Vasiyeti: İdareye Talip Olunmaması
Eski yıllarda yazdığım bir vasiyet vardı. O zaman, sarığıma veya cüppeme sarılıp gömülmeyi istemiştim. Şimdi kefen ve cenaze masraflarımı karşılayacak kadar bir para var cüzdanımda. Telif ücretlerinde şüphem olduğu için tekfin işlerinde kullanılmasını istemiyorum; devletten aldığım maaşın da kullanılmasını istemiyorum. Onun için bu parayı saklıyorum. Kitaplarımın bir kısmını maaşımla aldım; onları devlet tarafından alınmış gibi farz ediyorum, bir kısmını da hoca olduğum için, bulunduğum konumdan dolayı bazı yayınevleri armağan etmişti. Bu sebeple insanların gönderdikleri hediyeleri koleksiyonlarda saklayıp yeniden millete armağan ettiğim gibi, kitaplarımın ve özel eşyalarımın da hangi müessesede bulunuyorlarsa, oraya ait olmasını yazmıştım.
Bir yerlere gittiğimiz zaman çay parasını, yemek parasını ödeyen arkadaşlar olmuştur. Hayattaysa kendilerine, vefat etmişlerse çocuklarına geriye bıraktığım şeylerden verilerek memnun edilmelerini yazmıştım. Buraya gelirken, eğer uzakta bir yerde ölürsem, masraf edip taşımaya gerek yok demiştim ama vicdanım ve hissiyatım pek razı olmuyor. Türkiye'de babamın veya annemin yanına gömülmeyi arzu ediyorum.
Hareketle ilgili olarak da; arkadaşlar, evvel ve ahir yani ne şimdi ne de daha sonra idareye asla talip olmasınlar, siyasete girmesinler, dünya saltanatı ve debdebesi ayaklarının önüne kadar gelmiş olsa bile, beni seven ve tavsiyelerimi kabul eden arkadaşlarım elinin tersiyle onu itmekte tereddüt etmesinler. Başkaları anlamasa da Allah rızası desinler, Allah'ın adını yüceltme istikametinde bir an bile duraksamadan samimane gayret etsinler gibi mülahazalarım olmuştu. Şimdi yeni bir vasiyetname yazmak ve bu hususları daha detaylandırıp netleştirmek istiyorum.
6 yıldır ABD'desiniz. Amerikalılar sizi nasıl algılıyor?
Buralarda tanınan, bilinen bir insan değilim. Zaten nezaketen kabul etmek durumunda kaldığım birkaç kişi dışında kimseyle görüşmedim.
Neden görüşmüyorsunuz?
1997 yılında geldiğim zaman, "Hoşgörü, diyalog ve herkesi kendi konumunda kabul etme" gibi konularda, Türkiye'de konsolos, elçi olarak çalışmış kişiler, akademisyenler ve papazlardan görüştüklerimiz olmuştu. Bu seferki gelişim zaten hastalık içinde. Sonra, Türkiye'de fırtınalar şiddetlenince tedaviye burada devam etmeyi daha elverişli buldum. Kalp, tansiyon, kolesterol gibi rahatsızlıklarımla Türkiye'deki gerilimi kaldıramayacağım aşikârdı. Amerika'nın içinde ama Amerika'dan uzak kaldım. Çünkü dedikodu yapıyorlardı. Yeşil kuşak gibi, Amerika'nın projeleriyle bizi irtibatlandırma gibi… Yakışıksız isnatlara meydan vermek istemediğim için kimseyle görüşmüyordum, üniversitelerden gelen konferans taleplerini kabul etmiyordum.
Benim yerim, taşıyla toprağıyla kendi ülkemdir, milletimin içidir. Son zamanlarda buradaki Türkler birtakım aktivitelerde bulunmaya, kendilerini ifade etmeye başladılar. Böylece bazı kimseler bizi de bazı kitaplarımızla tanımış oldu. O aktiviteleri yürüten arkadaşların hatırına, ihtida etmiş "Muhammed, Allah'ın peygamberidir" demiş kimselerdi, hareketi merak eden entelektüellerden ve akademisyenlerden bazı kimselerle görüştüm.
