerleşir. Eşyaları azdır. Eşi Şükriye Hanım'ın bileziklerini satarak geldikleri Diyarbakır'da, kıt kanaat geçinirler. Teklif edilen yardımları da kabul etmez: "Ben Hz. Ebu Bekir gibi hizmet etmek istiyorum. Ücret almadan hizmet etmek istiyorum. Para aldıktan sonra bana ne faydası olur." Sokak sokak dolaşarak hizmet tohumlarını Doğu Anadolu'nun bağrına atmaktır niyeti. Bu uğurda selam vermediği kimse kalmaz. Gözü gibi baktığı öğrencilerin ev bulamadığını görünce oturduğu evi eşyaları ile birlikte onlara bırakmakta tereddüt bile etmez. Birkaç evden bu sebeple taşınır.

Medrese-i Yusufiye olarak tanımladığı hapishaneye Diyarbakır'da da girer. 17 Temmuz 1986'da Hürriyet Gazetesi 'Kara Tehlike-İrtica: Şeriatçı hoca öğrencilere kanca attı' manşeti ile onu hedef alır. Haksız iftiralara maruz kalan Mehmet Özyurt, Diyarbakır Cezaevi'ne atılır. Ancak burada da boş durmaz. Mahkumlardan gardiyanlara kadar herkese hak ve hakikati anlatmak için çırpınır. Suçsuz olduğu anlaşılıp serbest bırakılınca, hizmetlerine kaldığı yerden devam eder. Bulunduğu bölgede hizmetin hüsnükabul görmesi için neredeyse mesaisinin tamamını harcar. Günlerinin büyük bir kısmını hizmet için evinden uzak geçirdiğinden hanesine geldiği gün sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Evde kaldığı zamanlarda ise misafirin olmadığı gün yoktur. Eşinin, "Beş çocuğun var, biraz onlarla ilgilensen." sözüne verdiği "Onlarla da ilgilenen çıkar. Ama öte yandan ilgilenme bekleyen binlerce çocuk var." cevabı fedakârlığını görmek için yeterlidir.

Milletin ihyası için koşuşturup dururken ailesini ihmal etmenin hüznü de vardır şüphesiz Mehmet Hoca'nın içinde. İstanbul'a yolu düştüğünde porselen demlik ve iki çay bardağı alır vefakâr eşine. Niyeti baş başa bir çay içmektir. Zira evde misafir ağırlamak, şehir şehir dolaşmaktan baş başa çay içmeye bile vakit bulamazlar. Ancak bir türlü nasip olmaz o bardaklardan çay içmek. Son gün evden çıkarken "Ben de o çayı içmeyi çok isterdim. Allah belki burada içirseydi orada içirmeyecekti. Belki orada içeceğiz." diyerek gönlünü almaya çalışır çok sevdiği eşinin.

Evden ayrılmak üzereyken de "Öleceğime hiç üzülmüyorum. Sana üzülüyorum. Arkanda bakanınız yok. Beş çocukla, ne yaparsın?" der. Eşi, bu konuşmaya bir anlam veremez. Özyurt, sonra çocuklarının yanına gider. Onları son kez öper, koklar. Şükriye Hanım eşi ile yaşadığı son anları şöyle anlatıyor: "Ayakkabısını giydi. İçeriye bakıyordu. 'Ne oldu?' dedim, 'Bir şey yok.' dedi. Bir basamak indi. Döndü, yine baktı. 'Ne oldu, bir şey mi unuttun?' dedim. 'Hayır.' dedi. Gözleri ıslaktı. İnerken ben kapıyı kapattım, içimde büyük bir sıkıntı vardı. Geri açtım kapıyı, gitmemiş. Orada duruyordu. 'Bir şey mi var?' dedim. 'Yok.' dedi. Yüzüme dikkatlice baktı. 'Allah'a ısmarladık.' dedi ve gitti. Onu son görüşümdü."

Sadece şehadet parmağı yanmaz

18 Eylül 1988 tarihinin ilk ışıklarında hizmet etmek için üç arabayla yola çıkılır. Urfa'ya varıldığında Mehmet Hoca konvoydaki diğer araca geçer. Kısa bir süre sonra onun içinde olduğu araç tankerle çarpışır. Çarpışmanın etkisiyle alev alan araçta Mehmet, Bayram Acar, Hasbi ve Memduh hocalar Hakk'a yürür. Vücudu tanınamaz hale gelen Özyurt'un sadece şehadet parmağı yanmaz. Diğer araçtakiler onların tekbir sesleri getirerek vefat ettiklerini anlatır.

Mehmet Özyurt, hizmet için koşarken, hizmetin hakkını vererek, ansızın bu fani dünyadan ayrıldı. Bir irade kahramanı olarak, civanmertliği, fedakârlığı, yaşatmak için yaşama arzusuyla destansı bir hayattı onunki. Geride, mazhariyetlerle dolu bereketli bir ömür, iyi yürekler, yolundan yürüyecek binlerce talebe, tarih yazdıracak kadar bir malzeme ve yeni bir nesle heyecan verecek örnek bir hayat bıraktı. Mehmet Hoca, hizmetleriyle hâlâ yaşıyor. (Cihan Yenilmez)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.