Amerika yılları sizi nasıl etkiledi?
Fıkıh tabiriyle söyleyecek olursak, benim burada kalmam iki şerden hafif olanı tercih kabilinden oldu. Ben gelmek istemiyordum buraya, fakat Dr. Sait Bey çok ısrar etti, sağlık durumunun ihmale tahammülü olmadığını ifade etti. Bana çok ağır gelse de, ya ülkemden, kendi insanımdan uzak, yabancı bir devlette bulunmayı tercih edecektim, ya da bir devlet adamımızın dediği gibi küçük şeyleri büyüterek, her gün yeni bir komplo kuranlarla karşı karşıya kalmayı tercih edecektim. Birtakım kötülükleri görüp kendi insanımıza darılmamak için, istişare ettiğim arkadaşların da kanaatini alarak hasret çekmeye razı oldum. Haziran komplosunu (kasetlerle ilgili) önceden bildiğim halde yayımlandığı zaman bazı yerlerine baktım. Komplocularla beraber olanların yazılarını onlara karşı içimde bir ukde olmasın diye okumadım.
Önceden nasıl haberdar oldunuz?
İş dünyasından bir arkadaş ziyaretime gelmişti. Telefonu çaldı. Kasetler montajlanmak üzere götürüldüğü zaman birisi arayıp, "Önümüzde bir çuval kaset var, montaj yapıyoruz. Buradakiler haber verme, işinden olursun" dediler ama ben arayayım dedim. "Nasıl olsa sen de bizi görürsün, yüzüstü bırakmazsın" gibi şeyler söylemişti. Bir nevi şantaj da yapılmıştı.
Türkiye'nin bugünkü durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir taraftan gelişmeler, demokrasideki açılımlar, daha iyi günlerin peş peşe söken şafakları var; diğer taraftan da, farklı bir Türkiye isteyenlerin çelmeleri, provokasyonları ve karıştırma cehtleri var. Anarşiye yeniden pey çekenler, sokakları yeniden kan gölüne çevirmek isteyenler ve huzurun bağrına dinamit koyanlar var. Ama Türkiye'de kötü günlerin çoğu gitmiş, azı kalmıştır. İnsanımız güzel bir Türkiye inşa edecektir, inşallah.
Türkiye'den ziyaretçileriniz oluyor mu, kimlerle görüşüyorsunuz?
Bir dönem bana talebelik etmiş insanlar var. İstanbul'da bulunduğum dönemde sık sık yanıma gelen bir vakfın mütevelli heyetinden insanlar var. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan Harun Bey'le ve bazı arkadaşlarla görüşüyorum. Hayatın kıyısında bir insanım.
Siyasilerden görüştüğünüz kimseler var mı?
Tayyip Bey'le belediye başkanıyken görüşmüştüm. Seçildikten sonra görüşme fırsatım olmadı; telefonla da görüşmedik. Abdullah Bey'le de tanışırdık ama çok yakın bir tanışıklık değil. Bülent Arınç Bey'le Manisa'da görev yaptığım yıllardan tanışırdık. Yanına gidenlerle selam yolluyorum bazen, o da onlara sağlığımı soruyor ve selam yolluyormuş.
Türkiye'yi nasıl takip ediyorsunuz?
İnternetten bazı haberleri arkadaşlar getiriyorlar, bir de TRT ve Samanyolu'nu seyretme imkânı oluyor.
En çok neyi özlediniz?
Her şeyini özledim Türkiye'nin. Yolculuk etmeyi, yoldaki kahvelerde durup çay içmeyi, insanımızın kılık kıyafetine kadar her şeyi. Ama doğru ama çarpık mimarimizi. Bunların gökdelenleri görkemli görünebilir ama bizim yerdelenlerimiz bana daha cazip geliyor.
Türkiye'den hasretle bahsediyorsunuz, ama dönmüyorsunuz. Neden?
Belli bir yaştan sonra vücudun tahammülü olmuyor. Bir Arap şairinin ifadesiyle, yakın hissetmeme mani şeyler olmasın diye uzakta durup kalben, vicdanen orada bulunmayı tercih ediyorum. Bir espriyle söyleyeyim, tasavvufta âşıklar üstü bir makam vardır. Orada bulunanlar vuslatı bile istemezler. Yani içime ateşler sal, hep hicranla inleyeyim fakat vuslat istemem derler. Türkiye'ye karşı böyle zevkli bir hasret, zevkli bir hicran bana daha derince, daha vefalıca ve yürekten geliyor.
Bunlar dönmeyeceğiniz anlamına mı geliyor?
Zaten dönüş için yasal bir engel yok. Türkiye'ye dönmeyi bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Yine de Türkiye'de önemli yerlere sordurdum. "Bir şey yok, gelebilir" dediler ama, "gelebiliri" söyleyiş tarzlarından sanki gelince onların başını ağrıtırım gibi bir şey hissettim.
Devletten birileri mi?
Evet, önemli bir vazifedeyken emekli olmuş bir yakınlarına, "Benim gelmem kendileri için ne ifade eder?" diye sordurdum. Tebessüm ettiler ama gelmese daha iyi olur dediler. Benim dönüşümün herhalde bazı şeyleri tetikleyebileceği düşünülüyor. Sanki bazıları bazı kimseleri sokağa dökecek, huzursuzluğa sebebiyet verecekler. Ben, Türkiye'de oluşmuş istikrar ortamının bozulmasına fırsat vermek istemem.
Türkiye'ye Humeyni gibi döneceğinizden endişe edenler de var…
Dönersem kendim gibi, Ramiz Efendi'nin üç şerefeli camide imamlık yapan oğlu gibi dönerim. Size komik gelebilir ama, döndüğüm zaman acaba bana yine o camide imamlık verirler mi, yine aynı pencerede kalsam; ya da Kestane Pazarı'nda idarecilik vermeseler bile, tahta kulübem gibi bir kulübede kalmama müsaade ederler mi diye düşünüyorum. Bir diğer düşüncem de, bütün samimiyetimle ifade edeyim, köyümde, dedelerimin arsası üzerinde yapılmış bir misafirhane var, gitsem orada kalsam diyorum. Doğduğum, büyüdüğüm köyde bir köylü gibi ölsem.
'Doğduğum köye gitsem, orada ölsem' diyorsunuz. Köye gidip susacak mısınız?
Dünyada, beklentilerim değil, derdim oldu. Aynı derdi terennüme devam edeceğim; şartlar ne olursa olsun, sözüme kıymet verenleri eğitim faaliyetleri için dünyanın dört bir yanına koşmaya teşvik edeceğim. Mezara konulurken bile fırsatım olursa yine, gidin okul açın, Türk dilini dünya dili haline getirme mevzuunda gayretten dur olmayın diyeceğim.
Esnafımıza, dünyanın dört bir yanına sürgünler halinde açılın ve sonra ağaçlar haline gelin, lobiler oluşturun ve Türkiye'yi destekleyin; dünyadan kopmuş bir Türkiye'nin ayakta durması mümkün değildir, demeye devam edeceğim. Eğer bir gün hususi kanun çıkarıp ağzıma kilit vursalar bile, elimle, ayağımla bunları yazacak ama yine anlatacağım. Çünkü, bunları cami kürsülerinde, devletin memuru olarak açık açık ve herkese anlattım; ifade ettikleri gibi "müritlere" değil. Belki diğer hocalarımızdan farklı olarak dedim ki: Türkiye'yi geliştirin, her yerde Türk insanının sesi duyulsun.
Bence millilik de, ulusalcılık da ancak böyle olur; meselenin hikâyesini yaparak değil. Türkiye'nin davası büyük bir davadır. Ona topyekûn bir milletin, milli mücadelede olduğu gibi sahip çıkması lazımdır, demeye devam edeceğim. Bu hususta sesimi kesecek ve bana bunları söyletmeyecek bir kanun da bilmiyorum. Milletime karşı bir vefa borcu olarak bunları söylemeye devam edeceğim.
- tarihinde hazırlandı.